Haber Detayı
Viyana’nın kokusunu alıp hikâyesini yazamamak
Viyana’nın kokusunu alıp hikâyesini yazamamak
Bir kıraathaneye oturmanın bile vicdani bir yük olduğu günleri hatırlıyorum.Otuz dokuz yıl boyunca işçilerin mesleki örgütünde çalışırken, özellikle de Türk kökenli emekçilerin hakkını ararken, hangi masaya oturabileceğimi bile düşünmek zorundaydım.
Çünkü benim için bir mekâna girmek, sadece bir çay ya da kahve içmek değil; o mekânın işçilerine nasıl davrandığını da bilmek demekti.Üç meslektaş, uluslararası bir işletmede işyeri toplantısına katılmıştık.
Birimiz Avusturya Sendikalar Birliği’ne bağlı gastronomi ve özel hizmetler sendikasının yetkili sekreteriydi.
Diğer ikimiz ise işçilerin meslek örgütünün iş hukuku bölümü danışmanlarındandık.Uluslararası bir otomobil firmasının çalışanlarına ücretlerinin ödenmemesiyle ilgili sorunu açıklığa kavuşturmak, yapılacakları bildirmek ve gerekli işlemleri başlatmak için toplanmıştık.
Görüşmeler bitmiş, geri dönüyorduk.
İçimizden biri, “Konuşmaktan ağzımız kurudu, şu kıraathanede oturup bir şeyler içelim hem de toplantıyı değerlendirelim” dedi.
Öneriyi hepimiz onayladık.Ancak yol boyunca hangi lokanta veya kıraathanede oturacağımıza bir türlü karar veremedik.
Her birimiz bir mekân öneriyor ama öteki hemen itiraz ediyordu.
İşyerimize yaklaşana kadar, çalıştırdığı işçisiyle sorunu olmayan bir yer bulamadık.
Sonunda değerlendirmeyi bir lokalde değil, kendi büromuzda yaptık.
Bu küçük olay, yılların birikmiş etik yükünün sembolü gibiydi.Otuz dokuz yıl çalışanların yasal mesleki örgütünde çalıştım.
Bu yılların otuzunda özellikle Türk kökenli işçilere danışmanlık yapıp ödenmeyen haklarını alabilmek için uğraş verdim.
Bu yüzden bir lokanta veya kıraathaneye gidip otururken hep seçici olmak zorundaydım: İşçisine haksızlık etmiş miydi?
Ücretini, fazla mesaisini, kıdem tazminatını hakkıyla vermiş miydi?Viyana, opera, konser ve sanat merkezi olduğu kadar kıraathane kültürünün de merkezidir.
Bu mekânları içeriden tanıyıp yazmak nasip olmadı.
Çünkü yukarıda söz ettiğim soruya hep cevap arıyordum.
AYLIK ELLİ AVROYA ÇALIŞAN KADINLAR Bir gün, Viyana’nın en ünlü kahve ve gastronomi merkezlerinden birinde yıllarca çalışan anne-kız bana geldiler.
Her ikisi de yıllarca çalışmalarına rağmen neredeyse hiç ücret almadıklarını, ayda sadece elli avro maaş aldıklarını söylediler.
İnanılması güç geldiği için “Doğru söylemiyorsunuz,” demiştim.
Israr ettiler ve maaş bordrolarını masama bıraktılar.İşe giriş tarihleri, haftalık kırk saat çalıştıkları, isimleri, soyadları, firmanın adı ve adresi hepsinin yer aldığı bordrolarda aylık sadece brüt elli avro yazıyordu.
Viyana’nın sembol kıraathanesinin tuvaletini günde sekiz, haftada kırk saat temizleyen bu kadınlar karşımdaydı.
Branşın toplu sözleşmesine göre o yıllarda bu iş için asgari ücret bin dört yüz avroydu.
Elli avro neredeydi, bin dört yüz avro neredeydi!Belgeleri görünce “Doğru söylemiyorsunuz,” dediğim için utandım ve özür diledim.
Meğer işveren, gösteriş olsun diye bordroya elli avro yazıyor, gerisini bahşişle idare ettiklerini varsayıyormuş; başka maaş da ödemiyormuş.Her iki kadın için birer mektup hazırlayıp işverene gönderdik.
Beni düşündüren ise toplu sözleşmede yer alan zaman aşımı süresiydi: Gastronomi dalında bu süre sadece beş aydı.
Yani geriye dönük yalnızca beş aylık maaş talep edilebiliyordu.
Buna rağmen gözümü kararttım ve yasal üç yıllık süre üzerinden tüm ücret ve ek ödemeleri talep ettim.İki hafta sonra anne-kız geldiler.
Talep ettiğim tüm hakları ödenmişti.
Firma da beni arayıp mahkemeye gitmek istemediklerini bildirmişti.
Kadınlara hatırı sayılır bir ödeme yapılmış olmasına rağmen her birine yapılan yüklü ödemeleri az buldular; teşekkür bile etmeden ayrıldılar.
Ardından bir iş arkadaşlarını daha gönderdiler.
Daha kısa süre çalışan üçüncü kadının da büyük bir ödeme almasını sağladım.
O da diğerleri gibi teşekkür etmedi ve parayı az bulduğunu söyledi.
Bir daha da görünmediler.
GÖREV DEĞİŞİKLİĞİ VE SESSİZ BİR EMEKLİLİĞE DOĞRU Kurumun en kıdemli yöneticisi benzer durumdaki işçileri araştırmamı ve aynı şekilde işlem yapmamı istiyordu.
Bu olayın bir etkisi oldu mu bilmiyorum ama bu üç olaydan sonra bölüm başkanıyla aram açıldı.
Danışmanlıktan el çektirildim ve daha pasif bir göreve alındım.
Emekliliğe kadar daha sakin bir iş hayatım oldu.Viyana’nın dillere destan pastaları, kıraathaneleri ve konser salonları vardır.
Bu pastaları yapan, bu mekânları ayakta tutan insanlar da vardır.
Biz birçok meslektaşımızla birlikte onların dertlerini her gün yaşadık.Bu yüzden herhangi bir lokalin kapısından her girişimde, önce şu sorunun cevabını aradım: Bu mekân, emekçisine nasıl davranıyor?
Otuz dokuz yıl boyunca bu sorunun peşinden yürüdüm.Bugün emekliyim.
Ama biliyorum ki bir şehrin kokusunu almak, o şehirde emeğin hakkı teslim edilmeden mümkün değildir.