Haber Detayı

‘Hayatım boyunca verdiğim bütün kararlar beni o gün oraya götürdü’
Kelebek hurriyet.com.tr
06/12/2025 07:00 (3 hafta önce)

‘Hayatım boyunca verdiğim bütün kararlar beni o gün oraya götürdü’

17 yaşında setlerle tanıştı. Bir yandan eğitimine, bir yandan oyunculuğa devam etti. Bu sene Altın Portakal’da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kucakladı. Ona ödülü kazandıran Özcan Alper’in yeni filmi ‘Erken Kış’ vizyonda. Leyla Tanlar’la buluştuk; hayatını, filmini, oyuncu Burak Dakak’la olan ilişkisini ve bilinmeyenlerini konuştuk.

Onunla ilk röportajımızı yıllar önce, ilk işinde yapmıştık.

O zaman daha çocuk denecek yaşlardaydı.

Şimdi karşımda ödüllü bir oyuncu var.

Ama Leyla yine aynı neşesinde ve mütevazılığında.

Yeteneğinin yanı sıra ekrandaki gibi çok anlamlı bakışlara ve güzel yüz hatlarına sahip.

Onun bundan sonra adını çok daha sık duyacağımıza eminim.

Başlıyoruz muhabbete...◊ Bu sene ilk sinema filmin ‘Erken Kış’la 62.

Altın Portakal En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kucakladın.

Bekliyor muydun?Film bana ilk geldiği andan itibaren hiç ödül odaklı düşünmedim.

Senaryoyu okuduktan sonra düşündüğüm tek şey, Lia’yı oynamaya ve bu hikâyeyi temsil etmeye dair bir tutkuydu.

Filme emek vermediğim her an zaman kaybı gibi geldi.

Özcan Alper’in böyle bir karakter yazmış olması ve onu bana emanet edip o sorumluluğu bana vermiş olmasının da üzerimde baskısı vardı.◊ Ödülü aldığında ne hissettin?“Galiba hocama (Özcan Alper), filme ve canlandırdığım Lia karakterine layık olabilecek bir iş çıkardım” duygusunun rahatlamasını hissettim.

Ardından mutluluk ve heyecan...◊ İlk filmle böyle büyük bir ödül almanın baskısı oluyor mu?

Kariyerimde bundan sonraki seçimlerimde hep bunu gözetmem gerekiyor baskısı oldu.

Sonra hocam (Özcan Alper) “Hayır, bunu bir kıyafet gibi giymelisin, bu sana verildi, bununla gurur duy” dedi.

Şimdi şöyle düşünüyorum; hayatım boyunca verdiğim bütün kararlar ve yaptığım seçimler beni o gün oraya götürdü.

O yüzden mesleğime karşı daha da aidiyet hissetmeme sebep oldu.‘MEYDAN OKUMA GİBİYDİ’◊ Şimdiye kadar anaakım işler yapmışken...

Önemli bir yönetmen, bir sanat filmi ve beyazperde...

Hiç korku, tereddüt yaşadın mı?

Ben zaten kozmetik biri olamıyorum.

Yani sabah kalkıp, duşa girip, yüzümü yıkayıp, ıslak saçla saçımı toplayıp, filmdeki gibi o arabaya binip ayakkabılarımı çıkarıp bağdaş kurup oynarken çok mutluydum.

Ama korku tabii oldu.

Bir de yarı Gürcü yarı Ukraynalı bir karakteri canlandırdım.

Ben dillerle bilmece gibi oynamayı çok seviyorum.

Ama çok zor bir dil.

O yüzden de bir ‘challenge’ (meydan okuma) gibiydi.◊ Bu filmin derdi ne?Çaresizliğin sınırları zorlaması...

Bir kadının anneliği, kadınlığı ve birinin kızı olmakla ilgili arada kalmışlığı...

Çünkü annelikten vazgeçmeye zorlanıyor.

Gençliğine ve özgürlüğüne güvenip birtakım işlerin altından kalkabileceğini düşünüp afallıyor; sonra da o çaresizlikle bir şeyler deniyor.

Hangi noktada önce anne, hangi noktada bir kadın, sonra birinin kızı...

Bunlar arasındaki geçişler de çok iç içe, oynarken de öyleydi. ‘ARAŞTIRMA, GÖZLEM YAPTIM’◊ Bu bir taşıyıcı anne hikâyesi.

Sen Lia’yı nasıl anlatırsın?

Gürcistan’da ya da Kıbrıs’ta genelde daha alt gelir seviyesindekilerin, Avrupa’ya gitmek için ya da çocuğunu geçindirmek için yapmak zorunda kaldığı bir şey taşıyıcı annelik.

Buna orada ticaret deniyor.

Fakat hem donör hem taşıyıcı anne olmak yasak.

Yani donörlük yaptığın bebeğe taşıyıcı annelik yapamıyorsun.

Çünkü o gerçekten senin çocuğun oluyor.

Batum’daki kliniklere gittik, araştırma ve gözlem yaptım.

Canlandırdığım Lia karakteri hem donör hem taşıyıcı...

Gürcistan’ın da kurallarını deliyor.

Ve insanı altüst edebilecek bir şey yapıyor.

Bir de bebekte bir sıkıntı çıkıyor ve Türkiye’de kalıp altı ay boyunca bebeğe süt veriyor.

Altı ayın sonunda gitmek zorunda bırakılıyor.

Ve ayrılmak istemiyor.◊ Annelik deneyimin yok.

Anne rolünde nasıl bir yol çizdin?Özellikle çocuğundan ayrılmak zorunda kalması zordu.

Ben anneme ve Devlet Tiyatrosu’ndan çok yakın arkadaşım Begüm Atak’a, ki 6 yaşında bir kızı var, hikâyeyi anlattığımda ve “Çocuğunu terk etmek zorunda kalıyor” dediğimde “Daha fazla anlatma” dediler. “Duymaya bile dayanamadığınız konuyu ben anlamak zorundayım” diyordum.

Ama bunu hissetmek mümkün değil, ancak yanından geçebilirsin.

Annemlerin çocukluğunu düşündüm.

Çünkü annem yurtdışında doğup büyümüş ve annesinden çok uzak kalmış.

Babamın annesi de hep yurtdışına gidip gelmek zorundaymış.

Babamın annesiyle vedalaştığı sahneleri hayal ettim.

Ve karakteri anlamaya çalıştım.◊ Film aynı zamanda içsel bir hesaplaşmayı gösteriyor.

Sen oynarken kendi içsel hesaplaşmanı yaptın mı?Kendimin çok üstüne giderim.

O yüzden benim kafam hiç susmuyor.

O anlamda da kendiyle çelişen karakterleri oynamaktan çok zevk alıyorum. ‘GÜZEL OLMAKLA İLGİLİ BİR ŞEYLERE ÇABALAMAYI SEVMİYORUM’◊ Seni hiç tanımayan birine kendini nasıl anlatırsın?Çok duygusalım.

Karşımdakini nasıl mutlu edebilirim diye düşünürüm.

Mesela seninle ilk tanıştığımda ben daha çocuktum.

Şimdi de yanımda rahat ol, güzel bir röportaj olsun istiyorum.

Hep böyleyim.◊ Arkadaşlarının sende değiştirmek istediği özellik ne?Kendimi yormam.◊ Çok güzel yüz hatların var.

Güzellik sana ne ifade ediyor?Güzellikle çok ilişkim yok.

Yani güzel olmakla ilgili bir şeylere çabalamayı, o çukura düşmeyi sevmiyorum.

Bana iyi gelmediğini düşünüyorum.

Herhangi bir kadının düşürülmesini de, o tarz haberleri kırıcı ve kaba buluyorum.

Bir kadının kendi güzelliği ya da yaptırdığı herhangi bir şeyle ilgili açıklama yapmasından da rahatsız oluyorum.

Herkes kendi sağlıklı düzeninde kalsın.

Kimsenin güzelliğiyle ilgili kötü bir şey hissetmesine izin vermemek istiyorum.◊ Genç yaşlardan beri ekranlarda bir isim olarak güzellikle ilgili baskılara maruz kaldın mı?

Küçüklüğümden beri o kadar fazla “Ay burasını yaptırsın, şurasını yaptırsın, bunu yapsın” laflarına maruz kaldım ki...

O yaşlardan bahsediyorum. “Anne, kaş yaptırmak ne?

Öyle diyorlar” derdim.

Bu düşünceden o kadar zor çıktım ki.◊ İstediklerini yaptın mı?Yapmadan kurtulduğum ama psikolojik olarak o çukura düştüğüm anlar oldu.

Emin ol, git yaptır, beğenme; onu psikolojik olarak hissetmekten daha iyi. ‘HİÇ O ŞAŞAAYI TATMADIK, HEP ÇOK ÇALIŞTIK’◊ Leyla seni yıllardır ekrandan tanıyoruz.

Ama aslında sen kimsin?

İstanbulluyum.

Bir abim var.

Annem filolog, Alman dilbilimci.

Babam dış ticaret uzmanı.

Bildiğimiz yabancı markaların Türkiye yöneticiliğini yaptı.◊ Sen İtalyan Lisesi’nden mezunsun.

Sonra ne okudun?Koç Üniversitesi’nde çift anadal yaptım: Medya ve görsel sanatlar okudum ama benim uzmanlık alanım medya yöneticiliği, bir de arkeoloji ve sanat tarihi okudum.

Çünkü ailemde sanatçı çok, baba tarafım hep ressam.

Ben resim sanatının içinde, sanata dair aşkla büyüdüm.◊ Peki, oyunculuk nasıl başladı?Vahide Gördüm’ün kursuna başladım.“Ben bunu istiyorum ama yeteneğim var mı yok mu biri bana söylesin.

Yüzüme bir tokat atsın, ona göre odaklanayım” dedim.

Beni orada görmüşler ve ‘Paramparça’ ilk işimiz oldu.◊ Ne umdun, ne buldun?Çocukken hiçbir şey ummadım.

Çalışan bütün çocukluk arkadaşlarım için de aynı şey geçerliydi.

Hiç o şaşaayı tatmadık, hep çok çalıştık.

Liseden çıkıp sete gidiyordum, bir sonraki sabahın 6’sında set bitiyordu.

Koştur koştur servise yetişip okula gidiyordum.

O düzen içinde lise, sonra üniversite sınavı eklendi...

Ama çok çalışmak, çok yorulmak, yaptığın işten mutlu olduğunda her şeye değer bir durumdu.

İşte o yüzden, kozmetik bir dünyada bu işe başlamadım diyorum.◊ Sence neden seni  izleyelim?Beni değil, canlandırdığım karakteri izleyin isterim.

Temsil ettiğim hikâyeye seyirci şahitlik etmedikçe yaptığım işin bir anlamı olmaz.◊ Liseden beri çalışarak sence hayatta neleri kaybettin?

Baktığında çok sosyal biri değilim.

Okul yılları da çalışırken öyle bir sosyallik, ortamlar, “Ah üniversite yılları” dediğim bir zamanım olmadı.

İçinde ne kaldı dersen, bu kalmış olabilir.

Ama şunun da cevabını net söyleyemiyorum; çalışmadığım bir ortamda bunları yapabilir miydim, sosyalliğim oraya el verir miydi?

Onu da bilmiyorum. “ONA BAZEN ‘SEN NASIL PES ETMEDİN’ DİYORUM”◊ Senin gibi oyuncu olan Burak Dakak’la üç yıldır birliktesiniz.

Nerede tanıştınız?‘Güzel Günler’ dizisinin setinde.◊ Sette mi başladı aşk?Bazen “O kadar yakın sahneler çekiyorlar, tabii bir şeyler hissedecekler” gibi şeyler söyleniyor.

Aslında hiç öyle değil.

Hatta tam tersi çünkü orası bir iş, her şey disiplin, iş odaklı, kurallar içerisinde.

Ben çok sosyal biri olmadığım için setteyken hiç eve gitmeyi kollamazdım.

Burak’tan sonra sadece “Bugün iş biter mi?

Burak’la vakit geçirebiliriz” diyordum.

Sanki yan yana değilmişiz gibi.

Çünkü orada iştesiniz ve ikimiz de çok disiplinliyiz.

O yüzden sette değil de sonraki zamanlarda baktık çok eğleniyoruz, öyle gelişti.◊ Neydi Burak’ta seni tavlayan?Ne istediğini bilen biri.

Ben genel olarak kadın-erkek ilişkilerinde biraz kapalıyım.

Doğal olarak Burak’a da hep arkadaş gibi davranıyordum.

Ona bazen “Sen nasıl pes etmedin” diyorum.◊ Nişanlandınız.

Evlenme teklifi nasıl edildi?Londra’ya gitmiştik.

Ben telefonumu çaldırdım ve tek onun telefonuna kaldık.

Burak da planlar yapıyordu ve telefona çok ihtiyacı vardı, meğer birileriyle haberleşiyormuş.

Ama onun telefonu sürekli benim elimde.

Çok zorlanmış.

Belli bir saatte, beni belli bir noktaya götürdü. “Tam güneş batacak, bizim fotoğraflarımızı çekecekler” dedi.

Yoldan bir adamı çevirdi, telefonunu verdi, “Dur, poz ver falan” diyordu.

Adam da heveslendi.

Ben bir an arkamı döndüm ve baktım, yere çömelmiş, evlenme teklif ediyor.

Adam da şapkasını indirdi, kapüşonunu çıkardı.

Çantasından çiçek, şampanya...

En yakın arkadaşı!

Amerika’da yaşıyor ve sadece bu an için gelmiş.

Yoldan geçen Türkler “Tebrikler” dedi, sokak çalgıcısı da Türk çıktı.

Çok güzeldi.◊ İkiniz de ekranla tanınırken sinema dünyasına çok güçlü girdiniz.

Sen Özcan Alper’le; Burak, Zeki Demirkubuz’la çalıştı.

Birlikteyken de gündeminiz hep sanat mıdır?

Dengeliyoruz.

Ben sanat konuşmayı çok severim.

Burak da beni dinlemeyi çok seviyor. “Nelerinden etkileniyorsun” dedin ya, mesela bu noktası çok güzel.

İlgili Sitenin Haberleri