Haber Detayı
Türkiye 2026’ya ateş çemberinde giriyor ‘TRÇ ittifakı zorunluluktur’
Türkiye, 2026’ya girerken çevresinde derinleşen askerî kuşatma, Suriye ve Doğu Akdeniz merkezli tehditler ile ABD-İsrail ekseninin baskıları arasında kritik bir eşikte bulunuyor. Uzmanlara göre bu tablo, Ankara’yı yeni ittifaklar ve cesur siyasal adımlar atmaya zorlayan bir döneme işaret ediyor.
Türkiye, 2025 yılını, çevresinde genişleyen askerî yığınaklar, çözülemeyen bölgesel krizler ve sertleşen jeopolitik baskılarla kapatırken, 2026’da stratejik kararlar vermesi gereken bir tabloyla karşı karşıya.
Suriye sahasında istikrarın sağlanamaması, Doğu Akdeniz’de Yunanistan–GKRY–İsrail hattında hızlanan askerî işbirlikleri, Karadeniz’de artan riskler ve ABD–İsrail ekseninin bölgeye dönük hamleleri, Türkiye’nin güvenlik denkleminde yeni bir eşik oluşturdu. 2025 yılında Türkiye’nin bölgesel güvenliğini ve dış politikasını Aydınlık’a değerlendiren uzmanlara göre bu tablo, “kuşatmanın derinleşeceği” bir sürece işaret ediyor. ‘KIRILMA VE DÜĞÜM NOKTASI’ Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Serdar Üsküplü, 2026’ya girerken ortaya çıkan bu tabloyu bir “kırılma ve düğüm noktası” olarak tanımladı.
Üsküplü, Türkiye, Rusya, Çin, İran İttifakı’nın bir dış politika seçeneği değil, zorunluluk olduğunu vurguladı: “2020-2025 dönemi, Türkiye’nin özellikle denizlerden kuşatıldığı bir dönem oldu.
Doğu Akdeniz başta olmak üzere Türkiye üzerindeki askerî ve jeopolitik baskı bu yıllarda belirgin biçimde arttı.
Bu kuşatma Türkiye’yi bir kırılma noktasına getirdi.” Üsküplü’ye göre bu kırılma, Türkiye’nin güvenlik anlayışında da zorunlu bir yön değişikliğini beraberinde getirdi. “Artık Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlamak için dünya ölçeğinde büyük kuvvetlerle ittifak kurmasının zorunlu olduğu açıkça görülmüştür.
Türkiye, Rusya, Çin, İran İttifakı bir tercih değil, Türkiye açısından bir zorunluluktur.” diyen Üsküplü, bu zorunluluğun arkasındaki nedeni ise şöyle açıkladı: “Karşımızdaki kuvvet krizci bir küresel kuvvettir ve nükleer silaha sahiptir.
Nükleer güce sahip bir tehdide karşı ancak nükleer güce sahip devletlerle kurulacak bir ittifak gerçek bir denge yaratabilir.” ‘BÜYÜK BİR DENGESİZLİK OLUŞTU’ 2025’te oluşan dengesizliğin 2026’da çözülmemesi hâlinde risklerin büyüyeceği uyarısında bulunan Üsküplü, sözlerine şöyle devam etti: “ABD, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi büyük bir askerî yığınak ve kuvvet birikimi oluşturdu.
Türkiye ise bu kuvvet birikimini dengeleyecek ölçekte bir karşı kuvvet henüz yaratamadı.
Bu durum stratejik bir düğüm doğurmuştur ve bu düğüm 2026’da çözülmek zorundadır.” ‘2026 BÜYÜK DÜĞÜMLERİN ÇÖZÜLECEĞİ YIL’ Türkiye, Rusya, Çin ve İran’ı da kapsayan bir güvenlik hattının yalnızca Türkiye açısından değil, bölgesel ve küresel ölçekte de sonuçlar doğuracağını söyleyen Üsküplü, çözümü şöyle anlattı: “Bu güvenlik hattı yalnızca Türkiye’nin güvenliğini sağlamaz; bölgesel bir savaşın ve bunun dünya savaşına evrilme riskinin de önüne geçer. “Rusya-Ukrayna Savaşı da 2026’da sonuçlanacaktır.
Bu ya Ukrayna’nın askerî yenilgisiyle ya da masada Rusya’nın şartlarının kabulüyle olacaktır. “Büyük düğümler ancak devrimci bir iradeyle çözülür.
Bu iradeyi gösterecek olan milli bir hükûmettir.” ÇOK CEPHELİ RİSK TABLOSU İstinye Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Emekli Tuğgeneral Prof.
Dr.
Fahri Erenel de Türkiye’nin karşı karşıya olduğu güvenlik ortamının tek başlıkla açıklanamayacağını vurguladı.
Risklerin eş zamanlı ve çok cepheli ilerlediğine dikkat çeken Erenel, şunları belirtti: “Türkiye, 2025’i kapatırken çevresindeki bölgesel güvenlik ortamının giderek daha riskli hâle geldiği bir tabloyla karşı karşıya.
Bölge haritasına ve küresel gelişmelere birlikte bakıldığında Türkiye’nin bulunduğu jeopolitik zeminin her geçen gün daha karmaşık bir hâl aldığı görülüyor.” ABD ÇEKİLİYOR MU?
ABD’nin Suriye ve Doğu Akdeniz’e ilişkin söylemleri ile sahadaki fiilî durum arasındaki farkın Türkiye açısından kritik bir yanılsama yarattığını vurgulayan Erenel’e göre Washington’un “çekilme” mesajları, sahada karşılık bulmadı.
Erenel şu uyarılarda bulundu: “ABD’nin Suriye’den çekilme yönündeki açıklamaları sahada karşılık bulmadı.
Aksine kuzeydoğu Suriye’de askerî varlık tahkim edildi.
Bu tablo ‘çekilme’ değil, ‘operasyonel sürdürülebilirlik’ olarak tanımlanmalıdır.
Güney ve güneybatıda İsrail merkezli bir çevreleme ve buna göz yuman bir ABD tablosu var.
Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY’nin bu hatta eklemlenmesiyle birlikte bu baskının Ege’ye de yansıması muhtemeldir.
Bu nedenle ABD’nin bölgedeki varlığını geri çekilme olarak değil, yeniden konumlanma ve baskıyı derinleştirme süreci olarak okumak gerekir.” KIRILGANLIK DERİNLEŞİYOR Siyaset bilimci Umur Tugay Yücel de Suriye’de yaşananların Türkiye açısından yeni bir güvenlik gerçeği yarattığını şöyle ifade etti: “İsrail’in Şam’a doğru ilerlemesi ve Suriye’nin askerî kapasitesinin büyük ölçüde ortadan kaldırılmasıyla artık Türkiye ile İsrail’in fiilen komşu hâle geldiği bir gerçeklikten söz ediyoruz.” Yücel’e göre bu tablo Türkiye’nin iç güvenliğine doğrudan yansıyor: “Komşu ülkelerde istikrar sağlanamadığında bunun Türkiye’ye yansımaması mümkün değil.
Türkiye’deki iç güvenlik sorunlarının önemli bir bölümü dış güvenlik kaynaklıdır.” ABD İLE İSRAİL’İN ÇIKARLARI İÇ İÇE İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr.
Hazar Vural, ABD ile İsrail arasındaki ilişkinin bölgesel güvenlik mimarisini belirleyen temel unsur hâline geldiğini vurguladı.
Gazze merkezli savaşın yalnızca Filistin’i değil, tüm bölgeyi etkileyen yeni bir dönemi başlattığını ifade eden Vural değerlendirmesini şu sözlerle yaptı: “Gazze Soykırım Savaşı, yedi cepheye yayılan ve birçok devletin egemenliğini doğrudan hedef alan bir sürece dönüştü.
Uluslararası hukukun fiilen aşındırıldığı bir dönemin içindeyiz.
İsrail, 2026’ya girerken bölgeyi kendi büyük stratejisine göre şekillendirmek istiyor.
Amerikan çıkarları bu coğrafyada İsrail güvenliğiyle birlikte okunuyor.
Söylem düzeyinde ton farklılıkları görülebilir; ancak stratejik çerçeve değişmiş değil.
İsrail’in sahadaki her hamlesinin arkasında Amerikan desteği bulunuyor.
Belirsizlik arttıkça silahlanma hızlanıyor ve bu durum yeni çatışma ihtimallerini beraberinde getiriyor.
Böyle bir tabloda Türkiye’nin yalnızca diplomasi söylemiyle değil, maddi güç unsurlarını artırarak yoluna devam etmesi bir zorunluluktur.” Gaziantep Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.
Dr.
Ali Fuat Gökçe ise 2025 boyunca yaşanan gelişmelerin Türkiye açısından yeni bir güvenlik eşiği oluşturduğunu belirtti.
Gökçe değerlendirmesinde şu ifadelere yer verdi: “İsrail’in 2025’in son çeyreğinde izlediği Türkiye karşıtı dış politika ve SDG’ye destek amacıyla DEAŞ tehdidini yeniden gündeme taşıması, sınır ötesindeki çatışma ikliminin Türkiye’nin içlerine taşınma ihtimalini güçlendirdi.
İç karışıklıklar ve terör olaylarıyla meşgul bir Türkiye’nin dış politika hamlelerini istediği ölçüde hayata geçiremeyeceği düşüncesi İsrail’i bu yönde hareket etmeye sevk ediyor. 8 Aralık 2024 sonrasında Suriye’nin istikrarlı bir yapıya kavuşması Türkiye’nin temel beklentisiydi; ancak etnik, dini ve mezhepsel farklılıklar kısa sürede dış aktörler tarafından istismar edilmeye başlandı.
İsrail, Nusayriler, Dürziler ve SDG üzerinden Suriye’yi bölmeye yönelik adımlar attı.
İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın siyasi ve askerî hamleleri Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de sıkıştırma ve yalnızlaştırma politikasının parçalarıdır. 2026’da Türkiye’yi en fazla zorlayacak başlıklar Doğu Akdeniz, Kıbrıs, İsrail’in Suriye politikası ve SDG bölgesi olacaktır.” Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.
Dr.
Abdullah Aydın da tabloyu İsrail merkezli daha geniş bir strateji çerçevesinde değerlendirdi: “7 Ekim sonrasında yaşanan süreç, İsrail’in yalnızca Filistin’e değil bütün bölgeye dönük nasıl bir strateji izlediğini ortaya koydu.
İsrail tali düşmanlarını tasfiye ederken artık esas rakip olarak gördüğü İran ve Türkiye’ye yönelik zemini hazırlıyor.
Türkiye’yi doğrudan karşısına alamadığı için Yunanistan, GKRY ve Doğu Akdeniz hattında alternatif gerilimler üretiyor.
Türkiye açısından güvenlik yalnızca ‘terörsüz Türkiye’ başlığıyla ele alınamaz.
Asıl hedef terörsüz bir bölgedir.
Suriye’nin istikrarsız tutulması Türkiye’nin doğrudan iç güvenlik meselesi hâline gelir ve buna izin verilmemelidir.” Dış politikada iç politika belirleyici olacak Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Serdar Üsküplü, Türkiye’nin 2026’ya girerken karşı karşıya olduğu güvenlik tablosunun yalnızca dış politika başlığıyla sınırlı olmadığını, iç siyasetin de bu denklemden bağımsız ele alınamayacağını vurguladı.
Üsküplü’ye göre 2025 boyunca tartışılan “Terörsüz Türkiye” yaklaşımı, 2026’da somut ve bağlayıcı adımlarla sınanacak.
Üsküplü değerlendirmesini şu sözlerle dile getirdi: “2025 yılı boyunca ‘Terörsüz Türkiye’ başlığı çokça tartışıldı.
Elbette bir yıldır Türkiye’de terör eylemi yaşanmaması önemlidir.
Ancak bu durum tek başına yeterli değildir.
Örgütsel çözülme sağlanmadan, silah bırakma ve devletle-toplumla bütünleşme gerçekleşmeden bu sürecin tamamlandığını söylemek mümkün değildir. “Bugün gelinen noktada PKK’nın silah bırakması ve Türk Devleti ve Türk Milleti ile bütünleşmesi yönünde somut bir adım atılmış değildir.
Sürecin komisyonda uzatılması, aylarca bekletilmesi bu başlıkta ciddi bir stratejik zafiyet yaratmıştır. “Bu sürecin tamamlanabilmesi için somut bir adıma ihtiyaç vardır.
Kendini fesheden PKK terör örgütünün üyelerini ve yöneticilerini kapsayan, devletle ve toplumla bütünleşmeyi esas alan bir af kanunu olmadan bu mesele çözülemez. “2026 yılı bu açıdan bir karar yılıdır.
Bu düğüm artık çözülmek zorundadır.
Af kanunu gibi somut adımlar atılmadan, devletle ve toplumla bütünleşme sağlanmadan bu mesele kapanmaz. “Türkiye’nin güvenlik sorunlarıyla iç siyaseti birbirinden ayrı düşünmesi mümkün değildir.
Dış politikada atılacak her adım, iç politikada da karşılığını bulacaktır.
Bu nedenle 2026’da dış politika kadar iç siyasetin de yeniden şekilleneceği bir sürece giriyoruz.” Yaycı: Türkiye’yi kuşatma teşebbüsü Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, Doğu Akdeniz’de son yıllarda atılan askerî ve siyasi adımların Türkiye’yi hedef alan bir harita ve hukuk savaşı niteliği taşıdığına dikkat çekti.
Yaycı, Türkiye’yi dışlayan deniz yetki alanı düzenlemelerinin sahada fiilî baskı oluşturmayı amaçladığını vurguladı.
Yaycı değerlendirmesini şu sözlerle dile getirdi: “Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayarak inşa edilmeye çalışılan her askerî ve siyasi girişim, adını koymak gerekirse, bir kuşatma teşebbüsüdür.
Yunanistan–GKRY–İsrail eksenine ABD ve Fransa gibi aktörler de eklemlenerek Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne sıkıştırmayı amaçlayan bir düzen kurulmak isteniyor. “Sevilla Haritası’nın uluslararası hukukta hiçbir geçerliliği yoktur.
Ancak sahada uygulanmaya çalışıldığı için tehlikelidir.
Türkiye sahada var oldukça bu harita yok hükmündedir. “Yunanistan’ın gayri askerî statüdeki adaları silahlandırması yalnızca askerî bir mesele değildir.
Silahsızlandırma şartı ihlal edildiğinde egemenlik devri de tartışmalı hâle gelir.
Bu durum Türkiye açısından hayati bir egemenlik sorunudur. “Doğu Akdeniz’de mesele yalnızca enerji değildir.
Mesele egemenliktir, devlet kapasitesidir ve deniz yetki alanlarını koruma iradesidir.”