Haber Detayı

2025’te tarımda büyük kayıplar yaşadık! Üretim Devrimi’nden başka yol yok!
üreten türkiye aydinlik.com.tr
01/01/2026 00:00 (2 saat önce)

2025’te tarımda büyük kayıplar yaşadık! Üretim Devrimi’nden başka yol yok!

Vatan Partisi Çiftçi Bürosu Başkanı Cenk Özdemir, tarımsal üretimde bir yıl boyunca yaşananları anlattı. ‘Türkiye planlama kabiliyetini kaybetti.’ diyen Özdemir, afetlerle mücadelenin kamucu adımlarla yürütülebileceğini belirtti.

2025 yılı tarımda önemli gelişmelerin yaşandığı bir yıl oldu.

Kuraklık ve afetler, var olan sorunları daha da derinleştirdi, çiftçinin zararını artırdı.

Türkiye ucuz gıda beklerken topraklar susuz kaldı, verim ve rekolte azaldı.

Türk üreticisi binbir zorlukla toprağı ekti, hasat zamanı ithal ürün geldi.

Üretilen ürünler elde kaldı, tonlarca sebze toplanmadan tarladan sürüldü.

Girdilerdeki yükseliş nedeniyle ürün maliyetleri arttı, pazar sorunu daha da büyüdü.

Özellikle ihracatta Rusya ve Ukrayna pazarını kaybetme endişesi yaşanıyor.

Çiftçi, yeni yılda toprağa tohum atacak ama hem nakit sorunu yaşıyor hem de ne ekeceğini bilmiyor.

Tarımda ve hayvancılıkta bu yıl yaşananları ve sorunlara çözümü Vatan Partisi Çiftçi Bürosu Başkanı, Merkez Yürütme Kurulu Üyesi (MYK), Ziraat Mühendisi Cenk Özdemir’le konuştuk.

BÜYÜK KAYIP YAŞADIK - Tarımda uzun süredir ‘zor bir yıldı’ başlıkları görüyoruz.

Bu yıl nasıl bir yıl geçirdik? 2025 yılı tarımsal üretimde zaten var olan olumsuzlukların üstüne yaşanan doğal afetlerle beraber üreticilerimiz ve ülkemiz açısından zorluklarla geçti. 2025, dünyadaki birçok ülkede olduğu gibi bizde de son yılların en yüksek sıcaklıkları ölçüldü, beraberinde gelen kuraklığın yanında bazı bölgelerimizde aşırı yağışlardan kaynaklanan sel felaketini de maalesef yaşadık.

Bir de nisan ayında yaşanan don felaketinde, sayısı 40’a yakın ilimizde üzüm, elma, kiraz, erik, vişne, fındık, badem, incir, şeftali, ceviz gibi ürünlerde büyük kayıplar yaşadık.

KAMUCU ADIMLAR ATILAMADI Bitkisel üretimi olumsuz etkileyen bütün bu doğal afetlerin yanında bir de hayvansal üretimi derinden sarsan bir salgın hastalık yaşadık.

Hayvancılıkta büyük verim kayıplarına neden olan şap hastalığı da üreticilerimizin tabiri caizse belini büktü.

Bu felaketler, Türkiye gibi tarımsal üretimdeki sorunlarını çözememiş ülkelerde kat be kat etkili olur, nitekim öyle de oldu.

Tarımsal sulama sorununu çözememiş, çiftçi örgütlenmesini sağlayamamış ve dolayısıyla güçlü çiftçi yapılanmasını oluşturamamış, gerekli kamucu adımları atarak çiftçisine ucuz girdi sağlayamamış bir ülke olan Türkiye’de doğal olarak felaketler daha can yakıcı oldu.

OLAN SUYU TUTUP DEPOLAMALIYIZ - Kuraklık, rekolte düşüklüğünün en önemli sebebi olarak görülüyor.

Sorun biliniyordu ve bazı önlemler alınamaz mıydı?

Örneğin Konya Ovası özelinde neler yapılabilir?

Kuraklık, 2025 yılının değil geçtiğimiz onlarca yılın sorunu.

Susuz tarım adeta çiftçinin kaderi olmuş durumda.

Anadolu’da çiftçilerimiz, yağmur yağarsa tok, yağmazsa açtır.

Ama kuraklık bu toprakların kaderi olmamalıdır.

Ülkemizin aldığı yıllık yağış ortalaması zaten düşüktür.

Türkiye aslında suca fakir bir ülkedir.

Fakat akarsuları vardır ve Doğu Karadeniz gibi diğer bölgelere oranla çok daha yüksek yağış alan bölgelerimiz vardır.

Asıl mesele işte bu yüksek yağış alan bölgelerimizdeki suları ve denizlere ya da başka ülkelere akıp giden akarsularımızı depolamak ve bunları daha sonra ihtiyaç duyulan tarımsal sulamada kullanmaktır.

Bunun için de barajlar inşa etmeli, kapalı sistem basınçlı sulama kanallarıyla tarlalarımıza, bahçelerimize su vermeli ve üretimi artırmalıyız.

Her zaman Konya örneği verilir fakat susuzluğun olduğu tek bölgemiz Konya Ovası değil.

Bu sorun özellikle Orta Anadolu başta olmak üzere bütün ülkemizin sorunudur.

Susuz kalan çiftçiler, çareyi yeraltı sularını kullanmakta buluyor.

Bölgeye uygun olmayan mısır gibi bitkilerin yetiştirilmesi de su kullanımını artırmaktadır.

Bu da aslında bir ülkenin belki de sudan daha önemli olan yeraltı su kaynaklarının tükenmesine sebep olmaktadır.

Bazı göllerimizin kuruması da işte yeraltı sularının bilinçsiz kullanılmasındandır.

Kuraklık kaderimiz olmamalı.

Kuraklığı kader olmaktan çıkarmanın yolu da devletçi politikalardan geçer.

Devletçi politikalarda plan vardır, denetleme vardır, yaptırımlar vardır, düzenleme vardır.

Ancak devletçi bir siyasi anlayış sulama barajları inşa eder, çiftçiye su sağlar, planlı tarım uygulamasına geçer.

TÜRKİYE PLANLAMA KABİLİYETİNİ YİTİRDİ - Planlama kısmen hayata geçti ancak birçok bölgede yine fazla üretim ve buna bağlı fiyat düşüklükleri ve pazarlama sorunları yaşandı.

Planlamada eksiklik söz konusu mu?

Sahada ne gibi eksiklikler yaşandı?

Sahanın ihtiyacı ne?

Ölçemediğiniz bir şeyi yönetemezsiniz, planlayamazsınız.

Türkiye’de tarımsal istatistikte doğru bilgilere sahip değiliz.

Sahadan gelen veriler ne yazık ki eksik ya da yanlış. 1980 sonrası uygulanan 24 Ocak kararlarıyla Türkiye, devletçiliği, kamucu politikaları bir kenara bıraktı.

Bununla beraber neyi terk etmiş oldu?

Devletin piyasaya müdahale kabiliyetini.

Devletin müdahale kabiliyeti ne ile mümkündü?

Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) ile mümkündü ve bu karma ekonomik sistem sayesinde Türkiye, dünyada en fazla ekonomik büyüme sağlayan ülkeler arasındaydı.

KİT’ler gitti, planlama, piyasayı düzenleme, kamucu politikalar bitti.

Emekçinin emeğini faizciler, rantçılar, vurguncular sömürmeye başladı, çalışanın hakkı olan para, sermaye sahiplerinin kasasına oradan da yurtdışı bankalarına gitti.

Kısacası Türkiye planlama kabiliyetini yitirdi.

Bugün tarımsal planlamada yaşanan sıkıntıların altında yatan asıl sebep budur.

Pazarlama sorunu da yine Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) gibi Tarımsal KİT’lerin daha etkin çalışmasıyla, gübre ve yem sanayii gibi konularda devletin yeniden faaliyet göstermesiyle mümkündür.

Bunların yanında çiftçinin kooperatifler vasıtasıyla örgütlenmesini sağlamak da üreticinin pazarlama sorununu çözecektir.

ÇUKUROVA YENİDEN PAMUK CENNETİ OLABİLİR - Akdeniz’de mandalina ve sebze üretimi ağırlıkta ama bir süredir bu ürünler elde kalıyor.

Ziraat mühendisleri, Çukurova’nın pamuk üretimine daha uygun olduğunu belirtiliyor.

Dışarıdan pamuk ithal etmemize rağmen neden Çukurova ya da Söke’de pamuk ekimine ağırlık vermiyoruz?

Tarımsal üretimde her bitkinin ihtiyaç duyduğu uygun iklim koşulları, toprak, su isteği vardır.

Bir de bir bölgede üretimi yapılan bitkilerin içinde hangisi en fazla ekonomik değere sahiptir, bunun iyi hesaplanması ve ona göre her üretim alanında doğru planlama yapılması gerekir.

Pamuk, uğruna savaşların dahi yapıldığı çok değerli bir sanayi bitkisidir ve yetiştirilebildiği bölgeler ülkemizde sınırlıdır.

Sıcak iklim bitkisidir ve 6-7 ay don yaşanmayan bir mevsime sahip bölgelerde yetiştirilebilir.

Soğuğa karşı dayanıksızdır.

Dolayısıyla Çukurova aslında bir nevi pamuk bölgesidir, öyle olmalıdır.

Bugüne geldiğimizde ithalata dayalı bir ekonomi modelini benimseyen AK Parti iktidarı, pamuğun sonunu getiriyor.

Yurtdışından gelen ithal pamuk ve yüksek girdi maliyetleri karşısında zarar eden çiftçilerimiz pamuğu terk ediyor.

AK PARTİ SEÇİM YAPMAK ZORUNDA Pamuk denilince akla gelen iki önemli üretici birliği vardır: Ege Bölgesi’nde TARİŞ, Çukurova’da ise ÇUKOBİRLİK.

TARİŞ etkili olduğu, doğru yönetildiği dönemlerde Ege Bölgesi çiftçileri, pamuk tarımı yaparak altın çağlarını yaşadılar.

Türkiye’de birçok üretici kooperatif birliklerinde olduğu gibi TARİŞ de kötü yönetilerek varlıklarını, depolarını, fabrikalarını satarak etkisizleşti, böyle olunca da Ege’de pamuk tarımı bitti sadece Aydın’a sıkıştı kaldı.

Çukurova’da da aynı durumu görüyoruz.

ÇUKOBİRLİK gibi bir değer kötü yönetim sonucu battı.

Bugün Çukurova çiftçisi, ürettiği pamuğu maliyetin de altında fiyatlarla tüccara satmak durumunda kalıyor.

Çukurova gibi pamuk cenneti olabilecek bir bölgede ne yazık ki pamuk tarımı bitme tehlikesiyle karşı karşıya.

AK Parti iktidarı bir seçim yapmak zorunda; kendi çiftçisini mi destekleyecek yoksa daha ucuz pamuk uğruna ithalata devam mı edecek?

GAP’I BİZ TAMAMLARIZ - Şanlıurfa, hububatta önemli illerimizden biri.

Ciddi su sıkıntısı yaşanıyor ve bu sorunun çözümü de aslında bölge üreticileri tarafından dile getiriliyor.

Neden GAP tamamlanamıyor?

Vatan Partisi olarak bu konuda çözümünüz var mı?  “GAP’ı kaptırmam!” demişti Süleyman Demirel, o kadar önemliydi yani bu proje.

Bölgenin hem tarımsal hem ekonomik hem kültürel hem de siyasi gelişimini çok olumlu etkileyecek bir projeydi ama ne gariptir ki bu proje başlanmasına ve az bir yol kalmasına rağmen tamamlanmadı.

Bugün çevre illerde mesela Şanlıurfa’da, Kilis’te, Mardin’de hâlâ susuz tarım yapılmaktadır.

GAP’ı tamamlayacak ve bölgeye zenginlik ve bolluk getirecek bir irade, bugün Türkiye’de yok.

Bu iradeyi üretimin ve üreticinin yanında olan Vatan Partisi ortaya koyabilir.

KAYNAK VAR - Kuraklığa karşı damlama sulama sistemi için seferberlik yapmak gerekmez mi?

Üretici maliyet nedeniyle bunu yapamadığını belirtiyor.

Devlet neler yapmalı?

Kaynak mı yok?

Evvela barajların, göletlerin yapılması gerekir.

Yıllardır başlanamayan ya da başlansa da bitirilmeyen sulama projelerinin, kanalların yapılması gerekir.

GAP’ın tamamlanması gerekir.

Bu projeler bittiğinde ve üreticilerimize kapalı kanallarla ulaştırdığımızda suyun damlama sulama sistemiyle kullanılması sağlanmalıdır.

Kaynak yok mu?

İstenirse var.

Örneğin Cumhurbaşkanımızın ısrarla üstünde durduğu “İstanbul Kanalı Projesi” için kaynak arayışında olan iktidar pekâlâ “Tarımsal Sulama Projesi” için de kaynak arayışına girebilir.

Ekonomik geri dönüşü hızlı olan tarımsal sulama projesinin yakın ve uzun vadede de Türkiye ekonomisine katkısı diğer birçok projeden çok daha büyük olacaktır.

Ülkemiz için hayati önemde olan “Gıda Güvenliği”nin sağlanması da ancak susuz topraklarımızın suyla buluşturulmasıyla mümkündür.

İthal hayvandan şap geldi - Hayvancılıkta da şap ve ithal yine gündemdeydi.

Nasıl çözülecek bu sorun, özellikle Doğu illerimizde hayvancılığı nasıl geliştireceğiz? 2025 yılında şap salgını hayvancılığa çok büyük bir darbe vurdu.

İthalat ise zaten yıllardır üreticilerimizin belası.

Bakın şap salgını dahi devletçi, kamucu anlayıştan uzaklaşmanın sonucudur.

Şap salgını, ithalatla ülkemize gelen hayvanlardan ortaya çıktı.

Üretimi, üreticiyi desteklemek yerine ülkedeki et fiyatlarını baskılamak, bu arada birilerini de zengin etmek için ithalat sopasını elinizden bırakmazsanız o sopanın kıymığı bir gün bir yerinize batar.

Birileri zengin olurken ülkenin emekçi, üreten vatandaşları fakirleşir.

Diğer taraftan hayvancılıkta salgın hastalıklardan korunmanın en önemli yolu kamuda yeteri kadar veteriner hekim istihdam etmekten ve yerli aşılama programlarından geçer.

Bağımsız bir ülkenin yerli aşı programı mutlaka olmalıdır.

Bunu da yine kamucu bir anlayışla gerçekleştirebilirsiniz.

Aşı enstitülerini kâr elde etmesi gereken bir kurum olarak gören neoliberal bir anlayışla bu iş yapılamaz.

DOĞU’DA BÖLGELER OLUŞTURULMALI Hayvancılık için çok uygun olan Doğu illerimizde hayvancılıkla ilgili bölgeler oluşturulmalı ve bu bölgelere özel desteklemeler, teşvik primleri verilmelidir.

Bu konu da yine planlı tarımın alanına girer.

Çünkü planlı tarımda hangi bitkisel tarımın hangi illerde, hayvansal üretimin hangi bölgede yapılacağına karar verilir ve böylece tarımsal üretimde verim yakalanır.

Tarım küçüldü Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine göre yılın üçüncü çeyreğinde tarım sektörü bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 12,7 küçüldü. 2025 yılına ilişkin bitkisel üretim istatistiklerine göre de tarla ürünleri olan tahıllar ve diğer bitkisel ürünler (yem bitkileri hariç) yüzde 9,0, meyveler ise yüzde 30,9 oranında azaldı.

Çiftçi devleti yanında görecek - Vatan Partisi’nin Üretim Devrimi programı var, programı anlatır mısınız? “Üretim Devrimi” programının Türkiye’de eşi benzeri yoktur.

Türkiye’nin gitmekte olduğu ve gitmek zorunda olduğu yolu çok doğru tahlil eden ve çözümü de ortaya koyan devrimci ve milli bir programdır.

Bugün AK Parti iktidarının sürdürmekte direttiği ekonomik program, özelleştirmelerle, sıcak para peşinde koşmalarla, borçlanmalarla rantçının, borsa vurguncularının, emek sömürücülerinin önünü açmış, üreticiyi baş belası ilan etmiş, üretimi gereksiz görmüş, üretmek yerine dışarıdan daha ucuz ürün almayı hedef olarak belirlemiş bir sistemdir.

Vatan Partisi’nin Üretim Devrimi programında üretici baş tacıdır.

Bu programda sanayici, esnaf, işçi, köylü kapitalizme ve uluslararası büyük sermayeye karşı korunur, yerli üretim ithal mallar karşısında değersizleştirilmez. 1980 sonrası ne oldu Türkiye’de?

Türkiye aslında ekonomik olarak teslim alınarak dışa bağımlı hale getirildi.

Bu dışa bağımlılığın yolu da Türkiye’nin kalelerinin zapt edilmesi, surlarının yıkılmasından geçiyordu.

Bunun için de her biri bir kale olan fabrikalarımız özelleştirme yalanıyla yok edildi.

Ülkeye eşkıya dadanmasın diye yerli üretimi koruyan gümrük vergileri indirildi yani surlarda gedik açıldı, böylece yabancı mallar çarşımızı pazarımızı istila etti.

Tarımda KİT’ler çok önemliydi çünkü ilaç, gübre, tohum gibi girdileri, traktör, mibzer, pulluk, gibi tarım aletlerini çiftçiye ucuz şekilde sunabiliyordu.

Ürettiği buğday, arpa, şeker pancarı, et, süt gibi malları da çiftçiden uygun bir para karşılığında satın alıyordu.

Yani çiftçi üretirken de ürününü pazarlarken de devleti yanında görüyordu.

KİT’LER YENİDEN HAYATA GEÇECEK İşte Üretim Devrimi programımızla birlikte çiftçi yeniden devleti yanında görecek.

Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Tekel, Yem Sanayii, Gübre Sanayii gibi kapatılan veya özelleştirilen kurumlar yeniden hayata geçirilecek.

Halen hayatta olan kurumlardan olan TMO gibi kurumlar ise mevcut duruma uygun bir şekilde kapasitesi artırılacak ve çiftçinin ihtiyacına cevap verebilecek hale getirilecek.

Üretimi önceleyen “Üretim Devrimi Programı” doğal olarak üretimin önündeki bütün zorlukları yıkacak.

Anadolu’yu suyla buluşturacak bütün projeleri tamamlayacak ve çiftçilerimiz bugün ürettiğinin çok daha fazlasını üretir hale gelecek.

Türkiye bugün Üretim Devrimi’ne gitmektedir çünkü başka yol yoktur.

Bu devrimin programı da Vatan Partisi’ndedir.

İlgili Sitenin Haberleri