Haber Detayı

Kansu’nun kuşu Kahire’de neden başımıza etti
Latif bolat aydinlik.com.tr
28/12/2025 00:00 (7 saat önce)

Kansu’nun kuşu Kahire’de neden başımıza etti

Kansu’nun kuşu Kahire’de neden başımıza etti

Bu başlıkta bilinmeyen maddeler mevcut elbette.

Birincisi Kansu kimdir ya da ne olabilir?

İkincisi, neden Kahire’de geçmekte bu olay?

Üçüncüsü ise, bu kuş nasıl bir kuş ki, durup dururken başımıza etsin?

Hemen açıklayalım tüm bunları da olayın ilginçliği ve ağırlığı belli olabilsin.

Bu yazımızı, Mısır’ın başkenti Kahire’nin ortasından, bizim Boğaziçi gibi salınarak geçen Nil nehrinin kıyısındaki bir kafede yazmaktayız.

Nil’siz, bırakın Kahire’yi, tüm Mısır ülkesini bile düşünmek imkânsız olur.

Akdeniz’den Afrika’nın orta taraflarına kadar uzanan bu muhteşem anıt-nehir, firavunlardan bu yana hem geçtiği her yere hayat vermiş, hem de tüm olan bitene şahitlik etmiş bir akan okyanus sanki.

Aslında dikkatle bakıp iyice dinlerseniz, sanki artık ne kadar yorulduğunu anlatmasını da duyabilirsiniz.

Nil’in kıyısındaki Kahire’ye, bir Türk-Mısır konseri için gelmiştik.

Şehrin en muhteşem mekanlarından biri olan 500 senelik Kansu Gauri Kümbetindeki salonda olacaktı konserimiz.

Elbette, Memlükler’in sondan ikinci Sultanı olan Kansu’nun, saray gibi olan külliyesinde vereceğimiz bu konser için çok heyecanlıydık.

Çünkü, adından da anlayabileceğiniz gibi, kendisi de has bir Türk olan bu kuvvetli Sultana, memleketimiz Türkiye’den selam ve saygı getirmek gibi bir niyetimiz de vardı.

Balkanlardaki Türk varlığından geriye kalan hatıralara duyduğumuz ilginin aynısını, Mısır’ın tarihinde çok önemli yer tutan Memluk dönemine de duymaktaydık.

KANSU ADI KAN VE SU MUDUR?

Eşref Kansu, daha genç bir delikanlı iken, o dönemin Memluk Sultanı Kayıtbay tarafından Kafkaslardan Mısıra getirilip, Kahire’deki Ghuri askeri akademisinde eğitilmişti.

O nedenle de adı Kansu Ghuri olarak anıldı bundan sonra.

Haçlıları ve Cengiz Han’ın Moğollarını Orta Doğu’dan söküp atan Sultan Baybars gibi Türk soyundan olan Kansu, zamanının en yetenekli yöneticilerindendi.

Bizim içinde konser yapacağımız külliyeyi de vefat ettiği zaman gömüleceği bir ruhani merkez olarak inşa ettirmişti ama kısmet olmayacaktı burada gömülmeye.

Şimdi Kahire’nin en göbeğinde kalan bu merkez, medresesi, camileri, yatırları ve toplantı salonları ile İslam mimarisinin en özgün örneklerinden biri olarak hala gönüllere hitap etmekte.

Kansu, 1501 ile 1516 arasında Sultanlık ettiği Memluk devletinin başında, Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim’i Suriye’nin kuzeyindeki Mercidabık civarlarında ordusu ile karşılamıştı.

Elinde kılıç, savaş alanında savaşan bu komutan, Memluk ordusundaki Türk komutanlardan Canbirdi Gazali ile Hayırbey’in Osmanlı tarafına geçmesi sonucunda yenilmiş ve savaş sonunda Selim tarafından başı kesilerek öldürülmüştü.

Kansu’nun yerine geçen bir başka Türk Sultanı Tumanbay da altı ay sonra Osmanlılar Kahire’ye girdiğinde, Kahire’nin ortasında asılarak idam edilecekti.

Selim’in sadece bir sene sonra 1517’de Türk Safevi Sultanı Şah İsmail’i de yenerek, Türk’ün Türk’e karşı savaşları yüzyılını yaratmasını hiç anlayamamışızdır.

Halbuki Osmanlının hem Batıda hem de kuzeyde genişleyeceği bin bir türlü toprak ve ülkeler bulunmaktaydı o zamanlarda.

Tarih böylesine açıklaması zor durumların toplamından ibarettir diyeceği geliyor insanın.

KANSU’NUN LANETİ, KUŞUN KAKASI MIYDI?

Bu kısa ama kanlı tarih özetinden sonra, başlıktaki Kansu’nun kuşuna gelelim.

Konserimizden sadece bir gün önce, Kansu’nun o güzel sarayının salonunda konser provası için toplanmıştık.

Ben de sahnedeki tahta benzeyen koltuklardan birine oturup, çok etkilenmiş bir halde etrafa bakmaktaydım.

Ve Yavuz Sultan Selim’in de Mercidabık zaferinden sonra buraya geldiği ve bizim gibi gördüğü muhteşemlikten etkilendiğini düşünüp Selim olarak şöyle söyledim, hem de yüksek sesle. “Ey Kansu, bak ben geldim ve tüm emeklerinle yaptığın bu mekân artık bizim oldu!” Daha bu cümleyi bitirir bitirmez, başıma “şıp” diye sıcak bir şey damladı ve gözlüğümün camından da aşağıya süzülüp, siyah renkli pantolonumun dizine bembeyaz bir leke halinde kondu.

Sarayın yüksek tavanında yuva yapmış bir kuş, sanki Kansu’nun avukatıymış da bizim Türkçe söylediğimiz o cümleye cevap verircesine “al bakalım” diye bizim başımıza nişan alıp, kakasını yollamış ve tam da en uygun yere isabet ettirmişti.

Böylece Kansu Ghavri’nın 509 sene önce Mercidabık’taki savaş meydanında, başını kesip Selim’e götürecek olan cellada ettiği lanet, bir anlamda bizi bulmuş gibiydi.

TÜRK MÜZİK PİYASASI SERBEST PAZAR Ama sadece iki saat sonra, Kansu’nun lanetinin daha sona ermediğini anlayacaktık.

Konserde birlikte çalacağımız Mısırlı müzisyen arkadaşımız Muhammed’e gelen bir mesajda, Mısır Müzisyenler Sendikasının, yabancı müzisyen olduğumuz için bizden yaklaşık 200 dolara denk düşen bir miktar istendiği ve bunu da zamanında ödemediğimiz için, ertesi günkü konserde Türk tarafı olarak bizim sahneye çıkamayacağımız belirtiliyordu.

Yani Kansu’nun kuşu başımıza ederken, Müzisyenler sendikası da son vuruşu yapıp, Selim’in soyundan birinin, Kahire’nin göbeğinde Yunus Emre, Rumi ve Niyazi Mısri’nin şiirlerinin ve onlardan yapılan bestelerin söylenmesini, biraz da gizemli bir şekilde engellemiş oldular.

KAHİRE DUVARLARINDA ÖZTÜRK İSİMLERİ Kahire’nin tarihi bölgesinde, her köşebaşında Türk varlığının buradaki önemini ifade eden muhteşem yapıları ziyaret edince, Saraybosna, Manastır ve Deliormanlar’daki ziyaretlerde duyduğumuz aynı burukluğu yaşadık.

Eserlerin üzerindeki tabelalarda kendi adımız olan Latif’ten bile çok daha Türkçe olan Kayıtbay, Baybars, Kadıbey, Tumanbay, Aybak, Kutuz, Barkuk, Salamış, Kalavun, Kıtboğa, Laçin, Barsbay, Çakmak, İnal, Bilbay, Timurboğa, Canbolat ve diğerlerini görünce, Kahire’nin İstanbul’dan bile daha fazla Türk varlığı taşıdığını düşünmeye başladık desek yalan olmaz.

Mülkiye’de tarih ve siyaset okumuş olan benim bile, Memlükler ve hatta Safaviler hakkında hemen hiçbir şey bilemememin sebebi, Türkiye’deki “bizmerkezci” ve sahte-yetersiz milliyetçilik mi acaba?

Kahire’den başlayıp güneydeki Asyut’a kadar her yerde, beni sürekli Sultan Abdülhamit’e benzetmeleri de Türklerin buralardaki kredisini göstermesi bakımından çok ilginç geldi.

Mısırlıların Türk TV dizilerini, özellikle de tarihi dizileri sevmelerinin bir sonucu belki de bu benzetme.

Velhasıl, dünyadaki Türk varlığını sürekli dile getirenlere, Kahire’deki taksi şoförünün “biz de Türk’üz, soyadımız Kadibey” dediğini hatırlatıp Kansu’nun laneti hikayemizi burada bitirelim.

İlgili Sitenin Haberleri