Haber Detayı

Çağdaş Sanatın Sahtekârlığı - 3 Küratöryal güç ve yıkıcı ittifak
Cemil gözel aydinlik.com.tr
02/11/2025 11:09 (1 ay önce)

Çağdaş Sanatın Sahtekârlığı - 3 Küratöryal güç ve yıkıcı ittifak

Çağdaş Sanatın Sahtekârlığı - 3 Küratöryal güç ve yıkıcı ittifak

“Küratörün söylemi piyasanın söylemidir, küratör bir satıcıdır.

Ürün, yani sanatçı değişebilir; satıcı ise sabittir.”A.

Lesper Kavramsal sanatın yükselişiyle, bir diğer ifadeyle, “sanatın retorik ve teorik bir spekülasyona dönüştürülüp söylemsel bir yapıya indirgenmesiyle” birlikte, sanatçının önünde konumlandı küratör.

Özellikle 1990’lardan itibaren, küratör yalnızca seçen değil, anlatıyı kuran, hatta eserin anlamını tescilleyen bir otorite.

Sanatçının üretimi ise, böyle bir iklimde, küratöryal senaryonun ham maddesidir.

Bu durum, düşünsel bir rehberlik değil elbette; piyasanın söylemsel altyapısının büyülü bir kurgusudur.

Öyleyse küratörlük, sanatın ekonomik dolaşımını düzenleyen bir editörlük makamıdır artık.

SANAT ESERİN DEĞERİ Sergilenen bir sanat eseri, her şeyden önce, estetik bir değere dayanmalıdır.

Çünkü değer görenin, duyulara hitap eden bir dünyasının olması beklenir.

Bu, ideal bir güzellikten beslendiği gibi, çirkinin ve rahatsız edicinin estetikleştirilmesinden de beslenebilir.

Ama muhakkak estetik bir değerle beslenmelidir.

Eserin, ayrıca, toplumsal ve kültürel/tarihsel değerleri vardır.

Çünkü bir eser, kendine içkin döngüsünden çok toplumla kurduğu ilişkide anlamlıdır.

Değil mi ki sergileme, eserin kamusal alana taşınması, tartışmaya açılması, paylaşıma sokulmasıdır.

Bir bakıma toplumsallaşmasıdır, bu.

Onun için hafızasına işlenir kültürün.

Sergilendiği anda eser, nesne olmaktan çıkar; düğümüdür artık bir ağın.

O ağın içinde sanat, toplumun kendine tuttuğu aynanıntozunu alır, yeri gelince o aynadan başka bir şey yaratır.Modern sanatta bir işin sergilenmesi, estetik değerinde değildir artık; doğru ilişkilere, doğru fonlara, doğru metinlere bağlılığındadır.

Küratör ise bu ilişkide, sanatın epistemolojisini değil, dolaşımını belirleyen bir aracıdır.

Lesper’in “dogma” dediği şey buradadır işte, bu doğrultuda hayat bulmaktadır: Küratörün gücü her şeyin üstündedir.

Bir tanrıdır âdeta o, kurumsal meşruiyetle tartışılmaz bir statü yaratmıştır: Sergiye alınmayan eser, var olmamış sayılır; katalogda yer almayan sanatçı, yoktur, hiç olmamıştır.

KÜRATÖRYAL HÜKÜMRANLIK Neoliberal kültür ekonomisinin “ağ” mantığı, en sistematik biçimde, modern sanatta da var.

Artık kamusal alanın değil, ilişki ağlarının iç işidir sanat.

Kavramın otoritesiyle başlayan süreç, küratöryal retoriğin kurumsal tekelinde tamamlanmış, her şey metinleşmiş, her şey “konsept”leşmiştir.

Metinleşme, salt söylemsel bir dönüşüm de değildir üstelik; metalaşmayı mümkün kılan semantik bir zemindir.

Çağdaş sanatın retoriği hem piyasada üretilmiş hem piyasaca benimsenmiş, böylece kavramsal meşruiyet, bahanesi olmuştur fiyatlandırmanın.

Bu, dönüşümüdür sanatın.

Sanat, yavaşça çıkmıştır, kamusal bir eleştiri alanı olmaktan ve piyasanın soyut ve kapalı devreli ilişkiler ağına eklemlenmiştir.

Hâlâ kamusal mekânlarda görünmesi kamunun değerleri ya da ortak eleştirel bilinçten değildir; ilişkilerin, prestijin ve sermayenin dolaşım kurallarındandır.Neoliberalizm, üretimden değil dolaşımdan türetir değeri.

Yani sanat eserinin anlamı, artık estetik niteliklerinden çok, nerede, kiminle, hangi ilişki kümesinin içinde göründüğüne bağlıdır.

Bir sanatçının önemli sayılması, temsil edildiği galerinin marka değeriyle, davet edildiği bienalin finansörüyle, metnini yazan küratörün küresel etkisiyle ölçülür.

Bir parantez açmalıyım.

Lesper bu konuya dair çarpıcı bir örnek veriyor: 2007 yılında, Venedik Bienali’nin sorumlu küratörüne eserleri sergilenecek sanatçıların kimler olduğu sorulduğunda şu cevabı veriyor: “Sanatın başlıca sorunlarından biri isim fetişizmi.

Ben isimleri bir araya getirebilecek projelere öncelik vermeyi amaçlıyorum, dolayısıyla belirlediğim prensiplere uyacak sanatçılar seçtim.” Parantezi kapatabiliriz.

Küratör burada bir çeşit “değer aracısı” haline gelmiştir.

Nasıl ki finans piyasalarında analistler ve yatırım fonları, varlıklara atfettikleri söylemle fiyatları biçimlendiriyor; çağdaş sanat sahnesinde de küratör, eserle piyasa arasında fiyatı ve anlamı kuruyor.

Yine de tarihin hiçbir dogması mutlak değildir; sanat, kimi anlarda tam da bu kurumsal tahakkümü yırtarak yeni biçimler üretmiştir.

Bu ihtimal, dogmayı hep huzursuz edecektir.

ELEŞTİRİNİN KRİZİ Küratöryal güçten yıkıcı bir ittifakın doğduğunu yazmıştım.

Burada iki yönlü bir yıkımdan söz etmek mümkün: Bir yanda sanatçının özerkliği, diğer yanda eleştirmenin işlevi…Tablo şudur: Eleştirmen, küratör metinlerinin sözcüsü; sanatçı, bu metinlerin malzeme üreticisi.

Bu tablodan doğan üçüncü bir yıkım daha var öyleyse: Kamusal alan…Çünkü artık eleştiri “içeriden” yapılmak zorundadır: Aynı fonlardan beslenen, aynı kurumlarda sergilenen, aynı dille konuşan bir iç eleştiri kılıç kuşanmıştır.

Aslında eleştirinin görünür biçimde varlığını sürdürdüğü iddia edilebilir, ne diyelim, doğrudur; ama özünde yoktur.

Çünkü eleştiri, risk almadan olamaz.

Risk yoksa, eleştiri yalnızca protokol metnidir.

Ve bırakalım risk almayı, eleştirmenin söylemi, eleştirdiği şeyin içindendir.

Fonlar, kurumlar ve ekonomik ilişkiler hem tanımlar hem sınırlar eleştirmenin konumunu.

Çünkü radikal bir itiraz, o mahallenin dışına düşme tehlikesi taşır; dolayısıyla söylenen her söz, sistemin özüne zarar vermeyecek şekilde ehlileştirilir.

Eleştiri görünürde sürer, evet,kitaplar yayımlanır, metinler yazılır, paneller yapılır; ama hepsi aynı kapalı döngüde dolaşır.

Bu yüzden eleştirinin cesareti törpülenir; hakikati söylemek yerine, sistemin söyleyebileceği hakikat dile getirilir.

Bu bir kurgudur: Eleştirinin bağımsızlığının kurgusu.

Böylece eleştirmen, eleştirdiği yapıyı görünürde sorgular, özünde onun meşruiyet ağını yeniden üretir. ‘PROJE’ ÇAĞI Küratöryel gücün piyasa ile yıkıcı ittifakı, sanatın maddi temellerini de dönüştürmüştür.

Üretim süreçleri artık proje dosyalarında başlar, atölyelerde değil.

Estetik kararlar, bütçe kalemleriyle, sponsor anlaşmalarıyla belirlenir.

Çoğu zaman aynı finansal damarların uzantısıdır, bağımsız sanılan sergiler bile.

Öyleyse mesele sanatsal olmanın ötesindedir artık; ekonomik bir yeniden yapılanmadır mesele.Sonuç olarak, kavramın otoritesi nasıl sanatın iç mantığını çürüttüyse, küratöryel güç de onun kurumsal mantığını çürütüyor: Yani çürüme hem içeride hem dışarıda eşzamanlıdır.

Kavram otoritesi eseri, küratöryal güç sanatçıyı görünmez kılıyor.

Sanat böylece hem estetik hem kurumsal düzeyde temsilciler aracılığıyla yaşıyor; bir tür ikinci el eşyaya dönüşüyor.Sanatın kendisi değil, sanat üzerine kurulan söylem artık aslîdir.

İlgili Sitenin Haberleri