Haber Detayı
Ahmet Hakan’lara açık mektup
Ahmet Hakan’lara açık mektup
Daha geçen hafta röportajını yaptık, kadına yönelik şiddetin medyada nasıl temsil edilmesi gerektiğinden bahsettik.
Ondan önceki hafta, “Yeni yayın, yeni anlayış dönemi olsun” dedik, medyadan dileğimizi anlattık.
Ondan önce başka bir yazıda, “Kadına haberci şiddeti” başlığıyla şiddet haberlerinde kullanılan dilin önemine dikkat çektik.
Ondan önce, “Kadına şiddeti sistem üretiyor” başlıklı yazıda medyanın sorumluluğunu işledik.
Bir başka yazıda “İşin suyu çıktı” başlığını kullandık, iğneyi yayıncıya, çuvaldızı seyirciye batırdık.
Bütün bunları burada sadece son 6-7 ayda yazdık.
Kadına yönelik şiddette medyanın sorumluluğuna köşemizi adeta vakfettik.
Ama maalesef bir arpa boyu yol alındığını göremedik.
TELEVİZYON MAHKEMELERİ ‘PRIME TIME’A TAŞINDI Bu serzeniş girişini neden yaptık?
Çünkü artık canımıza tak etti.
Gündüz kuşağı programlarında görmeye alışık olduğumuz türden bir televizyon mahkemesiyle bu kez “prime time”da karşılaştık.
Hem de ne karşılaşma!
CNN Türk’ün 16 Ekim 2025 tarihli Tarafsız Bölge programında “kadına yönelik şiddet” başlığıyla açılan tartışmada, sunucu Ahmet Hakan, bir adli tıp uzmanı, bir eski polis, tartışmacı konuklar Abdulkadir Selvi, Hakan Bayrakçı, Zafer Şahin, İsmail Dükel’in yaptıkları “sternal ve vajinal” muhabbet karşısında donduk kaldık.
İsimleri özellikle sayıyorum ki vahamet iyi anlaşılsın.
Türk medyasının kıdem, ustalık, etki, yetki bakımından zirvesindekiler böyle yapıyorsa diğerleri ne yapmaz düşünülsün.
HABERCİLİKTE DİL BU OLAMAZ!
Tartışmanın odağında polisiye/adli bir olay ve haberi bulunuyor.
Olayın öznesinde geçen sene Van’da kaybolan, ardından Van Gölü kıyısında hayatını kaybetmiş halde bulunan bir genç kız var.
Ölüm sebebi ortaya çıkmamış; kaza, cinayet, intihar seçenekleri soruşturuluyor.
Konuyu dağıtmamak için olayın kendisine değinmiyorum.
Ama sunuluş ve tartışılma şeklini, habercilik dilini çok çarpıcı ve olumsuz örnek olarak mahkûm etmek istiyorum.
Haberdeki genç kızın bir ailesi ve yakınları var.
Ailenin acıları henüz çok taze, olay daha çözümlenmemiş.
Bunlara rağmen kızın adı, resmi, ailesi, adresi çekinilmeden ifşa ediliyor.
Başından geçmiş olabilecekler her türlü spekülasyona açık şekilde ve arsızca ortaya dökülüyor.
Adli Tıp Kurumu’nun raporundan alınan bir “mahrem” cümle, bütün yayıncılık ilkeleri, etik ilkeler, ahlaki değerler çiğnenerek en başa yazılıyor.
Yetmiyor, bu cümle üzerinde tepinilerek genç kızın, ölmüş bir insanın haysiyeti, mahremiyeti, onuru hunharca çiğneniyor.
Kadının vajina ve göğüs bölgesi üzerinde yoğunlaşan tartışmayla reyting avcılığı yapılıyor.
Bu çeşit habercilik diliyle genç kız ve ailesi hiçe sayılıyor.
Kadın aşağılanıyor.
Reyting uğruna insan onuru feda ediliyor.
SUÇ İŞLENİYOR Hukukun genel kurallarında soruşturmanın gizliliği ilkesi vardır.
Hukukçu değilim ama bu tartışmalar gizliliğin ihlali anlamına da gelir.
TCK’nın 285.
Maddesi gizlilik ihlalini suç olarak görür ve cezalandırır.
Hep söyledik, bir daha söylüyoruz.
Haberi parlatmak için sansasyonel dil kullanmak, mağduru öne çıkarmak, hiçe saymak, aşağılamak, mağdurun başına gelen kötü olayı romantize etmek, mahremiyetini ihlal etmek yanlıştır.
Üstelik bunları bütün detaylarıyla, köpürte köpürte, üstünde tepine tepine işlemek hem mağdura hem yakınlarına hem topluma şiddeti ve acıları tekrar tekrar yaşatmaktır.
Şiddeti normalleştirmektir, sapkınlığı reklam etmektir.
Bunların ne yayın ilkelerine ne toplum vicdanına ne adalet duygusuna sığar yanı vardır.
Medyanın kullandığı dil toplumun şiddete bakışını doğrudan etkilemektedir.
Şiddeti sıradanlaştıran değil, önlemeye katkı sunan bir yaklaşım benimsendiği ölçüde sorunla mücadele edilebilir.
Dili değiştirmek şiddetsiz toplum için çabalamanın ön koşuludur ve bunun için başta medya, hepimizin sorumluluğu büyüktür.