Haber Detayı

Afrika’da maskeli balo bitti! Kaynak savaşları ve emperyalizmin yeni yüzü
Gündem aydinlik.com.tr
25/12/2025 00:00 (1 gün önce)

Afrika’da maskeli balo bitti! Kaynak savaşları ve emperyalizmin yeni yüzü

Türkiye’ye düşen görev ne NATO’nun bölgedeki jandarması olmak ne de başkalarının vagonu olmaktır. Türkiye, tam bağımsızlıkçı karakterine yaraşır bir şekilde, Afrika halklarının ‘Kuvayi Milliye’si sayılabilecek bu egemenlik mücadelesine omuz vermelidir.

Kuzey Afrika’nın stratejik başkenti Rabat’tan Sahra’nın güneyine, o kavurucu sıcaklığın hüküm sürdüğü Sahel kuşağına (Mali, Nijer, Burkina Faso) baktığımızda, Batı medyasının cilalı manşetlerinin ardındaki çirkin hakikati tüm çıplaklığıyla görmekteyiz.

Paris, Londra ve Washington merkezli ana akım medya, bölgedeki çalkantıları ısrarla “demokrasi krizi”, “yönetim zafiyeti” yahut “radikal İslamcı terör” parantezine sıkıştırarak sunma gayretindedir.

Oysa sahadaki gerçeklik, bu steril tanımlamaların çok ötesindedir.

Bugün Afrika’da tanıklık ettiğimiz süreç, 19. yüzyıldaki “Afrika Talanı”nın 21. yüzyıl teknolojisi ve metotlarıyla sahneye konulan modern, lakin bir o kadar da vahşi bir versiyonudur.

Mesele ne demokrasi ne de insan haklarıdır.

Mesele, küresel kapitalizmin çarklarını döndüren stratejik hammaddelerin kimin kontrolünde olacağı kavgasıdır.

Sanayi Devrimi’nden bu yana Batı’nın refahı, Küresel Güney’in, bilhassa Afrika’nın kanı ve teri üzerine inşa edilmiştir.

Bugün değişen tek şey sömürge valilerinin yerini çok uluslu şirketlerin CEO’larının, misyonerlerin yerini ise “demokrasi ihracı” adı altında faaliyet gösteren Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) ve istihbarat aparatlarının almış olmasıdır.

YEŞİL ENERJİNİN ‘KARA’ YÜZÜ Batı dünyasının dillerden düşürmediği o meşhur “Yeşil Dönüşüm” ve “Temiz Enerji” projeleri, paradoksal bir biçimde Afrika’yı daha da kirleten ve kana bulayan bir süreci tetiklemiştir.

Elektrikli araçlar, rüzgâr türbinleri ve nükleer santraller için hayati önem taşıyan lityum, kobalt, uranyum ve nadir toprak elementleri, ne hikmetse dünyanın en istikrarsızlaştırılan bölgelerinde bulunmaktadır.

Nijer örneği, bu emperyalist paradoksun en somut ispatıdır.

Fransa’daki 58 nükleer reaktör, ülkenin elektrik ihtiyacının kahir ekseriyetini karşılarken, bu reaktörlerin yakıtı olan uranyumun çıkarıldığı Nijer’de halkın yüzde 80’i elektriğe erişimden yoksundur.

Fransa’nın ışıkları yanarken Nijer’in karanlığa mahkûm edilmesi, “Kazan-Kazan” ilkesinin yok sayıldığı, tek taraflı bir sömürü düzeninin, yani “Vahşi Kapitalizm”in ta kendisidir.

Sahel’deki askeri darbeler ve Batı karşıtı ayaklanmalar, işte bu adaletsiz paylaşıma duyulan sınıfsal ve ulusal bir öfkenin patlamasıdır.

Afrikalı artık madeninin bekçisi değil, sahibi olmak istemektedir.

TERÖR BİR ‘SONUÇ’ MU YOKSA EMPERYALİST BİR ‘APARAT’ MI?

Türkiye’de kamuoyunun dikkat etmesi gereken en kritik husus, bölgedeki terör olgusunun jeopolitik işlevidir.

El-Kaide ve IŞİD türevi örgütlerin, tam da zengin maden yataklarının bulunduğu veya enerji nakil hatlarının geçeceği güzergahlarda mantar gibi türemesi, tesadüfle izah edilemeyecek bir durumdur.

Bu örgütler, bölgeyi istikrarsızlaştırarak dış müdahaleye meşruiyet zemini hazırlayan, ulus-devletlerin otoritesini parçalayarak “kontrol edilebilir kaos” yaratan birer “vekalet savaşı aparatı” olarak kullanılmaktadır.

Yıllarca bölgede “terörle mücadele” adı altında konuşlanan Fransız Barkhane Operasyonu güçleri veya Amerikan askerleri, terörü bitirmek bir yana, terörün daha da yayılmasına neden olmuştur.

Zira emperyalizm için terör, bitirilmesi gereken bir düşman olmaktan ziyade bölgedeki askeri varlığını sürdürmesini sağlayan kullanışlı bir enstrümandır.

Batı’nın “böl-yönet” stratejisi, etnik ve dini fay hatlarını kaşıyarak ulusal bütünlüğü hedef almakta, böylece zayıflayan devletler, çok uluslu şirketlerin yağmasına açık hale gelmektedir.

ÇOK KUTUPLU DÜNYADA TAM BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ Batı’nın bölgeden tasfiye edilmesi, şüphesiz ki tarihin akışı içinde önemli bir kırılmadır.

Ancak bu süreç, Afrika’nın sadece ittifak değiştirmesiyle değil, tam bağımsızlığa kavuşmasıyla taçlanmalıdır.

Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin bölgeye artan ilgisi, Batı hegemonyasını kırmak ve tek kutuplu dayatmayı sonlandırmak adına önemli bir denge unsuru olsa da Afrika devletleri için aslolan kendi milli kapasitelerini inşa etmektir.

Sahel ülkeleri, bir emperyalist bloktan kaçarken başka bir güce tamamen yaslanmak yerine, kendi öz kaynaklarına dayanan “Milli Demokratik” devrimlerini tamamlamalıdır.

Dolayısıyla, Sahel’deki “anti-kolonyal” çıkışın, kalıcı bir egemenliğe evrilmesi için ulusalcı, kamucu ve tam bağımsızlıkçı bir ekonomik modelin inşası şarttır.

Aksi takdirde, sömürenin adı değişse bile sömürülme riski baki kalacaktır.

ATATÜRK TÜRKİYESİ’NİN FARKI İşte tam bu “kurtlar sofrası”nda, Türkiye Cumhuriyeti’nin duruşu ve misyonu, tarihsel bir önem arz etmektedir.

Türkiye, Afrika’ya giderken ne Batı gibi “beyaz adamın kibriyle” ne de hegemonik bir hevesle hareket etmektedir.

Türkiye’nin referansı, emperyalizme karşı verilmiş ilk ve en büyük Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk’ün “Mazlum Milletler” vizyonudur. 1920’lerde Anadolu’da yakılan bağımsızlık ateşi, o dönem sömürge altındaki tüm Asya ve Afrika halklarına nasıl ilham verdiyse, bugün de Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” çıkışı, küresel oligarşiye karşı aynı başkaldırıyı temsil etmektedir.

Türkiye’nin Sahel’deki varlığı, sömürgeciliğe karşı bir “denge unsuru” ve “üçüncü yol” seçeneğidir.

Türk savunma sanayiinin bölge ülkelerine sağladığı imkânlar, onları Batı’nın silah ambargolarına ve siyasi şantajlarına karşı koruyan bir egemenlik kalkanıdır.

Ankara’nın politikası, bölge devletlerinin “ulusal kapasitelerini” artırmak üzerine kuruludur.

Türkiye, Afrika ülkelerinin kendi kaynaklarını kendilerinin işlettiği, kendi güvenliklerini kendilerinin sağladığı, laik ve ulusal bir devlet yapısına kavuşmasını desteklemelidir.

Zira ancak ulusal bilince sahip, kurumları güçlü devletler emperyalizme direnebilir.

ULUSAL ÇIKAR VE JEOPOLİTİK REALİZM Elbette Türkiye’nin bu gayretleri, sadece bir hayırseverlik faaliyeti ile izah edilemez.

Bu, en başta kendi milli menfaatlerimizin ve ulusal güvenliğimizin bir gereğidir.

Doğu Akdeniz’de sıkıştırılmaya çalışılan Türkiye, stratejik derinliğini Afrika’ya kadar genişleterek, kendisine dayatılan sınırları (Sevr haritasının modern versiyonlarını) yırtıp atmaktadır.

Afrika ile kurulan ekonomik ve askeri iş birlikleri, Türk sanayicisinin hammaddeye erişimini güvence altına almakta, ihracat pazarlarımızı çeşitlendirmekte ve diplomatik manevra alanımızı genişletmektedir.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus; Türkiye’nin bölgedeki tarikat/cemaat yapıları veya istikrarsız gruplar üzerinden değil; doğrudan meşru devlet otoriteleri, ulusal ordular ve kurumsal yapılar üzerinden ilişki kurmasıdır.

Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi olan “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi, pasifist bir içe kapanmayı değil; bölgesel barışı ve istikrarı tehdit eden emperyalist müdahalelere karşı aktif ve caydırıcı bir diplomasiyi öngörür.

TARİHİN DOĞRU TARAFINDA DURMAK Sonuç olarak, Afrika kıtası uyanmaktadır.

Yüzyıllardır süren uyuşukluk, yerini ulusal bir direniş bilincine bırakmaktadır.

Emperyalist güçlerin çizdiği haritalar, dayattığı para birimleri ve atadığı kukla yönetimler birer birer tarihin çöp sepetine gitmektedir.

Bu süreçte Türkiye’ye düşen görev ne NATO’nun bölgedeki jandarması olmak ne de başkalarının vagonu olmaktır.

Türkiye, tam bağımsızlıkçı karakterine yaraşır bir şekilde, Afrika halklarının “Kuvayi Milliye”si sayılabilecek bu egemenlik mücadelesine omuz vermelidir.

Çünkü biliyoruz ki; emperyalizm yenilmeye mahkumdur ve “ezilen uluslar, zalimleri bir gün mutlaka mahv ve nabut edecektir.” Türkiye’nin Sahel’deki, Libya’daki ve tüm Afrika’daki varlığı, işte bu tarihsel zorunluluğun ve jeopolitik aklın bir tezahürüdür.

Satranç tahtasında hamle sırası artık mazlumlardadır.

İlgili Sitenin Haberleri