Haber Detayı
Devrimci CHP’de dönüşüm, hesaplaşma ve bugünkü CHP! Silahsız sosyalistler devrim yapabilir miydi?
Aydınlık’ta bu sayfada yayımlanan yazısında İbrahim Kasapoğlu, sosyalist hareketin devrimin önderliğini öznel hatalar sonucu Kemalistlere kaptırdığını söylüyor. Tarihsel gerçeklerden uzak bir iddia. Hangisinin Türkiye çapında örgütü vardı? Hangisi emperyalizme karşı, mücadele verebilirdi?
İbrahim Kasapoğlu’nun 25 Kasım Salı günü Aydınlık gazetesi ikinci sayfasında çıkan yazısı üzerine bu yazıyı kaleme aldım.
Yazı baştan sona tutarsız.
Kasapoğlu’nun Türk Aydınlarına atfettiği gibi, “maddeye değil, düşünceye, nesnelliğe değil, öznelliğe sahip ve bilimsel olmayan bir anlayışla” işlenmiş.
Söz konusu yazıdaki iddiaları tek tek ele alıp tarihsel gerçeklerle açıklayacağız.
Kasapoğlu şöyle diyor: “CHP ve onun Altı Ok programı Türk Devriminin ihtiyaçlarından doğmuştur. 1945’lere kadar 25-30 yıl, Türk halkının ihtiyaçlarına cevap veren devrimci bir süreç yaşamıştır.
Sonra kireçlenmiş, bozulmuş ve en sonunda gericileşmiştir.
İdeolojik açıdan baktığımızda CHP bilimsel sosyalist bir parti değil, demokratik devrimci bir partidir.
O açıdan programı da demokratik devrimle sınırlıdır.
Bu nedenle 1945’lerden sonra bocalaması ve giderek kireçlenmesi altında yatan gerçeklik de bu programatik sınırlılığıdır.
O dönemde Türkiye’nin toplumsal şartları bilimsel sosyalist bir partinin oluşmasına uygun muydu?
Tartışılması gereken soru budur… 1920’lerde işçi sınıfının yetersizliği ve cılızlığı bilimsel sosyalist bir partinin doğmasının maddi şartlarının oluşmadığı gerekçe gösteriliyorsa bu önemlidir ve tartışılmalıdır. “Ancak biz bu gerekçenin yanlış olduğu kanaatindeyiz.
Çünkü 1920’lerdeki işçi sınıfı yetersiz de olsa ülkede birçok sosyalist kişi ve örgütler mevcuttu.
Hatta diyebiliriz ki, sosyalist kişiler ve örgütler demokratik devrimci ve Kemalistlerden fazlaydı… 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Bandırma vapurunda 18 arkadaşı yer alıyordu.
Erzurum Kongresi’ne 57, Sivas Kongresi’ne 38 delege katılmıştı.
Ancak o dönemde birçok sosyalist örgüt kurulmuştur.
Türkiye Sosyalist Fırkası, Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası, Yeşil Ordu, Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Komünist Fırkası, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası Buradan da anlaşılıyor ki, Türk Devriminin önderliği işçi sınıfının veya sosyalist hareketin yokluğundan değil, bilakis ÖZNEL HATALARDAN KEMALİSTLERE KAPTIRILMIŞTIR.” Kasapoğlu’na hemen soralım.
CHP programı demokratik devrimle sınırlı olduğu için, ufku sınırlı olduğundan bocalayıp kireçlenmiş.
Peki Sovyetler Birliği Komünist Partisi, demokratik devrimle sınırlı değildi.
O neden, bocaladı, kireçlendi ve kapitalizme geri döndü?
Polonya Komünist Partisi ne oldu da Valesa’yla kapitalizme geri döndü?
Kasapoğlu’nun CHP ile ilgili bu değerlendirmeleri tarihsel gerçeklere, Kemalist devrim programına karşı duruşunu ortaya koymaktadır.
CHP’deki kireçlenme, geri dönüş süreçleri partinin programıyla ilgili değil, Batıcı İnönü kliğinin iş başına gelmesiyle başlamıştır.
Kasapoğlu’nun sözünü ettiği gibi CHP programı 1945’e kadar Türk halkının ihtiyaçlarına cevap veren bir program olarak uygulanmamıştır.
CHP programı Atatürk’ün ölümüne kadar uygulanabilmiş, İnönü’nün iş başına gelmesiyle bu programın ve bu programı yürüten kadroların tasfiye edilmesi, yerine Cumhuriyet düşmanı olan, meşrutiyetçi eski Terakkiperver Fırkası yöneticilerinin yeniden politikaya döndürülmesiyle vazgeçilmiştir.
İnönü, CHP’nin 1939 kurultayında, Atatürk’ün ve CHP’nin temel ilkelerinden oluşan, siyasette, ekonomide tam bağımsızlık ilkesini terk ederek Batı’ya yönelmiş, İngiliz ve Fransızlarla ittifak kurarak, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye önerdiği Alman faşizmine ve İngiliz, Fransız emperyalizmine karşı ittifak önerisini reddetmiştir.
Siyasi alanda, İngiliz ve Fransız emperyalistleriyle ittifak yapan İnönü ve ekibi, kültürel alanda da bu ittifaka uygun çalışmaları gündeme getirerek, İstanbul Üniversitesi’ne “Tanzimat’ın Yüzüncü Yılı Anması ve Sempozyumu” düzenleterek, Tanzimat’a övgüler getirdi.
İngiliz büyükelçi Stratfort Canning “Tanzimat İngiliz siyasetinin eseridir.” diyor.
İngiliz siyasetinin eseri olan Tanzimat’a övgüler düzen, yücelten İnönü, CHP programını değil Tanzimat ilkelerini hayata getireceklerini ilan etti.
Tanzimat’la barışmak adına düzenlenen bu sempozyumla ilgili olarak 1940 yılında bastırılan kitap Milli Şef ve Reisicumhur İsmet İnönü’ye “Tanzimat’ın yüzüncü yıldönümünde Türk ilminin ve Maarifinin armağanıdır” adı altında sunuldu.
İnönü, Atatürk’ün sağlığında 1934 yılında Tanzimat’la ilgili görüşlerini şöyle ifade etmişti: “Türkiye ıslahat teşebbüslerinin devamı ve tekamülü değildir.
Yani Türkiye Cumhuriyeti, yeni kurulan Türkiye devleti Tanzimat’ın devamı değildir.
Tanzimat ile savaşarak o devrim yapılmış, o devlet kurulmuştur.” (Doğu Perinçek –Teori Dergisi sayı 373 Şubat 2021.
S.15) İnönü’nün Atatürk döneminde diğer konularda olduğu gibi Tanzimat konusunda da kendisini, gerçek görüşlerini sakladığını görüyoruz.
Bu politikalara uygun olarak Atatürk döneminde okutulan Tarih, Edebiyat, Ahlak kitapları 1939’dan itibaren okullardan kaldırıldı.
Yeni tarih, edebiyat, ahlak kitapları yazdırıldı.
İnönü’nün Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, 15-23 Şubat 1943 yılında düzenlenen İkinci Maarif Şûrası’nda bütün okullarda okutulan Tarih, Türk dili, Ahlak programları üzerinde durmuş, tarih kitabı yazacak yazarlardan ortaokul kitaplarının başlangıç bölümünde Türk tarihine ait konuların yer almasını, önemli bir kısmının Roma ve Yunan uygarlıklarına ayrılmasını istemiştir. (Dr.Seher Boykoy-Uludağ Üniv.Fen-Edeb.
Fak.
Tarih bölümü-1939-1945 Yılları arasında tarih programları ve tarih ders Kitapları incelemesi-2011- makaleler Cilt 12 sayı 21.
S-167-168-169-175) Atatürk döneminde birinci sınıflarda (Tarih kitaplarında) İnsanlık Tarihine Giriş, Büyük Türk Tarih ve Medeniyetlerine Genel Bir Bakış, Çin, Anayurtta En Eski Devletler, İskit Türk İmparatorluğu, Hint, Kalde-Asur, Mısır Medeniyetleri anlatılır, sonra da Anadolu’ya geçilirdi.
Atatürk’ün ölümünden sonra, 1939-1940 ve 1941’de İnönü-H.
Ali Yücel ekibi tarafından yazdırılan tarih kitaplarında ise Anadolu ile başlanmış Roma ve Yunan Medeniyetine geniş yer verilmiştir.
Böylece Atatürk döneminde izlenen Milli-Devrimci tarih anlayışı terk edilerek yeniden Avrupa merkezci Tanzimat dönemi tarih anlayışına dönüşün başlangıcı oluşturulmuş, medeniyetin, demokrasinin Yunan’la geldiği yolunda Avrupa’nın 1830’lardan sonra uydurduğu, tarihi gerçekleri örten Avrupa merkezli medeniyet anlayışına dönülmüştür.
BUGÜNE BAKARSAK DURUM NEDİR?
Bugün bu anlayış CHP tarafından sürdürülmektedir.
CHP’nin 39.
Kurultayı’nda konuşan Namık Tan Yönümüzü doğru tespit etmek durumundayız.
Hem Batı’ya hem Doğu’ya dönemeyiz.
Biz Batı medeniyetinden yanayız.
Avrupa ile birlikteyiz, birlikte olacağız.
Avrupa Birliği’ne gireceğiz.” diyor.
Yönünü 1939 yılında yapılan 5.
Kurultay’da Batı’ya dönen CHP, o gün bugündür, Batıcılıkta ısrar etmekte, çeşitli Kurultaylarda bu konuda tartışmalar yapmakta, sonunda da yine Batıcı, liberal, bir parti olduğunu tüm Batı alemine kanıtlamak için çırpınmaktadır.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in İngiliz İşçi Partisi’ne sitem ederek “AKP’ye karşı bizi desteklemediniz ve bizi yalnız bıraktınız” sözleri, CHP’nin geldiği yeri göstermesi açısından önemlidir. 1939 5.
Kurultay’dan bu yana yapılan tüm kurultaylarda CHP Altı Ok’un gösterdiği yolda ve onu aşarak nasıl daha ileri bir toplumsal düzene kavuşulacağı konusunda hiç akıl yormamış, varsa yoksa “Batı’nın kapitalist düzenini onların himayesinde nasıl yürütebilirim” yolunda çalışmalar gerçekleştirmiştir. 1970’li yıllarda Ecevit’le yükselen “Ortanın solu”, “Halkçılık hareketi”, “Köy-Kent projeleri” dönemi de Avrupa’da ve tüm Batı’daki “refah devleti” dönemlerine denk düşen zamanlarda uygulanan politikaları oluşturmuştur.
Bugün Batı, Atlantik sistemi üretimden düşmüş, refah devleti günlerini geride bırakarak, gerileme dönemine girmiştir.
Asya’dan yükselen yeni kamucu medeniyet anlayışı, dünya üretiminde birinci konuma yükselmiş, devletlerin eşitliğine ve yönetim şekillerine karışmadan, üretimin artırılması ve yoksulluğun önlenmesinde büyük mesafeler kaydetmiştir.
Çin, 2021 yılında ülkedeki yoksulluğun önlenmesi ve 2049’da Sosyalist Devletin tamamen hakimiyetinin sağlanması programını uygulamaya koymuş, planlanandan bir yıl önce 2020 yılında ülkedeki yoksulluğu bitirdiğini tüm dünyaya ilan etmiştir.
Standart Chartered Bank Baş Ekonomisti Davit Man “Çin 850 milyon Çinli’yi yoksulluktan kurtararak, dünyadaki yoksulluk oranlarını düşürmüştür.” diyor.
Çin’in dünya ekonomik büyümesinin yüzde 35’lik payına sahip olduğunu belirten Davit Man, “bu ABD’nin üç katı” diyerek, ekonomik anlamda Çin ve Asya’nın ABD-Kanada ve AB ülkelerindeki üretimi katladığını ortaya koymaktadır.
Önümüzdeki dönemde, bir süper güç olan ABD güçten düşmekle birlikte, AB ülkelerini haraca bağlaması sonrası daha az zarar göreceği söylenebilir.
Ancak, doğal kaynakları bulunmayan, ABD baskıları sonrası (Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında) Rusya’dan aldığı ucuz doğal gaz ve akaryakıttan mahrum kaldığı için, Avrupa’nın kalkınması eksilerde seyretmektedir.
Yine AB ülkelerindeki, yaşlanma, üretim alanında bu bölgenin giderek gerilemesine neden olmaktadır.
AB yeni dönem teknolojileri alanında da geri kaldığı için önümüzdeki dönemde Çin ve ABD ile rekabet etme gücünü kaybetmiştir.
CHP, son 39.
Kurultayında AB’ye katılmayı stratejik olarak kabul etmiştir.
Tükenen, rekabet gücünü kaybeden, AB’ye katılmayı stratejik hedef olarak belirleyen CHP, yükselen Asya ile ittifak kurmak yerine tükenen ve dünya üretimindeki yeri giderek azalan AB ile birlikte olma stratejisiyle yok olma yolundaki hedefe doğru ilerleme kararıyla, tarihin akışının tersinde olmayı seçmiştir.
Türkiye, CHP’nin Batıcı siyasetlerini değil, tarihi gerçekleri esas alarak Asya ile ŞİÖ ile BRİCS ile ittifak kurarak 21.
Yüzyılın parlayan yıldız ülkelerinden biri olacak, Üretim Devrimini gerçekleştirerek, yarım kalan Atatürk Devrimini tamamlayacak, onu daha ileri aşamalara taşıyacaktır.
HİÇBİR POLİTİKA BİRDEN ORTAYA ÇIKMAZ 1938-1945 yılları arasında izlenen politikalar Türkiye’yi önce yalnızlaştırmış, sonra da ABD’nin kucağına itmiştir.
CHP’den sonra gelen DP iktidarı da aynı politikaları devam ettirmiştir.
Hiçbir tarihi, sosyal ve siyasal politika ve buna uygun düzenlemeler birden ortaya çıkmaz.
İnönü CHP’sinin 1938-1945 arasında izlediği politikalar, CHP programının değiştirilmesi, Altı Ok’un değiştirilmesi, kültürel alanda yeniden Batı’ya dönülmesi, siyasal alanda liberalizmin benimsenmesi, tam bağımsızlık ilkesinin terk edilmesi bu yedi yıl içinde uygulanan politikaların sonucunda oluşmuştur.
İnönü’nün İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kaldığını halen söyleyen birçok yazar çizeri bizzat İnönü yalanlıyor.
Türkiye’nin Batı alemi ile aynı safta olduğunu, tarafsız kalmanın mümkün olmadığını, tarafsız kalan ülkelerle coğrafi ve stratejik olarak Türkiye’nin esaslı farkının olduğunu belirterek, tarafsızlık konusundaki yanlış tefsir ve isnatları da reddettiğini belirtiyor.
İnönü, TBMM’de yaptığı konuşmada şunları söylüyor: “Biz İkinci Cihan Harbi’nin başından beri Türkiye’nin müdafaasını Batı alemi ile aynı safta görmüşüzdür.
İkinci Cihan Harbi’nden sonraki yeni şartlar altında da memleket müdafaasının Batı demokrasileri içinde kalmamız suretiyle mümkün olacağına inanmışızdır.
Hülasa bizim memleketin nötralist (tarafsız) bir politika takip etmesi tasavvur olunamaz.
Bu sözlerimle tarafsızlık bahsinde partimizin siyasetini açıkça belirttiğim kadar yanlış tefsir ve isnatları da esasında reddetmiş olduğumu sanıyorum. “Büyük bloklar arasında tarafsız politika takip ederek siyasi menfaat sağlama meylinde olan memleketlerden coğrafi ve stratejik olarak bizim esaslı bir farkımız vardır. “Menfaatleri korumak için muhtaç olduğumuz desteği Batı aleminde ve Amerika’da bulduk.
Bizim Batı camiasında yer almamızın, müdafaa mülahazaları dışında bir de fikri tarafı vardır.”(İsmet İnönü’nün TBMM’deki Konuşmaları- İkinci cilt.
S.290-291-1960 Mali Yılı Demokrat Parti Dışişleri Bakanlığı Bütçesi üzerine konuşmasından. 25 Şubat 1960) Şimdi 11 Kasım 1938’den başlayarak 1945’lere kadar izlenen politikaların seyrine bakalım: 11 Kasım 1938 günü Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, aynı gün Başbakan Celal Bayar’ı çağırarak “yeni hükümette Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya yer almayacak, yerlerine İçişleri Bakanı olarak Dr.
Refik Saydam, Dışişleri Bakanı olarak Şükrü Saraçoğlu’nu alacaksın.” der.
Uzatmayayım bir müddet sonda Saffet Arıkan (Köy Enstitüleri’nin kurucusu olan bakan-ZM) Maarif’ten hastalık sebebiyle, Şakir Kesebir zahiren hastalık nedeniyle Ticaret Bakanlığından çektirildi.
Ardından Meclis Başkanı Kazım Özalp’ın istifası gerçekleştirildi. (İsmet İnönü-Defterler Cilt 1.
S.255-256) Bir yandan Atatürk dönemi bakanlarını görevden alan İnönü diğer yandan da Atatürk tarafından 1926 İzmir suikastı sonrası meclisten uzaklaştırılan Terakkiperver Cumhuriyet fırkası üyesi paşaları ve devrim muhalifi gazetecileri 1938 Aralık ayında yapılan ara seçimlerde TBMM’ne seçtirdi.
Kemalist Devrim muhaliflerini meclise taşıdı.
İnönü de “Atatürk’ün milli mücadele arkadaşları olan önder şahsiyetleri küskün halinden çıkarıp, cemiyet hayatına onları tekrar sokmayı görev saydım ve ciddi olarak çalıştım.” diyerek bunu kabul eder.( M.
Zafer Masalcı- Atatürk ve Batıcılar s. 426-Şevket Süreyya Aydemir- II.
Adam 2. cilt s. 31) Fransız Paris Soir gazetesi İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine yaptığı değerlendirme “Bugün Paris ve Londra neşe içindedir.
İnönü, Paris ve Londra ile daima dostane münasebetler devam ettirmiştir.” şeklindedir.
Şevket Süreyya Aydemir, İnönü ile yaptığı görüşmede, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ilk değerlendirmelerini alıyor.
İnönü şunları söylüyor: “1938 Kasımı’nda Cumhurreisliğine seçildikten sonra, kendimi karşısında farz ettiğim önemli meseleler şunlardı: “Dış münasebetlerimiz kararsız ve temelsizdi.
Sovyetler’le münasebetlerimiz gölgeli, Naziler’le münasebetlerimiz şüpheli, Garp alemi ile münasebetlerimiz temelsizdi.
İç politikada bir huzur nizamına ihtiyaç vardı.
Devletin iç ve dış işlerini inanılır bir zemine oturtmak ilk görevdi. 1930’dan sonra bir iktisadi plan tatbik etmeye başlamıştık.
Son neticesini yakından bilmiyordum.
Zihnimi işgal eden meseleler bunlardı.” (M.Zafer Masalcı- Atatürk ve Batıcılar-s.425-426-Şevket Süreyya Aydemir.II.Adam 2.cilt s 33) İnönü yaptığı değerlendirmelerde Atatürk dönemi politikalarını gerek içte, gerekse dışta “kararsız ve temelsiz” olarak görmekte.
O bu kararsız ve temelsiz politikaları, inanılır bir zemine oturtmak için hemen içte ve dışta işe koyuluyor. 18 Aralık 1938’de Çankaya Köşkünde yapılan İsmet İnönü-Kazım Karabekir görüşmesinden sonra, 31 Aralık 1938’de yapılan ara seçimlerde eski Terakkiperver Fırkası reisi Karabekir, İstanbul’dan CHP mebusu seçildi.
Aynı ara seçimlerde Serbest Cumhuriyet Fırkası reisi Fethi Okyar Bolu’dan, bir başka önemli muhalif gazeteci (Atatürk döneminde Çorum’da sürgündeydi) Hüseyin Cahit Yalçın da Çankırı’dan CHP mebusu olarak Meclise girdiler. (İnönü-Defterler Cilt 1.
S266) Rauf Orbay’ı da bu dönemde CHP milletvekili yapmak isteyen İnönü’nün önüne 1926 İzmir suikasti sonrasında aldığı on yıl hapis cezası çıktı.
Rauf Orbay’ın milletvekili olması onun için 1939’da çıkarılacak af sonrasına kaldı.
Atatürk döneminde bağımsız milletvekili olan Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele, 9 Ocak 1939’da CHP’ye kabul edildiler.
İnönü 1939 milletvekili seçimleri öncesinde 4 Mart günü Dolmabahçe sarayında bir çay partisi verdi. 1700 kişinin çağrıldığı bu çay partisinde Atatürk’e ve Kemalist devrime muhalefet eden Rauf Orbay, Cafer Tayyar Eğilmez Paşa, Ali İhsan Sabis (Büyük Taarruz öncesi Orduda karışıklık çıkardığı için 1.
Ordu Komutanlığı görevinden Haziran 1922’de alınıp Konya’ya sürülen Paşa - Z.M), eski sadrazam Salih Paşa dahil tüm muhalifler yer aldı.
Rauf Orbay af işi gecikince 22 Ekim 1939’daki ara seçimlerde CHP Kastamonu mebusu seçtirildi.
İzmir suikastı sonrası Rauf Orbay gibi yurt dışına kaçan ve 1926-1939 arasında İngiltere’de yaşayan Adnan Adıvar ve eşi Halide Adıvar, İnönü’nün davetinin iki gün sonrasında Türkiye’ye döndüler. (İnönü-Defterler Cilt 1.
S267) Böylece, Cumhuriyet düşmanı meşrutiyetçiler yeniden CHP içinde yer aldılar.
Kazım Karabekir Meclis Başkanı oldu.
Diğerlerinin bir kısmı da hükümette bakan olarak yer aldılar.
CHP’nin Atatürk’ün ölümünden sonraki durumu böyleydi.
Partide Atatürkçüler tasfiye edilirken meşrutiyetçiler önemli noktalara gelmişlerdi.
İnönü diyor ki: “Atatürk’ün ölümünden sonra ilk iş olarak dahilde emniyet tesisinin lazım olduğunu gördüm.
Eski muhaliflerin teskini, mümkünse kazanılması kıymetli bir şeydi.
İhtilaf ve nifak esasen şahsiyetten doğmuş idi.
Celal Bayar’ı Karabekir ve Hüseyin Cahit ile temas ederek fırkaya girmelerinin ve mebus olmalarını temine memur ettim, tevessül etti, kabul ettiler.
Fethi Okyar daha evvelce kabul etmiş idi. (İnönü-Defterler Cilt 1.
S 256) İnönü 1939 Martı’nda yapılan seçimlerde, Tevfik Rüştü Aras, Şükrü Kaya, Kılıç Ali, Atatürk’ün genel sekreteri Hasan Rıza Soyak, Hüsrev Gerede, Cevat Abbas, Naşit Hakkı Uluğ gibi Atatürk dönemi bakanları ve kadrolarını Meclise seçtirmeyerek, Atatürkçü kadroları devre dışı bırakmış oldu.
Bu olay sonucunu da “Çıkacak fenaların, girecek iyilerin taktirine iştirak etmek hevesinde Karabekir” diye belirledi. (İnönü-Defterler Cilt 1.258) Burada belirtilen çıkacak fenalar Atatürk kadroları, girecek iyiler de İnönü’nün 1939’da Meclise seçtirdiği Kemalist devrime karşı olanlar… İç politikada bu operasyonları gerçekleştiren İnönü ve ekibi dış politikada da Sovyet Rusya ile olan dostluğu bozarak, İngiltere ve Fransa ile ittifak kurma girişimini gerçekleştirdi.
Sovyetler Birliği 18 Nisan 1939’da Alman faşizmi ile İngiltere ve Fransa’ya karşı yeni ittifak önerisini Türkiye’ye gönderdi.
Ardından da 28 Nisan 1939’da Dışişleri Bakan Yardımcısı Potemkin, gönderilen ittifak önerilerini görüşmek üzere Türkiye’ye geldi.
Dokuz gün Türkiye’de kaldı.
Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile görüşmeler yaptı.
Potemkin Türk hükümet yetkililerinin İngilizlerden çekinerek olumlu yanıt vermediklerini, bu konuyu daha sonra görüşelim gibi kaçamak yanıtlarla oyaladıklarını Moskova’ya bildirdi.
İnönü görüşmelerinde Potemkin’e “Almanya’nın önce Sovyetler Birliği’ne saldıracağını ve böylece gücünü harcayacağını umduğunu, ama şimdi durumun kendileri için de tehlikesini anladıktan sonra ittifaklar oluşturmak istediklerini” söylemiştir. (M:Zafer Masalcı- Atatürk ve Batıcılar.
S.522-Selim Deringil- Denge Oyunu.s75) İnönü ve Saraçoğlu ikilisi, İngilizlerle ittifak görüşmelerini sürdürdükleri için, İngilizleri kızdırmamak adına Sovyetler Birliği’nin yeni ittifak önerisine yanaşmadılar.
Türkiye ile İngiltere arasındaki ittifak görüşmeleri 13 Nisan 1939’da başlamış ve 12 Mayıs 1939’da “Türk-İngiliz Ortak Deklarasyonuyla” sonuçlanmıştır.
Yedi maddeden oluşan bu deklarasyonda, ilk olarak taraflar gerçekleşecek bir saldırı Akdeniz’de bir savaşa yol açarsa tüm yardım ve desteği vermeyi karşılıklı olarak taahhüt etmişlerdir.
İkinci olarak Balkanların güvenliğinin sağlanması görüşülmüştür.
Balkanlara yapılacak bir saldırıda Yunanistan ve Romanya’ya bir saldırı olursa Türkiye, bu iki ülkeye yardımcı olacaktır… Bu protokol iki ülke parlamentolarında kabul edilecek, sonra da anlaşmaya dönüştürülecektir.
Benzeri bir protokol Fransa ile yapıldı. 23 Haziran 1939’da Hatay anlaşması imzalanınca, Fransızlarla protokol imzalanarak yürürlüğe girmiş oldu.
Almanya Türk-İngiliz anlaşması sonrası Von Papen’i Türkiye’yi ikna etmek için 19 Nisan 1939’da Ankara’ya büyükelçi olarak atadı.
Von Papen 29 Nisan 1939’da Cumhurbaşkanı İnönü’ye güven mektubunu sundu.
İnönü 1962 yılı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenlerine Von Papen’i davet etti.
Von Papen, törenlerde İnönü ile geçit törenini selamladı.
Aynı Von Papen 20 Nisan 1938’de Hitler tarafından olağanüstü yetkilerle Ankara Büyükelçisi olarak atanmıştı.
Atatürk, Von Papen’in büyükelçi olarak atanmasını veto etti.
Böylece Von Papen’in Ankara büyükelçiliği gerçekleşmemiş oldu.
Atatürk’ün ölümünü fırsat bilen Hitler bu kez yeniden atamayı yaptı.
İnönü kabul edince Papen’in büyükelçilik görevi başlamış oldu.
Von Papen’in büyükelçiliği döneminde Türkiye Montrö anlaşmasına aykırı olduğu halde Alman ve İtalyan savaş gemilerini Çanakkale ve İstanbul boğazlarından Karadeniz’e geçirerek, Sovyetler Birliğinin bombalanmasını sağladı.
Bu gemi geçişlerinin devam etmesi İngiltere ve Amerika’yı da kızdırdı.
İngiltere ve Amerika Türkiye’ye nota verdi.
Yardımları kesti.
Son Alman gemisi Kassel geçirtilmedi.
İngilizlerin müdahalesi sonrası gemide arama yapıldı.
Mitralyözler, silahlar, mühimmatlar yakalandı.
İnönü ve Başbakan Saraçoğlu Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu’nu görevden almak zorunda kaldı.
Saraçoğlu bir süre dışişleri bakanlığını da üstlendi.
Sonra Hasan Saka Dışişleri Bakanı olarak atandı.
CHP’NİN 5.
KURULTAYI (29 MAYIS-3 HAZİRAN 1939) İnönü ve Saraçoğlu ekibi, İngiltere ve Fransa ile ittifak görüşmelerini tamamladı.
İngiltere ile 12 Mayıs 1939’da Türkiye-İngiltere ittifakını gerçekleştirdi.
Fransızlarla da ittifak görüşmeleri tamamlandı.
Ancak Haziran ayında Hatay anlaşmasının yapılmasından sonra ittifak anlaşmasının yapılması kararlaştırıldı.
Böylece İnönü liderliğindeki CHP İkinci Dünya savaşı öncesi yönünü Batı’dan yana kırmış oldu.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 29 Mayıs 1939 günü CHP’nin 5.
Kurultayını açış konuşmasında İngiliz ve Fransızlarla yapılan ittifakı tüm CHP Milletvekillerine ve Kurultay delegelerine açıkladı.
CHP Kurultay tutanaklarındaki İnönü’nün bu konuyla ilgili konuşması şöyle: “Aziz Arkadaşlarım; “Beynelmilel münasebetlerimizde, bizim zihniyetimizde bulunan devletlerle müşterek prensip ve emniyet davası, bizi müşterek cepheye sevk etmiştir.
Siyasi anlaşmalarımızı ve ittifaklarımızı bu zaviyeden görmeliyiz… Bütün Avrupa’yı kaplayan son emniyet buhranı içinde Türkiye İngiliz ittifakı hiçbir tecavüz fikri beslemeyen fakat kendi emniyetimiz ve müşterek sulh insanlık ideali için alınmış bir taahhüttür.
Bu müşterek sulh ve emniyet idealini takviye edecek diğer taahhütlerden de çekinmeyeceğiz… “Fransa ile aramızdaki yakınlığı, bitmek üzere olan tek meselenin, yani prensiplerinde tamamen mutabık kaldığımız Hatay meselesinin hallinden sonra hiçbir kuvvet bozamayacaktır.
İki memleket ve milletin menfaatlerini o kadar müşterek görüyoruz… “Türk milleti, yüksek ideali ve hayati menfaati kendisiyle beraber olan milletlerle beraber göz kamaştıracak yeni kahramanlık menkıbeleri yazmak için tamamıyla hazır ve kati olarak karar vermiş haldedir.”(M.
Zafer Masalcı_Atatürk ve Batıcılar.
S 347-348- CHP 5.
Kurultay zabıtları Ankara ulus Basımevi Cumhurbaşkanı İnönü’nün Kurultay açış konuşması.
S 19-20-21) CHP’NİN 6.
KURULTAYI (8-15 HAZİRAN 1943) Bu kurultay savaşın ortasında yapılan bir kurultaydı. 73 maddeden oluşan CHP programı bu kurultayda 38 maddeye indirildi.
Bundan önceki tüm CHP kurultaylarında bulunan İktisat, Ziraat ve Sanayi, Madenler, Ormanlar, Ticaret ve Nafia işleri, Maliye ve Vatan Müdafaası bölümleri 1943 programında yer almadı.
Bu kurultayda CHP’nin ana ilkelerini oluşturan Devletçilik, Milliyetçilik, Laiklik ilkelerinden ödünler verilerek halkın partisi olmaktan uzaklaştı.
Savaş içinde vurgun ve karaborsa ile zenginleşen yeni burjuvazinin ve Alman faşizminin etkisine girdi.
Dinciliğe yeni ödünler verdi.
Milli Koruma Kanunu’nun 41.
Maddesinde 40 dönümden az toprağı olan çiftçilerin birer öküzünü harp mükellefiyeti olarak hükümetin el koyması hakkı tanındı.
Böylece çiftçilerin yüzde 75’ini oluşturan geniş kitle bir öküzünden olurken, zengin çiftçiler ve büyük toprak sahipleri bu kurultayda korunmuş oldu.
Çünkü 40 dönümden fazla toprağı olanlardan öküzleri alınmıyordu, çıkarılan kanunla. 1941-1942’de buğday fiyatları on kat arttı.
Köylüler tarla işgallerine başladılar.
Hükümet köylülerin tarla işgalleriyle ilgili davaların hızlı sonuçlanmasını sağlayacak kanunu hemen meclisten çıkardı.
Böylece buğday ticareti yapan ve toprakları acil çıkarılan kanunla devlet tarafından korunan kapitalist çiftçiler savaş ekonomisinin getirdiği yüksek enflasyon koşullarında büyük bir hızla servet biriktirmeye başladılar.
Dönemin gazete ve mizah dergilerindeki “hacıağa tipi” bu dönemde ortaya çıktı.
Refik Saydam’ın ölümünden sonra başbakan olan Şükrü Saraçoğlu, Dr.
Behçet Uz’u Ticaret Bakanı yaptı.
Behçet Uz açıkladı: ”CHP’de liberalizm dönemini başlattık.”, “Milli Koruma Kanunu ihtiyaçları karşılayamadı.
Piyasayı rahatlatamadı.
Mal kıtlığı var.
Fiyatlar kontrollü ama satıcının isteğine göre.
Bu durumda tersine önlemler almak gerek.
Denetim yok.
Karışmak yok.
Herkes istediği gibi alıp satsın.
Her şey yerli yerine otursun.” (M.Zafer Masalcı-Atatürk ve Batıcılar.
S.362- Cahit Kayra 1923-1950- Devletçilik-Altın Yıllar.Cilt 1 s.285) Piyasa serbest bırakılınca iki durum ortaya çıktı.
Birincisi; denetim kalkınca Türkiye, silolarındaki buğdaydan, araba, traktör lastiğine kadar her şeyini Almanya’ya sattı.
Yerli tüccarlar bu yolla büyük paralar kazandılar.
Almanya savaşı sürdürmek için yeni olanaklara sahip oldu.
Bunun üzerine İngiliz büyükelçisi “Size çikolata bile versek onu da Almanlara vereceksiniz.” diye yakınmıştır.
Behçet Uz’un söylediği CHP’ye liberalizmi getirdik sözünün benzerini, Atatürk’ün ölümünden sonra İçişleri Bakanı yapılmayan Şükrü Kaya’nın bakanlıktan alınması sonrası Hüseyin Cahit Yalçın 14 Kasım 1938’de Yeni Sabah gazetesinde, şöyle dile getirdi: “Dahiliye Vekaletinde vukua gelen değişikliği, siyasete ait geniş hoşgörü ve liberal işaretlerin ilk müjdesi suretinde anlamak istiyoruz.” Görüleceği gibi Kasapoğlu’nu söylediği şekilde CHP, programının yetersizliğinden değil, partinin Batıcı klik tarafından ele geçirilmesi ve buna uygun yeni politikalar izlenmesi sonucunda, liberal bir partiye dönüştü ve Türkiye tam bağımsızlığını kaybederek Batı dünyasında Amerika’ya bağımlı bir devlet haline dönüştü.
Konuyu daha geniş ve etraflı incelemek için yazdığım ATATÜRK VE BATICILAR kitabının okunmasını öneririm.
Kemalist Devrim (Türk Devrimi) emperyalizm döneminde (burjuvazinin gericileştiği dönemde) gerçekleştiği için “Vatan Savaşı” temelinde gerçekleşen, 20.
Yüzyıl devrimlerindendir.
İşgal altındaki ülkemizde işgale karşı “Tam bağımsızlığı” (antiemperyalist), padişah egemenliğine karşı “milletin hakimiyetini” (anti feodal) esas alan 20.
Yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşmiş bir demokratik devrimdir.
Devrimin öncüsü: Vatansever subaylar ve aydınlardır.
Devrimin güçleri: Öncünün vatansever subaylar ve aydınlar olduğu bu devrimin ana omurgasını “köylü sınıfı” oluşturdu.
Kasaba esnafı ve eşraf, milli tüccarlar, vatansever din adamları, az sayıdaki işçi sınıfı da devrimin bu savaştaki güçlerindendir.
Devrimi yürüten organlar: Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti adına Heyeti Temsiliye, TBMM ve Türk Ordusu.
Bu devrim halkın temsilcilerinin önderliğinde, Meclis’in ana karargah olduğu, bu Meclisin kararlarıyla yeniden oluşturulan Türk Ordusunun, İnönü savaşının kazanılmasıyla başlayarak, üç yıl boyunca bütün vatan sathında verdiği silahlı mücadele sonucunda başarıya ulaştı.
Düzenli Ordu oluşturuluncaya kadar Çerkez Ethem güçleri, Demirci, Yörük Ali gibi efeler, Yeşil Ordu Hareketi, THİF’ten (Türkiye Halk İştirakiyın Fırkası-TKP’nin legal partisi- Birinci Mecliste 14 üyesi bulunuyordu.) yararlanıldı.
Zararlı hale gelince de tasfiye edildiler.
Bu devrim mücadelesinde, dış destek sağlayan dost güçler: Başta Sovyet Rusya olmak üzere, Azerbaycan, Afganistan, Hintler ve Hint Müslümanları, Üçüncü Enternasyonal güçleri olmuştur.
Üçüncü enternasyonalin topladığı “Bakü Doğu Halkları Kurultayı” Türk Milli Kurtuluş Hareketini destekleme kararı aldı ve görevlendirdiği Eşba başkanlığındaki ekiple 29 Ocak 1921’de Ankara’da Mustafa Kemal’le görüştü.
Eşba “Sizi ve sizin aracılığınızla BMM’sine ve Türk emekçi halkına Doğu Halkları Propaganda ve hareket Konseyi adına selamlamaktan mutluluk duyuyorum” diye söze başlayarak sorularını sormuş ve Mustafa Kemal’in yanıtlarını almıştır.
Mustafa Kemal şöyle konuşur: “Biz Türk inkılapçıları ve Türk halkı olarak aynı anda Batı emperyalizmine ve müstebit sultan rejimine karşı isyan ettik.
Bütün Türkiye genelinde bu amacın verdiği heyecanla Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyetleri kuruldu.
Hedefleri memleket içinde halkı gerçek hakim kılmak ve ayrıca Batı tahakkümünden kurtarmaktır.
Bu cemiyetler katıksız milli bir karakter taşımaktadır ve günümüzde bütün devlet iktidarını eline almış olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yalnızca bu cemiyetlerin fikirlerini hayata geçirmeye devam ediyor.
Bir buçuk yıl içinde elde ettiğimiz başarılarla sultansız yaşamanın mümkün olduğunu halka ispatlanmış olup, halkta kendi memleketine sahip çıkma arzusu uyanmıştır.” Türk Devrimine düşman olan dış düşman güçler: Ordularıyla ülkemizi işgal eden İngiltere, Fransa, İtalya olmak üzere Avrupalı emperyalistler, onların talimatları ve yardımları ile İzmir’i ve Batı Anadolu’yu işgal eden Yunanlar ve istihbarat subayları, Ermeni sorununu yerinde incelemek bahanesiyle raporlar hazırlayan ve “ben de manda sahibi olabilir miyim” diye Anadolu’da incelemeler yapan Amerika Birleşik Devletleri.
Ülke içindeki devrim düşmanı güçler: Padişah, komprador burjuvazi ve onların hükümeti olan Damat Ferit Hükümeti, bu hükümetin örgütlediği iç isyancılar, Anzavur’dan Delibaş’a, Konya’dan diğer şehirlere kadar yobaz güçler.
Bu iç isyanlar 23 yerde milli mücadeleyi başarısızlığa uğratmak için çıkarıldı.
Tamamı ezilerek iç bütünlük sağlandı.
Devrimde Amerikan mandacıları: Padişah, Damat Ferit, Sait Mollalar, İngiliz mandacılarını oluştururlarken, Mustafa Kemal ve mücadele arkadaşlarına Sivas Kongresinde, Mecliste muhalefet ederek Amerikan mandasını savunan Kara Kemaller, Halide Edip, Ali Rıza Paşa, Rauf Orbay, Refet Bele, İstanbul delegelerinin üniversite öğrencileri hariç tamamı Amerikan mandasını savundular.
Devrimin merkezi ve yönetim organları: Sivas Kongresinde 15 kişiye çıkarılan Heyeti Temsiliye, öncelikle kongrenin yapıldığı Sivas’ta, 27 Aralık 1919’dan 23 Nisan 1920’ye kadar Ankara’da ülke yönetimini üstlendi ve yönetti.
Heyeti Temsiliye, Sivas Kongresi sırasında izlediği kararlı politikalar sonrası Damat Ferit hükümetini iktidardan düşürdü.
Daha sonra aldığı kararlarla Valilere, Kolordu komutanlarına, Livalara emirler verdi.
Genelgeler yayınladı.
Atamalar yaptı, görevden aldı.
Vergileri topladı, maaşları ödedi.
Sivas Kongresinden sonra ülkede ikili yönetim oluştu.
Anadolu’da Mustafa Kemal önderliğinde Heyeti Temsiliye, İstanbul’da padişah hükümetleri. 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan BMM devrimin ana karargahını oluşturdu.
İlk iş olarak İngilizler’in yardımları ile Damat Ferit hükümeti tarafından çıkarılan ve 23 yerde sürdürülen iç isyanlar bastırıldı.
İhaneti Vataniye Kanunu çıkarılarak emperyalizme hizmet eden kişi ve kuruluşlar, çeteler, isyancılar bu kanunla yargılanıp infaz edildiler.
Ardından düzenli Ordunun kurulmasına geçildi.
Düzenli ordunun ilk zaferi İnönü Savaşlarıyla gerçekleşti.
Ardından gerçekleştirilen Sakarya Meydan Savaşıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları dünyaya gücünü gösterdi.
Sakarya savaşı sonrası Fransızlar Ankara hükümetiyle barış anlaşması imzalayarak TBMM Hükümetini tanıdıklarını açıkça dünyaya duyurmuş oldular.
Mustafa Kemal imzasıyla 13 Eylül 1920’de Meclise sunulan “Halkçılık Programı” ülkemizin o gün içinde bulunduğu durumu ele alan ve uygulanan ilk programdır.
İstiklal Savaşı’nın asıl programı TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Eylül 1920 günü meclise kendi imzasıyla sunduğu “Halkçılık Programıdır.” Halkçılık programı, içeriğiyle gerçek anlamda bir parti programıdır.
Ve her program gibi aynı zamanda bir anayasa tasarısıdır.
Nitekim Meclise “Teşkilatı Esasiye Kanun Tasarısı” olarak sunulmuştur.
Tasarıyı başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Hükümet üyeleri imzalamıştır. (Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-6- Atatürk’ün CHP Program ve Tüzükleri-2008- s.26) 1 Mart 1922’de Meclis’in açış konuşmasında Atatürk diyor ki; “Bugünkü mücadelemizin amacı tam bağımsızlıktır.
Bağımsızlığın tam sağlanabilmesi ise ancak mali bağımsızlık ile mümkündür.
Bir devletin aslı bağımsızlıktan yoksun olunca, o devletin bütün hayatı bölümlerinde bağımsızlık sakat durumdadır.
Çünkü her devlet organı ancak maliye ile yaşar.
Mali bağımsızlığın korunması için ilk şart bütçenin ekonomik bünye ile uygunluğu ve denk olmasıdır.
Bundan dolayı devlet yapısını yaşatmak için dış ülkelere başvurmadan ülkeyi gelir kaynakları ile yönetmek çözüm ve önlemlerini bulmak gereklidir ve bulunabilir.” 1 Mart 1922’de Mecliste amacın “tam bağımsızlık” olduğunu söyleyen Mustafa Kemal 6 Mart 1922’de cepheye hareket etmeden evvel Milletvekillerine veda etmek için yapılan gizli oturumda, askeri durum hakkında milletvekillerini bilgilendirir: “Düşman Sakarya’dan sonra zaiyatını, insan zaiyatını, malzeme zaiyatını ikmal etmiştir ve düşmanlarımızın, bilhassa İngilizlerin azami derecede yardımına ve teşviklerine ve özendirmelerine mahzar olmuştur ve mahzar olmakta berdevamdır… “Batılılar Türkiye’yi ıslah etmek, medenileştirmek bahanesiyle Türkiye’nin dahili idaresine girmişlerdir.
Bunu benimseyen zihniyetler yaratmışlardır.” 6 Mart 1922’de Meclisin gizli oturumunda konuşan Gazi Mustafa Kemal şöyle devam eder: “Efendiler, düşmanlarımızın ne mahiyette olduklarını ve bu düşmanların Türkiye üzerindeki hırslarının ne kadar ezeli olduğunu nazarı alinizde açıklayabilmek için, müsaadenizle buna dair birkaç söz söyleyeceğim.
Hepimizce malumdur ki, Avrupa’nın en mühim devletleri Türkiye’nin zararı ile, Türkiye’nin gerilemesiyle teşekkül etmiştir.
Bugün bütün dünyaya tesir icra eden ve millet ve memleket hayatımızı tehdit altında bulunduran en kuvvetli açılımlar Türkiye’nin zararı ile açılım bulmuştur.
Eğer kuvvetli bir Türkiye mevcut olsaydı, denilebilir ki, İngiltere’nin bugünkü siyaseti mevcut olmayacaktı.
Türkiye Viyana’dan sonra Peşte ve Belgrat’ta olmasaydı, Avusturya-Macaristan siyaseti işitilmeyecekti.
Fransa, İtalya, Almanya dahi aynı kaynaktan ilham almış olarak hayat ve siyasetlerine açılım ve kuvvet vermişlerdir.” “Efendiler!
Bir şeyin zararıyla, bir şeyin imhasıyla yükselen şeyler, bittabi o şeylerden zarar görmüş olanı alçaltır ve hakikaten Avrupa’nın bütün ilerlemesine karşılık, Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlana durmuştur.
Türkiye’yi imhaya müteşebbis olanlar birleşmişler ve ittifak etmişlerdir… Türkiye’yi ıslah etmek, medenileştirmek gibi birtakım görünüşteki vesilelerle, bahanelerle Türkiye’nin dahili hayatına, dahili idaresine girmişler ve nüfuz etmişlerdir.
Böyle müsait bir zemin hazırlamak kudretini, kuvvetini kazanmışlardır.
Halbuki efendiler, bu kudret ve bu nüfuz Türkiye ve Türkiye halkında mevcut olan ilerleme cevherine zehirleyici ve yakıcı bir sıvı ilave etmiştir… Artık hayat bulmak için, hali iyileştirmek için, insan olmak için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler açılım buldu.
Halbuki hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin?
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.
Tarihte böyle bir hadise kaydetmek teşebbüsünde bulunanlar acı neticeleriyle karşılaşmışlardır.
İşte Türkiye’de bu fikir ve anlayışla, bu zihniyet yanlışıyla malul olan bir takım ricalin yüzünden her saat, her gün, her asır biraz daha çok gerilemiş ve daha çok düşmüştür.
Efendiler bu düşüşün ortaya çıkışı koku ile acz ile başlamıştır.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri Cilt 12.
S 312-313) NASIL BİR PROGRAM Mustafa Kemal 2 Şubat 1923’te İzmir’de halkın sorularına verdiği yanıtta, nasıl bir program izleyeceğini anlatıyor: “Biz tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız hakimiyet umdelerine dayanan bir program takip edeceğiz.
Ve bu programla memleketi mümkün suretle mamur etmek ve milleti mümkün süratle mesut etmek, zengin etmek için ne yapmak lazım gelirse, tereddütsüz, şuna buna bakmaksızın, şu yada bu teoriye bakmaksızın, maddi olarak, hakiki olarak yürümek istiyoruz.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri cilt 15.
S.99) YENİ SEÇİM KARARI VE 9 UMDENİN İLANI Aydın Milletvekili Esat Efendi’nin (Mahmut Esat Bozkurt) ve 120 arkadaşının 1 Nisan 1923 günü verdiği seçimlerin yenilenmesi önergesi Meclis tarafından kabul edildi.
Gazi Mustafa Kemal yeni oluşacak mecliste ortak bir program etrafında toplanmak için 8 Nisan 1923’te bir giriş ve 9 maddeden oluşan bir seçim bildirgesi yayınladı.
Girişte şöyle deniliyordu: “Vatanı ve milleti dağılmaktan, vatanı yok olmaktan kurtarmak için milletten aldığı mutlak yetki ile toplanan BMM millet egemenliğine dayanarak bir halk devleti kurdu… Yeni çalışma sürecinde Meclis çoğunluğunu bu amaç etrafında toparlayabilmek ve vatanı, millet egemenliği çerçevesinde siyasi örgütlenmeye kavuşturabilmek için bir HALK PARTİSİ kurulacaktır.
Mecliste bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu Halk partisine dönüştürülecektir.
Adı geçen partinin, halk egemenliğini, yenileşmeyi, maddi ve manevi alanda gelişmeyi esas alan geniş ve gelişmiş bir programı tüm üyelerin görüş ve onayına sunacaktır.” Grubumuz aşağıdaki umdelele(ilklerle) seçimlere katılmaya karar vermiştir.
Bu umdeler vatanın acil ihtiyaçlarını karşılamak üzere birçok ihtisas erbabının görüşü ve İzmir’de toplanan ‘İktisat Kongresi’ sonuçlarına göre belirlenmiştir.” 9 UMDE (HALK PARTİSİ PROGRAMI) Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir… Egemenlik ve hükmetme yetkisi BMM’nin manevi şahsında toplanmış olduğu için BMM’nin 1 Kasım 1922’de verdiği Saltanatın kaldırılmasına ilişkin kararı değiştirilemez ilkedir.
Dayanağı BMM olan Hilafet İslam dünyası için ulu bir makamdır.
Vatanda iç güvenliğin sağlanması en önemli görevlerden biridir.
Bu amaç milletin istek ve ihtiyacına göre yerine getirilecektir.
Mahkemelerin hızlı bir şekilde adalet dağıtmaları sağlanacak… Aşar yönetiminde halkın şikayetlerine ve mağduriyetine yol açan kısımlar iyileştirilecek, tütün ekimi ve ticaretini, milletin yararına dönüştürecek önlemler alınacak, mali kurumlar, çiftçilere, sanayicilere, ve ticaretle uğraşanlara kolayca borç verecek bir şekle getirilecektir.
Ziraat bankasının sermayesi arttırılacak, çiftçilere daha kolay ve daha çok yardım yapması sağlanacak… Eylemli askerlik süresi kısaltılacaktır.
Ayrıca okuma yazma bilenlerle askerde okuma yazma öğrenenlerin de askerlik süreleri kısaltılacaktır.
Emekli olan subayların yaşamlarını en iyi şekilde sürdürmeleri sağlanacaktır… Halk işlerinin hızlı bir şekilde yerine getirilmesi, memurların yasal çerçeve içinde düzgün bir şekilde çalışmalarına bağlı olduğu için memur eksiklikleri giderilecek ve tüm devlet daireleri denetime tabi tutulacak, memurların atama, görevden çıkarılma, yükselme koşulları belirlenecektir.
Harap olan ülkemizin hızlı bir şekilde onarılması için devletçe yapılacak hizmetler yanında inşaat ve tamirat için yer yer özel şirketlerin kurulmasını özendirecek kurallar konacaktır.
Mali, iktisadi, idari bağımsızlığımızı sağlamak koşuluyla bir barış ortamının oluşturulmasına çalışılacaktır.
Bu koşulları sağlamayan barış anlaşmasını kabul etmeyeceğiz.
Bu program bugüne kadar icra ettiğimiz ve neticelendirdiğimiz esaslı bütün hususları ihtiva ediyordu.
Bununla beraber programa dahil edilmemiş, mühim ve esaslı meseleler de vardı.
Mesela Cumhuriyetin ilanı, Hilafetin ilgası, Şer’iye Vekaletinin lağvı, medreseler ve tekkelerin kaldırılması, şapka giydirilmesi gibi.
Bu meseleleri programa dahil ederek, vaktinden evvel, cahil ve mürtecilerin bütün milleti zehirlemeye fırsat bulmalarını uygun bulmadım. (Atatürk’ün Bütün Eserleri Cilt 20.
Nutuk II.1927. s.237) ARASIZ DEVRİMLERLE ALTI OK’A ULAŞTI CHP Programı 1923’te 9 Umde ile başladı. 1927’de İkinci Kurultayda Cumhuriyetçilik-Milliyetçilik-Halkçılık- Laiklik ilkelerini belirleyerek program gelişimini sürdürdü.
CHP, Üçüncü Kurultayı 1931 yılında düzenlendi.
Bu Kurultayda dört ilke altıya çıktı.
Bu kurultayda Cumhuriyetçilik- Milliyetçilik- Halkçılık- Laikik- Devletçilik- Devrimcilik ilkelerine ulaşıldı.
Bu da bize gösteriyor ki Atatürk başkanlığındaki CHP yönetimi durağan bir anlayışla değil, değişen ülke ve dünya koşullarına uygun biçimde programını yenileyerek, arasız devrimlerle kendini yeniledi.
Kasapoğlu’nun dediği gibi CHP programı Atatürk döneminde Milli Demokratik bir parti olmasından dolayı kireçlenmediği gibi sürekli kendini yenileyerek ilerlemiştir.
Atatürk, 1937 yılında CHP ilkelerinin anayasaya girmesini sağladı.
SOSYALİSTLER KAPTIRDI MI?
Bu dönemi iyi tahlil edebilmek için, dönemin özelliklerini iyi kavramak gerekir.
Kasapoğlu’nun Kemalistlerin, sayıca da sosyalistlerden az olduğunu belirten açıklamaları dönemi kavramadığını göstermektedir.
Mustafa Kemal Sivas’ta bir Ulusal kongre toplayacağına ilişkin, Padişah’a, sadrazama, bütün Kolordulara, Valilere, Kaymakamlara, Livalarda mutasarrıflara, Trakya ve Anadolu’da bulunan direniş örgütlerine, işgalci İngilizlere, Fransızlara, İtalyanlara 21-22 Haziran 1919’da davetiyeler gönderdi.
Kongre de 4-11 Eylül 1919’da toplandı.
Mustafa Kemal’in bu çağrısı işgalci İngiliz ve Fransızları telaşlandırdı.
Onlar doğrudan Sadrazam Damat Ferit Paşa hükümetini uyararak bu kongrenin toplanmasının engellenmesini istediler.
Bu girişimler önlenmiş, İngilizlerin bir Kürt devleti kurma girişimlerinin de önüne geçilmiş, Kürt aşiret reisleri ve önderleriyle temaslar kurularak, Bedirhanların İngilizlerle yaptığı işbirliği anlatılarak Kürt-Türk birliği sağlanmıştır.
Ali Galip ve Binbaşı Novil ve Bedirhan liderleri kaçarlar.
Valiler, kaymakamlar ve Livalarda mutasarrıflara Damat Ferit hükümetince gönderilen emirlerde Sivas’ta toplanacak kongrenin yasaklandığı belirtilir.
Tüm derneklere, kuruluşlara bu yasaklama bildirilerek, korku oluşturulur.
Sivas Kongresi bir yandan İngiliz- Damat Ferit yasaklamaları ile diğer yandan da eski İttihatçılar, Halide Edip, Refet Bey, Rauf Bey, Kara Kemal gibi Amerikan mandacılarının Amerikan mandasını bu kongrede kabul ettirmek için yaptığı çalışmalar altında gerçekleşir.
Kasapoğlu’nun 38 kişi diye azımsadığı bu milli kongre; İstanbul, Anadolu arasındaki tüm telgraf hatlarını ve haberleşmeyi durdurur.
Damat Ferit hükümetinin yıkılması ve Salih Paşa hükümetinin kurulmasını sağlar.
Mustafa Kemal Sivas kongresi sonunda şahsi liderlik yerine, bir heyetle mücadeleyi yürütmeyi sağlar. 15 kişiden oluşan “Heyeti Temsiliye” oluşturulur.
Bu Heyeti Temsiliye, Anadolu ve Rumeli’deki tüm direniş örgütlerinin birleştirilmesiyle oluşan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti adına bu yürütme organı ile kurtuluş mücadelesini yürütme kararı aldı.
Yeni kurulan Ali Rıza Paşa hükümeti, Sivas Kongresi’ni ve Heyeti Temsiliye’yi tanımış ve Salih Paşa’yı Mustafa Kemal ve Heyeti Temsiliye ile görüşmek üzere Amasya’ya göndermiştir.
Bu görüşmelerde seçimlerin yapılması gerektiği konusunda anlaşma sağlanmıştır.
Heyeti Temsiliye, ilk atamalarını gerçekleştirmiş, Ali Fuat Paşa’yı Eskişehir’e komutan olarak atamış, bazı valilerin görevine son vermiştir.
Mustafa Kemal ve Heyeti Temsiliye İradeyi Milliye adlı bir gazete çıkararak kurtuluş mücadelesini tüm Anadolu’ya ve dünyaya duyurma yolunda adımlar atmıştır.
Sivas Kongre kararları tüm Kolordulara, valilere, livalara, kaymakamlara, bucaklara ve köylere duyurulmuştur.
Sivas Kongresi’yle Türkiye’de iki hükümet olduğunu İstanbul Ali Rıza Paşa hükümeti, Padişah, İngiliz ve Fransızlar kabul etmişlerdir.
Kasapoğlu’nun 38 kişi diye azımsadığı Sivas Kongresi Anadolu’da bir Heyeti Temsiliye idaresi kurulduğunu herkese kabul ettirmiş bir kongredir. 1919 Aralık’ın üçüncü haftasına kadar Sivas’ta kalan Heyeti Temsiliye, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelerek çalışmalarını burada sürdürmeye başlar.
İşgal altındaki bir ülkede, işgale karşı, emperyalizme karşı mücadele hangi organlarla nasıl gerçekleşir?
Öncelikle, merkezi bir örgütün bulunması, bu örgütün tüm ülkede örgütlenmiş olması, kitlelere mücadelesini kabul ettirmesi, bu mücadeleyi, tüm milletin temsilcilerinden oluşan bir örgütle yapması gerekir.
Yine bu örgütün bir ordusu olması gerekir.
Bu orduya kumanda edecek, subayları, bu ordunun silah ve donanımı, savaş araç ve gereçleri, kendisiyle ilişki kurduğu ittifak güçleri, yurt içi ve yut dışında olması gerekir ki bu kurtuluş mücadelesi başarıya ulaşabilsin.
Şimdi Kasapoğlu’nun kurulduğunu söylediği sosyalist örgütlerin yapısına bir bakalım. 1-20 Şubat 1919’da İstanbul’da Hüseyin Hilmi Bey’in önderliğinde kurulan Türkiye Sosyalist Fırkası… İştirakçi Hilmi olarak bilinen, TSF kurucusu Hilmi Bey, İngilizlerle anlaştı.
Onlardan aldığı paralarla İstanbul’da güzel yaşadı. 1919 seçimlerine katıldı, başarılı olamadı. 1922’deki parti kongresinde “İhanet ve entrikacılıktan” ötürü başkanlıktan düşürüldü.
Bozdoğan kemeri önünde arkadaşı tarafından tabanca ile vurularak öldürüldü.
Örgüt dağıldı.
Yerine yeni örgütler kurulduysa da başarılı olamadı.
Sadece İstanbul’da örgütlenen ve işgal altında milli kurtuluş diye bir programı olmayan, kitleselleşmemiş, bu Sosyalist Parti mi devrime önderlik edecek!
Önderliği Kemalistlere bu örgüt mü kaptırmıştır? 2- 22 Eylül 1919’da Şefik Hüsnü önderliğinde kurulan Türkiye İşçi-Çiftçi Sosyalist Fırkası İstanbul’da örgütlendi.
İstanbul dışında örgütü olmayan, kitleselleşememiş, ordusu olmayan bu örgüt mü önderliği Kemalistlere kaptırdı? 3- 10 Eylül 1920’de sürgündeki askerler ve Türkiyeli gruplarla Bakü’de yapılan Kurultay’da Mustafa Suphi önderliğinde, Ethem Nejat Genel Sekreterliğinde kurulan Türkiye Komünist Partisi, Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’na destek vermek amacıyla Mustafa Kemal ile irtibat kurdular.
Mustafa Kemal, Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve 14 kişiden oluşan TKP heyetini Ankara’ya davet etti.
Erzurum’dan Trabzon’a hareket eden TKP grubu 28-29 Ocak 1921’de Trabzon’da öldürüldü.
TKP, devrime önderlik değil doğru bir hamle ile Kemalistlere destek vermek amacıyla Bakü’den Türkiye’ye geliyor.
Kendileri devrim önderliği değil ama Kemalistlere destek vermek istiyorlar. 3- Yeşil Ordu ve Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası: Yeşil Ordu, Mustafa Kemal’in de haberdar olduğu, onun arkadaşları tarafından, düzenli ordunun olmadığı dönemde, BMM’nin kurulmasından sonra, Mayıs 1920’de kuruldu.
İstanbul hükümetinin, Ankara’daki Kemalist hareketi Bolşeviklikle suçlaması, ‘Mustafa Kemal Bolşevikliği getirecek’ diye bütün Anadolu’da karşı propaganda olarak kullanılması üzerine bu propagandayı alt etmek için kurulan bir örgüttür.
Bir kısmı Mustafa Kemal’den yana olan bu örgütün üyelerinin bir kısmı da İttihatçılardan oluşuyordu.
Mustafa Kemal, Nutuk’ta Yeşil Ordu ile ilgili olarak “Teşkilatın kurucuları arasında mebus bulunan Çerkez Reşit Bey(Ethem’in abisi) ve Ankara üzerinden Yozgat’a gidip gelirken olacak (Yozgat isyanını bastırmak için oraya giden Çerkez Ethem) Çerkez Ethem ve kardeşi Tevfik Beyler girmişler.
Bundan başka, Ethem’le Tevfik Bey müfrezelerinin bütün adamları Yeşil Ordunun adeta esasını teşkil etmişlerdir.” Düzenli ordunun henüz kurulmadığı koşullarda Çerkez Ethem’i kazanmak (o dönemin en büyük askeri gücünü elinde bulunduran) Yeşil Ordu Cemiyeti için çok önemliydi.
Böylece Mustafa Kemal Paşa ve güçlerine karşı bir üstünlük sağlamak istiyorlardı.
Yeşil Ordu hareketi Eskişehir ve Ankara’da örgütlüdür.
Bir işçi ve köylü hareketi olmadığı gibi geniş kitlelere ulaşan bir hareket olamadan yok edildi.
Bolşevikliğin İslam uygulaması olduğunu Anadolu’daki halka anlatmak adına kurulmuş olan Yeşil Ordu’nun Merkez komitesinde Şeyh Servet Efendi, Adnan Adıvar, Hakkı Behiç, Yunus Nadi bulunuyordu.
Bunlar Birinci Mecliste 14 kişi ile temsil ediliyorlardı.
Eskişehir örgütünde Arif Oruç tarafından kurulan Seyyare, Yeni Dünya adlı günlük İslam-Bolşevik gazete çıkarılıyordu.
Demek ki Yeşil Ordu Cemiyeti Mustafa Kemal ve Kemalistlerin seçimle tüm Anadolu’dan oluşturduğu Birinci Meclis’te 14 üyesiyle varlığını sürdürmeye çalışan bir örgüt.
En büyük destekçileri ve askeri gücü elinde bulunduran Çerkez Ethem’in, düzenli orduya katılmayıp, Yunanistan saflarına geçmesi ve Sakarya Savaşı’nın kazanılmasıyla Anadolu’daki halk üzerindeki “Bolşeviklik” yalanları etkisizleşince bu örgütün varlık nedeni de ortadan kalktı.
Yeşil Ordu hareketi aslında, İstanbul hükümetinin bu olumsuz propagandasını ortadan kaldırmak için kuruldu.
Ancak, Çerkez Ethem ve kardeşlerinin buraya katılmasıyla değişti.
Şimdi Kasapoğlu’na sormak gerekiyor.
Bu örgütler mi Kemalistlere önderliği kaptırdı?
Hangisinin Türkiye çapında örgütü vardı?
Hangisi emperyalizme karşı, bir ordu kurarak mücadele verdi?
Hangisi İstanbul Hükümeti, Padişah ve İngilizlerin aleyhte propagandasına karşı, Türk milletini örgütlemesini bilerek Kurtuluş Savaşı’na girişti?
Kemalist hareket ve onun başı Mustafa Kemal, Türkiye’deki emperyalist işgale karşı mücadele eden tüm örgütleri önce Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti altında birleştirdi, ardından Ankara’da BMM’yi ve sonra da BMM Ordularını kurdu.
İngiliz ve Fransız emperyalistlerini ve onların emri ve yardımlarıyla İzmir’i işgal eden Yunanları ülkeden kovdu.
Demek ki bir ülkede devrim yapmak için Kemalistler’in yaptığı gibi yapmak, halkı örgütlemek, silahlı bir güce sahip olmak, ülke içinde iç isyanları önleyerek iç güvenliği sağlamak, dışta doğru ittifaklar gerçekleştirerek, bağımsızlığı koruyarak işbirliğini geliştirmek, uluslararası alanda kabul görmek gerekiyor.
Devrimin önderliği bu koşullarda gerçekleşir. 1919 koşullarında Türkiye’de bunu yapabilen tek örgüt Kemalistler’in kurduğu örgüttür.
Bu örgüt işgalcileri yurttan kovduktan sonra BMM’inde önce “Halkçılk Programını” ardından 1923’te Dokuz Umde’yi ilan etmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Huhuk Cemiyeti’nin adını “Halk Fırkası” olarak değiştirmiş, 1924’te Halk Fırkası’nın başına Cumhuriyet’i ekleyerek Cumhuriyet Halk Fırkası adını almış, 1927 Kurultayında Cumhuriyetçilik- Milliyetçilik-Halkçılık-Laiklik ilkelerini programına almış, 1931’de üçüncü kurultayda, bu ilkelere Devletçilik ve Devrimcilik’i ekleyerek Altı Ok’u programına koymuştur.
Daha sonra da “Arasız Devrimler” ilkesini kabul ederek programın, sürekli ileri hamlelerle, devrimlerle geliştirmesi gerektiğini tespit etmiştir. 1937 Şubatı’nda da “Türkiye Cumhuriyeti devleti Cumhuriyetçi-Milliyetçi-Halkçı-Laik-Devletçi-Devrimci bir devlettir” ibaresini Anayasasına koymuş, bu anayasal ilke 1961 yılına kadar sürdürülmüş, 1961 Anayasası yapılırken büyük ölçüde CHP’lilerin oylarıyla bu ilkeler Anayasa’dan çıkarılmıştır.