Haber Detayı

Merdan Yanardağ BirGün’e yazdı... Necati Özkan T24’e konuştu... Söz savunmada... Konu: Casusluk iddiası
Güncel odatv.com
17/11/2025 09:33 (1 ay önce)

Merdan Yanardağ BirGün’e yazdı... Necati Özkan T24’e konuştu... Söz savunmada... Konu: Casusluk iddiası

Ekrem İmamoğlu'nun yanı sıra kampanya direktörü Necati Özkan ve TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ'ın ''casusluk" suçundan tutuklanmıştı. Özkan ve Yanardağ, iddialara ve sürece dair yazı yazdı ve röportaj verdi.

Ekrem İmamoğlu'nun kampanya direktörü ve danışmanı Necati Özkan, İBB dosyasından 23 Mart'tan beri tutuklu.

İBB iddianamesinde Necati Özkan'ın, "‘Ekrem İmamoğlu Suç Örgütü'nde örgüt yöneticisi" olduğu iddia edildi.

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ da 'casusluk' suçlamasıyla tutuklandı.

Necati Özkan, T24.com'a röportaj verirken, Merdan Yanardağ da Birgün gazetesine yazı yazdı.

Merdan Yanardağ, "Casus kim" başlıklı yazısında şu ifadeleri kullandı:"BirGün okurlarına ve bütün dostlarımıza Silivri Zindanı’ndan merhaba!Yolum ikinci kez bu cezaevinden geçiyor.

Bu kez içerisi kalabalık, dostlarımız çok burada.Tutuklanma hikâyemin bu kez hayli ilginç olduğunu söyleyebilirim.

Ancak öncelikle belirteyim, üçüncü sınıf bile değil, beşinci sınıf bir kumpas ile karşı karşıyayız.

Yani iddialar ve bize/bana yöneltilen suçlamaların hiçbir tutarlılığı ve temeli olmadığı gibi, en küçük bir zekâ kırıntısı bile yok.

Aklımızla alay etmeye kalkan kumpasçılar, kendi aptallıklarını sergilemenin önüne geçemiyor.Arkadaş, insan hiç mi polisiyeye, edebiyata ilgi duymaz?

Bir dedektiflik hikâyesi okumadınız diyelim, bir tane casusluk davası bile mi görmediniz?Cumhuriyete, bu ülkenin ilerici ve yurtsever güçlerine karşı duyduğunuz düşmanlık ve ilkel, intikamcı refleksleriniz sizi bu kadar körleştirip, cahilleştirdi mi?Belli ki fetöcüler ve liberallerle yolları ayrılınca zaten görgüsüz, ilgisiz ve donanımsız bir hareket olan siyasal İslamcılar tamamen rüküş bir örgütlenme ve akıma dönüşmüşler.

Öyle ki ülkenin yarısından fazlasını düşman ilan edip, savaş açtıklarının farkında bile değiller.

Tam bir taşra yobazlığı ile karşı karşıyayız.Hazırladıkları Ekrem İmamoğlu iddianamesi tam bir darbe bildirisi gibi.

Demokratik siyaseti, iktidara muhalefet etmeyi suç sayıyorlar.

İnanılır gibi değil ama CHP delegelerinin, Erdoğan-AKP iktidarı ile mücadele eden bir yönetim seçmelerini bile düşmanlık, hatta “casusluk” sayıyorlar.

Şaka gibi ama bana yönetilen suçlamalardan biri de İmamoğlu lehine bir müdahalede bulunarak CHP Kurultayı’nda Özgür Özel’in seçilmesini sağlamakmış.

Üstelik bunu İngiliz ve İsrail istihbaratının yönlendirmesiyle yapmışım.

Bunu nasıl, hangi araçlarla yaptığım ise belli değil.

Kanıt olmadığı gibi Türk Ceza Kanunu’nun bu suçu (casusluk) düzenleyen 327 ve 328. maddelerinde de böyle bir tarif yok.

Akıl ve mantık dışı bir tablo var.Amaç belli; demokratik siyaset yoluyla bile olsa AKP-Erdoğan iktidarını değiştirme girişimi, 19 Mart operasyonunu yapanlara göre suç.

Bunun TCK’de karşılığının olup olmamasının önemi yok.

Örneğin; İmamoğlu’na yöneltilen suçlardan biri “cumhurbaşkanı adaylığı için yola çıkmak ve bu amaçla ekip kurmak” iyi mi?İnsan dostunun da düşmanının da biraz mert ve zeki olmasını istiyor.

Bu saçmalık ile mücadele etmek, iftira ve kara propagandaya karşı savaşmak insana ağır geliyor.TELE1 dostu olan yaşlı bir kadının yanında birkaç kez gördüğüm ve gündeme ilişkin kısa kısa sohbet etmekten başka bir ilişkim olmayan bir kişinin İngiliz casusu olduğumu iddia edip bunu taşra kurnazlığı ile fırsata çevirme çabası ile karşı karşıyayız.Hüseyin Gün adlı bu iş insanı da verdiği ifadede aynı şeyleri söylüyor.

Hiçbir ifadesinde bana ve İmamoğlu’na yönelik herhangi bir suçlama yok.

Güncel siyasete ilişkin genellikle TELE1’de izlediği programlarla ilgili birkaç mesaj ve benim bunlara verdiğim nezaket yanıtlarından ibaret.

Bir izleyici-gazeteci-TV programcısı diyaloğundan bir casusluk hikâyesi çıkarmaya çalışıyorlar.Kaldı ki, TELE1’e ufak tefek destek veren Seher hanım (Alaçam) vefat ettikten sonra yani 2022’den beri hiç görüşmemişiz.

Bu durum HTS kayıtlarında da açıkça görülüyor.

Ortada tam bir deli saçması var.Olay şu; Seher Alaçam, evinin havuzunda kalp krizi geçirip 2022’de vefat edince manevi oğlu Hüseyin Gün ile biyolojik oğlunun arasında bir mal-mülk kavgası başlıyor.

Bunun üzerine Seher Alaçam’ın biyolojik oğlu, Hüseyin Gün’ü 155’i arayarak “casus” diye ihbar ediyor.

Polis yaptığı araştırmada benim, Necati Özkan ve Ekrem İmamoğlu’nun adlarını birkaç mesajda geçtiğini görünce böyle bir senaryo uyduruyor.

Evlere şenlik bir hikâye.Bir sosyal medya yazılım şirketi olan (Londra merkezli) Hüseyin Gün İstanbul Belediyesi’ne bir program satmaya çalışıyor, ama yapamıyor.

Necati Özkan güven duymuyor ve almıyor.

Aynı kişi Emniyet Genel Müdürlüğü’nden Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na kadar birçok kuruluş ile de çalışmış.

AKP’li başkanları ve milletvekillerini İngiltere’de Lordlar Kamarası’na davet ettirip, toplantı ayarlamış.

Bu toplantıya başkanlık yapmış vs.AMAÇ YENİ REJİMİ YERLEŞTİRMEKAmaç belli.

Bu “casusluk” kumpasının iki hedefi var.

Açıklanan iddianamede de görüldüğü gibi “yolsuzluk” suçlamalarının içini dolduramadılar.

Bu nedenle ilk amaç; İmamoğlu için “yedek bir tutuklama kararı” çıkartmaktı.

Diğeri ise Türkiye’deki medya ortamından ‘oyun kurucu’ bir konumu olan, etkili ve yaygın bir izleyici kitlesine ulaşan TELE1’e el koymak, yağmalama, beni ve arkadaşlarımı susturmaktı.

TELE1, sol bir ekibin kurduğu, yönettiği ve büyük medya alanında rekabet eden başarılı bir kurumdu.

Bir model olarak onlar için kötü bir örnek oluşturuyordu.

Kendi kendisini çeviriyor, yeni yatırımlar yapıyor ve çalışanlarının ücretlerini-ki 144 kişinin maaşını aksatmadan ödüyordu.

RTÜK cezaları ve benim hakkımda açılan davalar, bizi susturmaya yetmemişti.

Biz bütün engelleri teker teker aşıyorduk.

Bunu daha fazla kaldıramadılar.

Toplumdaki etkimizi kırmak istediler.

Olay budur.SİCİLLERİ UTANÇ VERİCİ OLANLARTürkiye’de siyasal İslamcıların tarihi emperyalizm ve istihbarat örgütleriyle, utanç verici bir işbirliğinin tarihidir.

Bu tarihi ben kitaplarımda belgeleri ve ayrıntıları ile anlattım.

Kutsal bir davaları var diye ahlaka ihtiyaçlarının olmadığını düşünen ve buna inanan siyasal İslamcılar, bu ülkenin yurtseverlerini, devrimcilerini ve solunu “casuslukla” suçlamak gibi utanmazca bir küstahlık sergiliyor.İslamcı hareket 1960’lardan beri emperyalizm (özellikle ABD ve İngiltere) ve istihbarat örgütleri ile işbirliği içinde oldu.

Bunu “Allahsız kızıl komünistlere karşı ehveni şerriye kaidesi” dedikleri İslami bir yoruma “savaşta bile mubahtır” anlayışına dayandırdılar.

İslamcıların siyaset tarzı tahkiye ve hileyle oldu hep.Özellikle soğuk savaş döneminde ABD ve NATO’nun “Yeşil Kuşak” siyasetinin sonucu olarak Türkiye’de etkili olan tüm tarikat, cemaat ve siyasal İslamcı gruplar CIA, dolayısıyla Kontrgerilla (Gladio) yapılanmasıyla ilişkiye girdi.

Bu ilişki 1990 sonrasında da (BOP ve benzeri doktirinlere bağlı olarak) devam etti.

Özellikle nurcu guruplar CIA’nın gözdesiydi.

Fethullah Gülen çetesi ve Said Nursi’nin talebesi olan Mehmet Kırkıncı ekibi, CIA bağlantılı gruplardı.

Örneğin Av.

Bekir Berk adlı bir Nur talebesi, CIA ile siyasal İslamcılar arasındaki ilişkiyi sağlıyordu.

Daha önemlisi bu durumu bütün İslamcı kanaat önderleri, cemaat ve tarikat şeyhleri de biliyordu.

Av.

Bekir Berk’in yabancı istihbarat örgütleriyle çalıştığını CIA ile irtibatı olduğunu yine bir Nurcu olan Üzeyir Şenler açıklamıştı.

Ölümünden kısa süre önce hastanede kendisi ile görüşen gazeteci Mustafa Aydın da 2012 yılında Bekir Berk’in ajan, yani casus olduğunu yazdı.

Gazeteci Mustafa Aydın, Nurcuların Tahşiye Grubu’na yakındı.

Mustafa Aydın, aynı zamanda Mehmet Fırıncı ve Mustafa Birinci adlı İslami çevrelerde etkili kişilerin de CIA ile bağlantılı olduğunu açıkladı.Bekir Berk öldüğünde Mehmet Kırkıncı yıkamış, Fethullah Gülen de cenaze namazını kıldırmıştı.

Tabutu ise İslamcı çevrelerin bütün önde gelen kişileri taşımıştı.

Nurcuların Türkiye kolu, Fethullah Gülen yapılanmasının CIA ve ABD bağlantılı olduğunu açık açık yazdı.

Bu nedenle cemaatin önde gelen iki yöneticisi Muhammed Doğan ve Mustafa Kaplan, Ergenekon kumpası davaları sırasında 2009’da düzmece bir iddia ile tutuklandılar.Sadece Nurcular değil, Necip Fazılcılar ve başka siyasal İslamcı gruplar da CIA bağlantılıydı. 1960’lı yıllarda bir Kontrgerilla (Gladio) bülteni gibi çıkan, bugün gazetesinin sahibi ve başyazarı Mehmet Şevket Eygi-ki 1969’da “Kanlı Pazar” diye gençlere saldırıyı planlayanlardan biridir.28 Şubat 2008’de Millî Gazete’de yazdığı utanç verici bir köşe yazısında, neden CIA ve ABD ile işbirliği yaptıklarını İslamcı çetelerle açıklamaya çalışacaktı.

Eygi özetle şöyle diyordu:“Biz o zaman İslam’daki ehveni şerriye kaidesi gereği, Allahsız kızıllara karşı Amerikan nüfuzun altındaydık.

Rusyalı komünistlere karşı ABD ile işbirliği yapmak o zaman yanlış değildi.”Ben hayatımda bu kadar utanç verici bir emperyalizm işbirlikçiliği ve CIA ajanlığı/casusluğu gerekçesi duymadım.

Bugün Türkiye’de iktidar olanlar da bu soydan geliyor.

AKP’nin kuruluşunda doğrudan bir ABD girdisi var.

Bunları ‘Bir ABD Projesi Olarak AKP’ kitabımda belgeleriyle yazdım.İşte; kendi sicilleri emperyalizm ve Batılı istihbarat örgütleriyle kirli bir işbirliği ile dolu olanlar, bugün kalkmış bizi, bu ülkenin yurtseverlerini, solcularını ve de devrimcilerini “casuslukla” suçluyorlar.Hadi oradan!"Cansu Çamlıbel'in, casusluk soruşturmasında örgüt yöneticisi olduğu iddia edilen Necati Özkan ile röportajını aktardığı "Necati Özkan: Önceki casusluk davalarıyla Silahlı Kuvvetler zafiyete uğratıldı, bununla ise demokrasi dejenere ediliyor" başlıklı yazısı ve röportajı şu şekilde:“HABERİ DUYUNCA HÜCREMDE SAATLERCE ‘KİM BU ADAM’ DİYE DÜŞÜNDÜM”- Sondan başlayalım… 23 Mart 2025 tarihinde İBB’ye ilk dalga yolsuzluk operasyonunda zaten tutuklanmıştınız. 27 Ekim’de yani 7 ay sonra casusluk iddiasıyla bir kez daha tutuklandınız.

Detaylarına gireceğiz ama ilk önce bu son gelişmenin sizde yarattığı izlenimi sormak istiyorum.

Hem siz hem de Ekrem İmamoğlu hakkında bir casusluk soruşturması açılması 19 Mart süreciyle ilgili ne söylüyor size?24 Ekim Cuma sabahı benim için Kandıra Cezaevi’nde aylardır yaşadığım sıradan bir gün olarak başladı.

O gün CHP’ye yönelik “mutlak butlan” davası ile ilgili nihai karar bekleniyordu.

Sabah sayımından sonra tek başıma kaldığım hücremde haberleri almak için televizyonu açtığımda, alt bantlarda adımın da aktığı soruşturma anonsunu gördüm.

Bendeki ilk duygu tam bir şaşkınlıktı.

Çünkü adım bir casusluk soruşturmasında anılıyordu, hem de hiçbir tanışıklığımız olmayan, fiziki olarak hiçbir arada bulunmadığımız Merdan Yanardağ ile birlikte.

Tabii bir de “casusluk” iddiasıyla daha önce tutuklanmış olduğu bildirilen Hüseyin Gün isimli şahısla… Hüseyin Gün’ü hatırlayamadım.

Hücremde saatlerce düşündüm “Kim bu adam” diye ama zihnimde hiçbir karşılığı yoktu.O gün öğleden sonra, bu yeni ve beklenmedik durumu konuşmak üzere ziyaretime gelen avukatım, Hüseyin Gün ile ‘anne’sinin Ekrem İmamoğlu ile çekilmiş fotoğrafını gösterince olayı hatırladım.

Hatırladığım, Hüseyin Gün değil, annesiydi ilkin.

Çünkü kılığı kıyafeti, eldivenleri ve şapkasıyla benim ofisime geldiği andan itibaren unutulmaz bir profil olarak zihnime girmişti.

Hüseyin Gün adlı şahsı ise bugün bile sokakta görsem hatırlayamazdım. 23 Haziran 2019 seçimlerinden sadece 12 gün önce, “Amerika’da çok başarılı olmuş bir Türk iş adamı ve teknoloji yatırımcısı” olarak beni ziyarete gelmişti ilgili şahıs.

Gelirken de annesi veya manevi annesiyle gelmişti.

Bir gün önce adresimi istemişti.

Mesajla ofisimin bilgilerini göndermişim ve ardından tanışmak için ikisi birden ofisime gelmişler.

Bütün hikâye bu; 23 Haziran 2019 seçimlerinden önce sadece tek bir kez görüşmüşüz.

Ancak avukatımın gösterdiği fotoğraf sayesinde o toplantıyı hatırladım ve medyada anlatılan hikâyenin bu kadar gerçek dışı olması karşısında ne hissedeceğimi bilemedim.Literatürden bildiğimiz bir hakikat de otokratik rejimlerin muhalifleri saf dışı etmek için kullandığı üç silahtan birinin “casusluk” iddiası olduğudur.

Diğer ikisi yolsuzluk ve terördür, belki biliyorsunuzdur.

İşte bu yeni suçlamayla, 19 Mart’ta başlayan devlet krizi yeni bir aşamaya geçiyordu.

Sadece devlet değil, iktidar bileşenleri ve yargı mekanizması Rubicon’u geçiyordu.

Artık hakikatin hiçbir önemi yoktu.

Ortada ceza kanununa göre suç kabul edilebilecek bir eylem söz konusu olmasa da bir kez daha suçlu ilan edilecektik.

İlliyet bağı bile aranmadan beni, Merdan Yanardağ’ı ve Ekrem İmamoğlu’nu bu suçlamaya dahil etmeye karar vermişlerdi.

Yedekleme yapılıyordu!

Tabii önceki şaşkınlık, öfke ve kızgınlığa dönüştü.

Bu devlet nasıl bu hale düşürülürdü?“ÖNCEKİ CASUSLUK DAVALARIYLA SİLAHLI KUVVETLER ZAFİYETE UĞRATILDI, BUNUNLA İSE DEMOKRASİ DEJENERE EDİLİYOR”- Neden özel olarak “casusluk” iddiası seçilsin ki sizin için?Herhalde bir türlü yolsuzluk ve terör konularında ikna edilemeyen seçmen, “casusluk” iddiası üzerinden etkilenecek.

Bu dava üzerinden ulusal güvenlik ve milliyetçilik propagandası yapılacağını düşünüyorum.

Sizden röportaj talebi gelene kadar, “casusluk” iddiasında adı geçen herkesin ifadelerini okudum ve dosyaya vakıf olabildim.

Casusluk iddialarının, siyasi maksatla olup olmadıklarına dair kuşku yaratılmadan, son derece ciddi ve özenli bir biçimde soruşturulup yargılanması, ülke menfaati adına, vatan savunması adına hayati önemdedir.

Bir eski asker olarak, yakın tarihimizde yüzlerce general, subay ve askeri personeli hedef almış ve sonradan kumpas oldukları ortaya çıkmış olan casusluk davalarından çok iyi biliyorum ki, casusluk konusunun siyasi olarak istismarı kamuoyunun bu çok önemli konuya dair hassasiyetini azaltır.

Ülkenin karşı istihbarat kapasitesine zarar verir.

Ve gerçek casusların işini kolaylaştırır.

Bunu bu ülkeye yapmaya kimsenin hakkı yoktur.

Önceki casusluk davalarıyla silahlı kuvvetler zafiyete uğratıldı, bununla ise demokrasi dejenere ediliyor.Ülkesini seven herkesin, öncelikle de yargı başta olmak üzere tüm kamu görevlilerinin bilhassa da medya mensuplarının casusluk iddiaları konusunda hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde hukuk içinde ve objektif hareket etmeleri gerçek vatanseverliğin gereğidir.

Ben bu hassasiyet içerisinde davranarak hakkımdaki tüm iddiaları çürütmek, hakikatin ortaya çıkmasını sağlamak için tüm gücümle uğraşacağım.

Çünkü bunu vatanseverliğimin bir gereği olarak görüyorum.

Sizin sorularınızı bu samimiyetle cevaplıyorum.

Umarım, hakkımdaki casusluk iftirasını soruşturanlar, bu iddiayı fütursuzca yayanlar da hakikatin ortaya çıkmasından başka bir niyetle hareket etmemeleri gerektiğinin idraki içinde olurlar.

Olmalıdırlar.

Çünkü sözde casusluk iddialarının, iftiraların arkasına sığınarak ikbal arayışında olmak, siyasi hesaplar peşinde koşmak en az casusluk kadar ülkemize zarar verir.Bu temelsiz iddiada bulunanlar bilsinler ki yaptıklarıyla Ekrem İmamoğlu ve İBB davalarına ilişkin algıyı zannedilenin tersine çürüttüler ve bence tarihin akışını hızlandıracak bir etki yarattılar.

Aynen 2019 seçimlerinin iptal edilme sürecinde olduğu gibi, iktidar bileşenleri bir kez daha, tüm tuşlara aynı anda basarak, kendi hatalarından asla ders almadıklarını ortaya koydu.

Yaşayarak göreceğiz, bu büyük millet eninde sonunda gerçeği görecek ve tüm bu mağduriyetleri demokratik siyasetle çözecek.“BU SÜREÇ SANCILI OLDUĞU KADAR DA UZUN OLACAK MAALESEF”- Bu son gelişme, bazı iktidar yanlısı yorumcuların ekranlarda ileri sürdüğü gibi en az bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar hapis tutulacağınıza yönelik bir izlenime kapılmanıza neden oldu mu?Zaten 19 Mart günü başlatılan ve ardı arkası bir türlü kesilmeyen İBB operasyonlarının ana fikri ve hedefi buydu.

Ne yapıp edip, yedekli giderek, Ekrem İmamoğlu’nu siyasi denklemin dışına atmak.

Bir sonraki seçimlere aday olarak girmesinin önünü garantili bir şekilde kesmek… İşin tuhaf ve kabul edilmesi zor tarafı şu: “Kanunsuz suç olmaz, kanunsuz ceza olmaz.” ilkesi bizim hukukumuz tarafından da kabul edilmiş bir evrensel ilke iken, suçsuz vatandaşlara eziyet ediliyor.

Bu ülke uzun yıllardır adil seçimlerin görülmediği bir ülkeydi.

Artık serbest seçimlerin de olmadığı bir ülkeye dönüşüyor.

Yargı mekanizması da bu yolda bir kar küreme aracı gibi mıntıka temizliği yapıyor.

Bu süreç sancılı olduğu kadar uzun da bir süreç olacak maalesef.“SAVCININ ‘BİR YAKINIM’ İFADESİNE İTİRAZ ETTİM, ‘TANIDIĞIM’ DEDİM AMA O ŞEKİLDE KAYDEDİLMEDİ”- “2019 yerel seçimlerine yabancı istihbarat kurumlarının müdahalesinin önünü açmanız” şeklinde özetleyebileceğim bir motivasyonla başlatılan soruşturmanın sebebi Hüseyin Gün isimli kişinin etkin pişmanlıktan faydalanarak verdiği ifade.

İlk görüşmenizin Seher Alaçam sayesinde, ikinci İstanbul seçimine 12 gün kala olduğunu siz de söylediniz.

Savcılık sorgusunda da “Bir yakınım vesilesiyle geldi randevu talebi” demişsiniz.

O yakının kim olduğunu neden açıklamıyorsunuz?Hüseyin Gün ve “annem” veya “manevi annem” dediği Seher Alaçam ile tanıştığımızda, Seher Hanım kendisinin birkaç kez doğrudan randevu almak için ofisimi aradığını, sonuç alamayınca bir tanıdık bularak benimle temas kurabildiğini söylemişti.

Seher Hanım’a randevu için aracılık eden tanıdığımın kim olduğunu net olarak hatırlayamıyorum.

Bir eski siyasi olduğunu hayal meyal hatırlıyorum ama tam olarak kimdi, hatırlayamıyorum.Aslında o günlerde yaşamakta olduğum korkunç yoğunluğu bir düşünürseniz, Seher Alaçam’ın benimle görüşmek için niçin bir aracıya ihtiyaç duyduğunu ve benim o aracı kişiyi bugün niye hatırlayamadığımı çok net anlarsınız.

Seher Hanım’ın randevu alamamasının nedeni benim zor ulaşılır bir profile sahip olmam değildir.

Bana herkes kolaylıkla ulaşır ve her talep edenle görüştüğümü etrafımdaki herkes bilir.

En önemli toplantılarıma bile cep telefonumla girerim, arayanlara anında cevap veririm, veremiyorsam, “ben sizi arayacağım” derim ve toplantı çıkışı mutlaka o kişiyi ararım.

Çünkü ‘iletişim’ benim işim.

Müteveffa Seher Hanım’ın benden zor randevu almasının nedeni, o dönemdeki insanüstü yoğunluğumdu. 31 Mart 2019’da kimsenin kazanılabileceğine inanmadığı bir seçimi kazanmıştık.

Arkasından YSK, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini yenileme kararı almıştı.

Bunun üzerine CHP yönetimi, milletvekilleri, belediye başkanları, İYİ Partili yöneticiler dahil, Türkiye’nin her yanından on binlerce insan Seçim Koordinasyon Merkezi’ne akmaya başlamıştı.

Akademisyenler, gazeteciler, partililer, gönüllüler, sıradan vatandaşlar… Öyle kalabalık ve kaotik bir süreçti ki, çoğu kez günde 2- 3 saat uyuyabiliyorduk.

YSK’nın seçimleri yenileme kararı büyük bir haksızlık olarak algılanmış, ülkenin her tarafından vatandaşları ayağa kaldırmıştı.

Yardım etme talebiyle her gün yüzlerce insan bizimle temas etmeye çalışıyor, bunlardan bazıları cevap vermezseniz agresifleşebiliyorlardı.İşte böyle bir dönemde Seher Alaçam ve Hüseyin Gün ile tanıştım ve tekrar ediyorum 23 Haziran seçimleri öncesi sadece bir kez görüştüm.

Bu soruyla ilgili küçük bir notum var.

Savcılık ifadesinde “Bir yakınım vesilesiyle geldi randevu talebi” deniyor ya onun sebebi şu; savcı size sorusunu soruyor, siz cevap veriyorsunuz fakat ifadeye sizin cümleleriniz yazılmıyor.

Savcı sizin cümlelerinizi not alıp, kendi cümlelerini kaydettiriyor.

İfade sırasında ben savcının kullandığı “bir yakınım” kelimesine itiraz ettim, “bir tanıdığım” dedim ama savcı “ne fark eder” diyerek kelimeyi değiştirmedi.

Avukatlarım da önemsemeyince ben de itirazımı sonlandırdım.“ALTI SAAT DONARAK AÇ SUSUZ GEÇEN İFADENİN ARDINDAN ‘BU İŞ ARTIK BİTSİN’ NOKTASINDAYDIK, O NEDENLE BU KELİMENİN ÜZERİNDE NE AVUKATLARIM NE BEN DURDUK “- Şimdi geriye dönüp baktığınızda keşke “İfademin kendi beyanım doğrultusunda kayda geçirilmesi için ısrarcı olsaydım” diyor musunuz?

Zira bu ifadeyi siz sanki birisini gizliyor ve koruyorsunuz gibi yorumlayanlar oluyor ekranlarda.Hayır, çünkü hukuken hiçbir farklılık taşımayan, birbiri yerine sıklıkla kullanılan iki kelimenin söz konusu olduğu konusunda avukatlarım da bana teminat verdiler.

Ben konunun hukuki boyutuyla ilgiliydim ve o noktadan sonra ekranlarda “kim, hangi sözümü nasıl yorumlar” diye düşünecek durumda değildim.

Hala da konunun bu boyutuyla ilgili değilim, ben hakikatin açığa çıkmasına odaklıyım.

Kimlerin hangi saiklerle, yorum, duyum, haber, ‘kesin bilgi’ adı altında neler neler söylediklerini herkes biliyor, görüyor.Savcılıktaki sorgu öncesi yaklaşık 6 saat Çağlayan Adliyesi’nin eksi yedinci katında donarak geçmişti.

Aç ve susuz bir şekilde 6 saate yakın savcılık ifadesi sürmüştü.

Akşam saat 22’yi bulmuştu ve ben, avukatlarım ve savcı “Bu iş artık bitsin” noktasındaydık.

O nedenle de bu kelimenin çok da üzerinde kimse durmadı.“SAVCILIKTAN BANA ‘ANLAŞMA’ İÇİN BİR TEMAS KURMA ÇABASI OLMADI”- Yeri gelmişken savcılığın tutuklanmanızdan itibaren size karşı yaklaşımını nasıl buldunuz?

Bazı tutuklulara ‘anlaş ve çık’ teklifi yapıldığı CHP yönetimi tarafından sıkça dile getirilen bir iddia.

Hatta malumunuzdur iktidara yakınlığıyla bilinen Mücahit Birinci’nin benzer bir teklifi etkin pişmanlıktan yararlanan Murat Kapki’ye yaptığı iddia edilmiş, ardından Birinci partisinden istifa etmek zorunda kalmıştı.

Benzer teklifleri size de yapanlar oldu mu, yani “Ekrem İmamoğlu’nu satmayı”?Savcılıktan bu tarzda bir temas kurma çabası olmadı.“HÜSEYİN GÜN ÖYLE MUSALLAT OLDU Kİ KOVSAN GİTMEZ BİR PROFİL”- Hüseyin Gün ile Seher Alaçam’ın ilişkisinde hiçbir tuhaflık hissetmediniz mi?Hüseyin Gün ve Seher Alaçam’ın ilişkisinde bir tuhaflık hissetmedim ama ziyaretin kendisi tuhaftı. “ABD’de çok başarılı olmuş bir Türk iş adamı ve teknoloji yatırımcısı” olarak tanışmaya geliyorsunuz, ama, “anne” dediğiniz kişiyle geliyorsunuz!

Hani iş görüşmesine gelen bir gencin ebeveyniyle gelmesi gibi garip bir durumdu, öyle birini işe almazsınız.Ben de daha ilk andan itibaren Hüseyin Gün’ü ciddiye alınacak bir insan gibi görmedim.

Hele ki, “teknolojik yardım” dediği şeyin sosyal medya izleme ve analizi olduğunu öğrenince… Ayrıca, hem sosyal medya kullanıcıları bizim kampanyamızın ana hedef kitlesi değildi, hem de dijital kampanya benim yetki alanımda değildi.

Bizim kampanyamızın ana hedef kitlesi, emekliler, ev kadınları ve nispeten kent yoksullarıydı.

Bu kitlelere sosyal medya ile ulaşamazsınız.

Bizim kampanyamız Türkiye tarihinin en kapsamlı kapıdan kapıya kampanyasıydı.

Parti örgütleri ve gönüllüler tam da bunu yaptı.

Ama Hüseyin Gün, öyle musallat oldu ki, kovsan gitmez, peşini bırakmaz bir profil… Kendini kanıtlamak ve önemli bir insan olduğunu göstermek için bazı sosyal medya analizlerini göndermek istedi, ben de buna izin verdim.

Çünkü kampanya direktörünün iki asli görevi vardır: Seçim kampanyasının iletişim stratejisine karar vermek.

Ve o stratejiden sapılmasına asla izin vermemek!Beni tanıyanlar hemen her konuda uzlaşmacı ve demokrat bir kişiliğe sahip olduğumu bilirler.

Uzlaşmacılığımın ve demokratlığımın kalmadığı tek alan kampanya stratejisine müdahale edildiği durumlardır.

Asla taviz vermem.

Çünkü seçim kampanyası süreci, demokratik bir süreç değildir.

Kampanya dönemlerinde hemen herkes bir fikirle, mucizevi buluşlarla, slogan önerileri ve film önerileriyle gelir.

İyi niyetli dostlar, tecrübeli siyasetçiler, adayın yakınları ve çok şey bilen “uzmanlar”, ihtiraslı amatörler…Tüm bunlarla ben şahsen muhatap olur ve kampanyaya zarar vermelerini engeller, kibarca uzaklaştırırım.

Hüseyin Gün gibi hırslı amatörlerin ve erkenden pozisyon kapmak isteyenlerin de zarar vermesini engellemek de benim asli sorumluluğumdu.

O nedenle hiçbir fayda ve etkisinin olmayacağını bile bile “gönderebilirsiniz” dedim.

Ama ben tek bir talepte dahi bulunmadım.

Sonrasında ise gönderdiği kendini kanıtlama amaçlı bu sosyal medya analizlerine itibar etmedim ve hiçbir çalışmamda da kullanmadım.“SEÇİME 10 GÜN KALA VERİ ANALİZİ DESTEĞİ VERECEK BİR ŞİRKET ARAYIŞINDA OLACAK KADAR AMATÖR BİR EKİP SEÇİM KAZANAMAZ”- Peki Hüseyin Gün’ün iddia ettiği gibi kampanyada kullanmak için veri analizi desteği verecek bir şirket arayışında mıydınız?Hayır.

Seçime 10 gün kala veri analizi desteği verecek bir şirket arayışında olacak kadar amatör bir ekip seçim kazanabilir mi? 2019 seçimlerinde kampanyanın dijital tarafı benim ve ekibimin sorumluluk alanında olmasa da o alanı yöneten arkadaşlar 3- 4 ayrı şirketin sosyal medya monitoring sisteminden anlık olarak ve online hizmet alıyordu.

Yani Hüseyin Gün’ün bize verebileceği hiçbir destek yoktu.

Zaten kendisinden benim ne bir talebim oldu ne veri istedim ne de verebilecek bir veriye sahiptim.

Biz daha yola çıkmadan önce, Kasım 2018’de tüm kampanyamızı planlamış, aşamalandırmış ve hafta hafta aksiyon planlarımızı, filmlerimizi, afişlerimizi, broşürlerimizi çok önceden hazır etmiştik.

Seçime 10- 12 gün kala sadece seçim günü ve gecesinin hazırlıklarıyla uğraşırsınız.

Hüseyin Gün ile tanıştığım tarihte biz 23 Haziran 2019 seçimlerinde bir milyon farka doğru gidiyorduk ve bu durumu pek çok araştırma şirketinin verdiği raporlarda görüyorduk.

Seçim gecesi tüm Türkiye bayram yaparken biz neden 806 bin oy farkla kaldık diye üzülmüştük.“AARON BAR İSMİNİ SAVCIYA İFADE VERİRKEN İLK KEZ DUYDUM, ZOOM’DA BİZE UZAKTAN SUNUM YAPAN KİŞİYMİŞ”- Hüseyin Gün’ün ortağı olduğunu iddia ettiği Aaron Barr isimli şahıs ile hiç görüştünüz mü ya da bir iletişiminiz oldu mu ya da varlığından haberdar mıydınız?Aaron Bar ismini Cumhuriyet Savcısı ifade alırken duydum; önceden varlığından haberim hiç olmadı.

Savcı soru sorarken kim olduğunu bilmediğimi söylediğimde size Zoom toplantısında sunum yapmış dedi. 3 Eylül 2019’da Hüseyin Gün’ün ısrarlı talepleri sonucunda son bir demo yapması için online bir toplantı düzenlenmesine karar vermiştik.

O toplantıda bize Hüseyin Gün’ün şirketini ve projesini uzaktan sunan kişiymiş.

Ne kendisini tanırım ne de bir daha görüşmem vakidir.

Hayat boyu Hüseyin Gün gibi kendini önemli sanan, şirketini ve ürününü erişilmez göstermeye çalışan pek çok kişiyle karşılaştım.

Bu gibi insanlar çoğu kez sizi abartılı şekilde kendilerini pazarlamaya çalışırlar.

En baştan beri Hüseyin Gün’ün benim zihnimde bıraktığı iz böyleydi.“HÜSEYİN GÜN İLE TOPLAMDA 2 KEZ GÖRÜŞTÜM, PROJENİN YETERSİZLİĞİ VE BÜTÇENİN AFAKİLİĞİ NEDENİYLE TEŞEKKÜR EDİP İLİŞKİYİ SONLANDIRDIK”- Sonuçta Hüseyin Gün ile toplam kaç kez görüştünüz?

Bu görüşmelerde vermek istediği hizmete zaten ikna olmadığınızı anlatıyorsunuz.

Ancak Gün’ün iddiası kendisinden bazı taleplerde bulunduğunuz yönünde.

İfadesinde, “İBB veri tabanı verilerinin ‘OSINT Dark Web’ içerisinde yer alıp almadığını sordu” demiş.

Böyle bir soru yöneltip, yanıtını beklediniz mi?Hüseyin Gün ile seçim öncesi bir kez görüştüm.

Zihnimde kalmış olan tek görüşme de o; 11 Haziran 2019’da benim ofisime “manevi anne”, “anne” veya “mami” diye hitap ettiği Seher Alaçam’la yaptığı tanışma ziyareti. 23 Haziran seçimlerinden tam bir ay sonra hem beni tebrik etmek hem de proje satışı ve sunumu için desteğimi istemek üzere bir öğle yemeğinde buluşmuşuz.

Hatırladığım kadarıyla sonra sunumu yapmıştı.

Sonrasında, biz kendilerine projelerinin yetersizliği ve önerdikleri bütçenin afakiliği nedeniyle teşekkür edip tüm ilişkiyi sonlandırmışız.

Bir de Ekrem İmamoğlu ile çok kısa bir tebrik ziyareti ve fotoğraf çekimi yapılmış.“HÜSEYİN GÜN’ÜN İFADELERİNDE DARKWEB’TEKİ E-MAİLLERLE İLGİLİ İSMİ GEÇEN İBB ÇALIŞANLARININ HEPSİ 2019’DAN ÖNCE AYRILMIŞ”- Peki Hüseyin Gün doğru değilse neden böyle bir hikâye kurgulasın, hangi maksatla?Hüseyin Gün, etkin pişmanlıktan yararlanabileceği umudu veya vaadiyle bana ve Ekrem İmamoğlu’na iftiralar atacak şekilde ifade verdikten sonra paraşütle bu davaya indiriliyor.

Ne oluyorsa o tarihten sonra oluyor.

Paraşütle davaya dahil edilince icat edilen kavramlardan biri “OSINT” diğeri “Dark Web”.

Hüseyin Gün savcılık ifadesinde bunlarla ilgili benim bir talebimin olduğunu söylüyor.

Oysaki, bana sorulan sorulardan birinde (savcılık ifademin 22. sayfasındaki 54. soruda), Hüseyin Gün bana ve Zoom toplantısına katılan Melih Gecek’e, Osint, Elint, Humint, Commint, Cybint gibi kelimeler ve bu kelimelerin anlamlarını anlatan bir WhatsApp mesajıyla sözüm ona ders veriyor.

Yani bizimle son görüşmeyi yaptığı gün ilk defa bu kelimeleri kendisi sarf ediyor.Bu çok bilmiş görünen, ama, işi gücü sıradan bir hizmeti milyonlarca dolara satmaya çalışmak olan bu şahıs, gizli soruşturma ortamında etkin pişmanlıktan yararlanma umuduyla gerçeğe aykırı beyanda bulunuyor.

Üstelik de benim “dijital dünyadan uzak biri” ve “old school” bir siyasi danışman olduğumu söylemişken.

Ama burada esas mesele şu: Ben dünyadaki siyasi iletişim danışmanlarından bir konuda çok net olarak ayrılırım.

Ben özü itibariyle “hakikatin iletişimi”ni yaparım.

Hakikat neyse, adayın hakikati, projelerinin hakikati, değerlerinin hakikati neyse onun iletişimini yaparım.

Hakikatin hikayeleştirilmesini iyi bilirim.

Rakiple ve rakibin hatalarıyla ilgilenmem.

O yüzden de negatif kampanya asla yapmam.Amerikalı veya İngiliz meslektaşlar negatif kampanyanın daha güçlü etki yarattığını savunurken, pek çok konferansta onları eleştirmişliğim bilinir.

Ben rakibe zaman, enerji ve bütçe ayrılmasına izin vermem.

Sadece bu yaklaşımımı bilenler bile OSINT ve Dark Web gibi saçmalıklarla benim zaman kaybetmeyeceğimi bilirler.

Ayrıca, Hüseyin Gün’ün ifadelerinde geçen 20- 25 İBB çalışanının e-mail meselesini avukatlarım İBB’ye sorduklarında bir başka gerçek daha ortaya çıktı.

O kişilerin bir kısmı 2001’de, 2015’te ve 2018’de işten ayrılmışlar.

Yani darkweb’de bulunduğu söylenen bu e-mailler, 2019’dan yıllar öncesine ait.

Hiçbir değeri olmayan bir eski zaman hatırası özetle.- Madem Hüseyin Gün’ün size sunduğu fikirlerden, tavrından, askıntı olmasından haz etmediniz seçimi kazanıldıktan bir ay sonra yeniden görüşmenize gerek vardı?Dediğim gibi Hüseyin Gün kelimenin tam anlamıyla yapıştı, ille bir sunum yapacak, ille Ekrem Başkan’la “mami”si bir kare fotoğraf çektirecek.

Neden ve kimden musibet geleceğini kestiremeyeceğiniz bir ortamda herkesi kazanma duygusu içinde tolerans gösteriyorsunuz.“WİCKR İSİMLİ UYGULAMA OLDUĞU SÖYLENENLER ÜRETİLMİŞ GÖRSELLERDİR, BANA AİT YAZIŞMALAR DEĞİL”- Savcılık sorgusunda size Hüseyin Gün ile irtibatınızı gösteren birtakım dijital materyallerin gösterildiği anlaşılıyor.

Bunların bir kısmı Wickr isimli bir uygulamadan yapılan yazışmalar.

Siz bu uygulamayı hayatınızda kullanmadığınızı söylüyorsunuz.

Ancak savcılık kullandığınız kanaatinde ki o yazışmaları bu kadar büyük bir iddiaya kanıt olarak sunup tutuklama isteyebiliyor.Savcılığın gösterdiği WhatsApp ve e-mail yazışmalarının tamamı doğrudur.

Wickr isimli uygulama olduğu söylenen görseller ise üretilmiş görsellerdir.

Bunları kim ne maksatla üretti bilemem.

Ne zaman üretildikleri de meçhul.

Ancak bana ait olmayan bu yazışmalarda da tamamıyla spekülatif, genel geçer, “kahvehane sohbeti” kıvamında hiçbir uzmanlığa ve bilgiye dayanmayan; hiçbir kıymeti, itibar edilebilirliği olmayan notların olduğu görülüyor.“PROFESYONEL BİR TEKNOLOJİ ŞİRKETİ İNTİBAASI VERMEDİLER, “3,5 İLA 4,5 MİLYON DOLAR” DEDİLER”- İfadenizde Hüseyin Gün ile çalışmama kararınıza gerekçe olarak çok yüksek ücret talep etmesini de gösterdiniz.

Vaat ettikleri karşılığında tam olarak ne kadar ücret talep etti?

Yaptığı sunumda vaat ettiği şeyler ücret yüksek olmasa bir biçimde ilginizi çeker miydi?Sundukları projenin bizim için bir anlamı ve değeri yoktu.

Profesyonel bir teknoloji şirketiyle karşı karşıya olduğumuz intibası vermediler.

Projelerinin değerini 3,5 ila 4,5 milyon dolar olarak kademelendirdiklerini hatırlıyorum.

Ama temel mesele fiyattan önce güvendi.

Fiyat zaten İBB’nin vereceği bir ihalenin karar konusu olabilirdi.

O gün demo sunumunu izleyen herkes o toplantının bir zaman kaybı olduğu konusunda hemfikir oldu.

Fiyat konusu, ilişkiyi kibarca bitirmemize yardım etti.“‘BİNALİ YILDIRIM İLE CANLI YAYINA ÇIKMAYIN, İMAMOĞLU SİNİRLENMESİN’ DİYE TAVSİYEDE BULUNAN VE BUNU UZMANLIK ZANNEDEN BİR PROFİL VAR KARŞINIZDA”- İmamoğlu İBB’de göreve başladıktan sonra Gün’ün daha önce yaptığı sunumdan ya da size yaptığı önerilerden bazılarını şu ya da bu şekilde kullandınız mı?Hayır.

İlk intibadan itibaren Hüseyin Gün ile ilgili kararım değişmedi.

Ne ısrarla gönderdiği sosyal medya analizleri ilgimi çekti, ne de sunduğu projede işe yarar ve özgün bir fikir vardı.

Düşünsenize, size “Binali Yıldırım’la canlı yayına çıkmayın, İmamoğlu sinirlenmesin, muhafazakâr seçmene dikkat edin” diye tavsiyelerde bulunan ve bunları uzmanlık zanneden bir profil var karşınızda.“İBB’DE VERİ KOPYALANMASI OLMADIĞINA İLİŞKİN TOPLAM ÜÇ RESMİ RAPOR VAR”- ‘İstanbul Senin’ uygulamasının alt platformu ‘İstanbul Hanem’ uygulaması ne zaman geliştirildi?

Bu tür hizmetler için belediye personeli dışında şirketlerle çalışıldı mı?

Çalışıldıysa isimleri nedir?‘İstanbul Hanem’ adlı uygulamayı ilk defa geçen hafta medyadan duydum.

Nasıl bir uygulamadır, fikir kime aittir, ne zaman yapılmıştır hiç bilgim yok.

Ben ‘İstanbul Senin’ süper app’inin iletişim ve lansman toplantısına dahil oldum.

Ama teknolojik alanları anlamasam da buradan veri sızıntısı olduğuna ait iddiaların tevatürden ibaret olduğuna inanıyorum.

Yıllardır sürdürülen “veriler kopyalandı” anlatısının yeni versiyonu olduğunu düşünüyorum.

Tüm bu safsataların aksine, İBB’de veri kopyalanması olmadığına ilişkin Süleyman Soylu’nun ve Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanlıkları döneminde verilmiş iki, KVKK tarafından düzenlenmiş bir rapor olmak üzere toplam üç resmi rapor vardır.

Bütün bu hakikatlere rağmen hâlâ veri sızıntısı, kopyalanması veya yabancı ülkelere satılması gibi iddiaları sürdürüyorlar.“HÜSEYİN GÜN ÖYLE BİR PROFİL DEĞİLDİ, İSTİHBARATÇI OLAMAYACAK KADAR TALEPKÂRDI”- Onlarca ülkede seçim kampanyası yönetmiş deneyimli bir siyasal iletişimci olarak istihbaratçıların etrafınızda cirit attığını bilmiyor olmanızı düşünmem zor.

Hüseyin Gün’ün de bir istihbarat elemanı olabileceği hiç aklınıza gelmedi mi?Gerek seçim kampanyaları dönemlerinde gerekse siyasi danışmanlık sektörünün global konferanslarında binlerce insanla tanışmışlığım vardır.

Siyasiler, stratejistler, iletişimciler, teknoloji uzmanları, araştırmacılar… Bunların içinden bazı kişilerin ketum davranışlarından istihbaratçı olabileceklerini hissedersiniz ve uzak durursunuz.

Hüseyin Gün öyle bir profil değildi.

Aşırı kibar, ısrarcı ve yapışkan bir profildi.

İlk andan itibaren “size yardım etmek istiyorum” derken, asıl amacının size satış yapmak olduğunu hissettiren bir iş adamı kimliği vardı.

İstihbaratçı olamayacak kadar talepkâr davranıyordu.

Nitekim ikinci görüşmede gerçek niyetini açık ediyor ve malını satmak için ısrarla sizden sunum toplantısı talep ediyor.

Manevi annesiyle aralarında mesajlaşırken de “Dur bir içeri girelim, ki gireceğiz; altın vuruş yapacağız” diyerek gerçek amacının para kazanmak olduğunu ifade ediyor. “Size yardım etmek istiyorum” diyerek gelen kişilerin yüzde 98’inin ya mal satmak veya bir yakınını işe yerleştirmek olduğu da tecrübelerinizle sabit olunca, ticaret dışında bir gayenin olmayacağını da biliyorsunuz.

Zaten şahsın ifadelerini ve savcılığın yayınladığı basın notlarını okuduğumda da bu şahsın casusluğuna dair iddiayı halen şaşırtıcı buluyorum.“BU NASIL BİR CASUS Kİ CEP TELEFONUNDA ON BİNLERCE FOTOĞRAF SAKLIYOR”- Neden böyle biri ‘casus olamasın?Bu nasıl bir casus ki, yaptığı tüm görüşmelerin ayrıntılı biçimde kaydını tutuyor?

Bu nasıl bir casus ki, cep telefonunda on binlerce fotoğraf saklıyor?

Bu nasıl bir casus ki, sözde “mahrem” mesajlaşmaların ekran fotoğrafını çekip saklıyor?

Bu nasıl bir casus ki, kavgalı olduğu üvey kardeşin/üvey oğlun evinde tüm bu bilgilerin olduğu eşyaları ortalığa bırakıyor?

Ve bu nasıl bir casus ki, gözaltına alındığında “sözde mahrem” bilgilerin olduğu cep telefonunun şifrelerini kolluğa derhal veriyor?

Bu nasıl bir casus ki, kendi programını fahiş fiyata satmak isteyip bunda başarılı olamayınca tüm irtibatı kesiyor?Hüseyin Gün’den ne bir talebim oldu ne herhangi bir veri verdim ne ticaret yaptım ne de İBB’ye herhangi bir hizmet vermesine müsaade ettim.

Aramızda tek bir kuruşluk bile ticaret olmuş değil.

Kendince sosyal medya analizi diye sunduğu raporların vasatlığı ve tavsiyelerin ülke gerçeklerinden bihaber oluşu nedeniyle bana veya kampanyaya katkısı değil, zaman kaybı oldu.

Ama dediğim gibi, böyle bir profilin casus olabilme ihtimali bence zor.“SİYASETÇİLER SEÇİM KAZANDIKTAN SONRA VAATLERİNİ UNUTABİLİYOR, REKLAMCILARIN BİR KISMI BU YÜZDEN SİYASETTEN UZAK DURUR”- Mart ayında tutuklanmadan hemen önce Fatih Altaylı’nın Youtube kanalında katıldığınız yayında kurduğunuz bir cümle hatırımda kalmıştı.

Reklamcıların çoğunun siyasal iletişimi riskli ve kirli bulduğu için uzak durduğunu söylemiştiniz.

Neden siyasal iletişimin ‘riskli’ ve ‘kirli’ bir imajı var?Türkiye’de reklamcılığın kurucusu kabul edilen Manajans’ın Başkanı Eli Acıman’la ‘Seçim Kazandıran Kampanyalar’ kitabımı yazarken söyleşi yapmıştım.

Bay Acıman, 1983 seçimlerinde ANAP ve Turgut Özal’ın seçim kampanyasını yapmıştı; pişman olmuş, “Türkiye’ye iyilik yapmadık maalesef” demişti bana.

Siyasetçilerin seçim kazandıktan sonra vaatlerini unuttukları ve bazen de tam tersi icraatlar içine girdikleriyle ilgili bir pişmanlıktı.

Ne yazık ki hem bizim ülkemizde hem de dünyada buna benzer çok örnek bulunulabilir.

Reklamcıların bir kısmı bu örnekler nedeniyle siyasi iletişimden uzak durur.

Ben farklı bir açıdan yaklaşıyorum konuya.

Tıpkı ticari alanda olduğu gibi siyasi alanda da yapmış olduğunuz şey, seçmene alternatif sunmaktır.

Siyasete siyasetçi karar veriyorsa ve siz sadece o siyasetin iletişimini yapıyorsanız, sizin, siyasetçinin sonradan değiştirdiği kararlarla ilgili neden bir ahlaki sorununuz olsun ki?

Ben kendi ülkemde ve dünyanın bu bölgesinde daha iyi bir demokrasi, daha adil bir düzen ve hukukun üstün gelebilmesi için çalıştım ve bundan gurur duydum.

Siyasetin negatif imajı, benim iyi alternatiflerin kazanması için çaba sarf etmeme engel olamaz.“HER GÜN TIRAŞ OLUP MESAİYE KALKARAK HÜCREDE OLDUĞUMU GÖRMEZDEN GELİYORUM”- Tutuklanmanızdan birkaç hafta sonra ailenize ve avukatlarınıza haber verilmeden Kandıra Cezaevine götürüldünüz.

Sizce o ani kararın sebebi neydi?

Geçen zaman içinde yanıtını alabildiniz mi?Hâlâ neden Silivri’den Kandıra Cezaevi’ne nakledildiğim ile ilgili resmi bir bilgi alabilmiş değilim.

O dönemde çeşitli medya kanallarında dillendirilmiş iddialar olmuştu ama gerçekliğinden emin olamadım.

Oysa, durum önceden bildirilerek, aileme veya avukatıma haber verilerek de yapılabilirdi.

Herhalde duruşmalar başladığında geçici olarak tekrar Silivri’ye nakledileceğim.- Cezaevi koşullarından biraz bahseder misiniz?

Günleriniz nasıl geçiyor?

Koşullar nasıl?Cezaevi’nde her sabah 07.15- 07.30 gibi kalkıyorum.

Sayım ve kahvaltı hazırlığı yaparken sabah haberlerini izliyorum.

Sabah 09.00 gibi havalandırmaya çıkıyor ve yaklaşık bir saat yürüyorum.

Sonra mesaim başlıyor.

Okumaya ve yazmaya başlıyorum.

Hem gelen mektuplara cevap yazıyorum hem de kitap hazırlıklarıma devam ediyorum.

Çok okuyorum çünkü, okuduğum zaman, dört duvar ortadan kalkıyor; başka bir zamana ve mekâna geçiyorum.

Başka türlü tek başınıza bu kadar uzun süre içeride kalamazsınız.

Daha çok tarih kitapları, sosyoloji ve felsefe kitapları okuyorum.

Roman ve şiir kitaplarını, diğerlerinden yorulduğum dönemlerde ve onlara ara vermek istediğimde okuyorum.Bir de havalandırma alanında beslediğim iki karınca klanım var.

Onları her gün bir kez besliyor ve davranışlarını izliyorum.

Vakit çoğu kez zannettiğimden çok daha hızlı akıyor.

Bedenimi, ruhumu ve aklımı koruyacak ve besleyecek şeylerle bu ağır ve hukuksuz dönemi geçirmek için çalışıyorum.

Biliyorum ki ben küçük bir hücrede kilitliyim ama o çok sevdiğim milletim de biraz daha büyük alanda kilitli.Avukatlarım, siyasetçi dostlarım ve hafta da bir kez de ailem ziyaretime geliyor. 42 yıl boyunca hiç durmadan çalışmıştım, şimdi kendimi zorunlu bir sabatical izninde kabul ediyorum.

Haftanın her günü tıraş olarak, her gün mesaiye kalkarak içeride olduğumu görmezden geliyorum.“ÖZEL BİR NEDEN YOKSA GÜNDÜZLERİ TELEVİZYON AÇMIYORUM”- Televizyonda en çok ne izliyorsunuz?

Televizyon izlerken CHP Genel Başkanı Özgür Özel başta olmak üzere CHP’li siyasetçilerin performanslarıyla ilgili notlar çıkartıyor musunuz mesela? “Dışarda olsaydım şunu yapmayın derdim, ya da şöyle yapın derdim” gibi bir duyguda buluyor musunuz kendinizi?Özel bir neden yoksa gündüzleri televizyon açmıyorum.

Cumhuriyet, Sözcü, Karar gibi gazetelere aboneyim ve gazeteleri okumak da günlük mesaimin bir parçası.

Bir de Yeni Şafak’a aboneyim, o gün yeni hangi kumpaslar pişiriliyor diye anlamak için.

Tabii ki başta CHP Genel Başkanı Özgür Özel olmak üzere liderlerin haftalık konuşmalarını izleyerek, nereye gittiğimizi anlamaya çalışıyorum.

Kendimce bu konuşmalarla ilgili notlar da alıyorum.

Akşamları yine haberleri ve bazı tartışma programlarını ve bulabilirsem film izliyorum.

Yoksa kitap okuyup gece 12.00’de yatıyorum.

Yatarken ve kalkarken, aileme tek tek selamlarımı ve dualarımı gönderiyorum.

Milletime dayanma ve direnme dileklerimi gönderiyorum.“CHP’DE, KILIÇDAROĞLU İLE 2014’TE AYDIN AYAYDIN’IN ISRARLI ZİYARETLERİ SONUCUNDA ÇALIŞMAYA BAŞLADIM”- Yolunuzun CHP ile kesişmesinin, önce Kemal Kılıçdaroğlu ile sonra da Ekrem İmamoğlu ile çalışmaya başlamanızın mimarının sonradan Adalet Kalkınma Partili olan Aydın Ayaydın olduğunu pek kimse hatırlamayabilir.

Geçmişte ahbaplık yaptığınız bu tür isimlerin bugün sizlere yönelik operasyonlar konusunda ne düşündüğüne dair bir bilgi var mı elinizde?

İktidar cenahına yakın kişilerden sizi ziyarete gelen kimse oldu mu 7 ay içinde?Kemal Kılıçdaroğlu ve Gürsel Tekin ile beni Umut Oran tanıştırmıştı.

Ama ben CHP ile Deniz Baykal zamanında da çalışmıştım.

Sayın Kılıçdaroğlu ile 2009 İstanbul Belediye Başkanlığına aday olduğunda, seçimden 5- 6 hafta önce tanışmıştık.

O seçimlerden sonra Genel Başkan olunca da yine Umut Oran vasıtasıyla Kemal Bey’le çalıştım. 2010 referandum kampanyasını yapamayacağımız ortaya çıkınca hem Kemal Bey’den hem de CHP ile çalışmaktan vazgeçtim.

Aradan 4 yıl geçtikten sonra Aydın Ayaydın’ın ısrarlı ziyaretleri sonucunda 2014 Yerel Seçimleri için tekrar CHP ile ve Kemal Kılıçdaroğlu’yla çalışmaya karar verdim.

Ekrem İmamoğlu ile de o seçim döneminde çalışmaya başladım.O tarihte, AK Parti hükümetlerinin yönettiği, Ekonomi, Kültür ve Turizm, Gençlik ve Spor bakanlıklarıyla da çalışmaktaydım.

Halkbank ve bağlı kuruluşları, BDDK, TMSF, Kredi Garanti Fonu gibi kurumlarla da çalışıyordum.

Yirmiden fazla ülkede Türkiye’nin dış tanıtımını, Mersin Akdeniz Oyunları ve İzmir Expo 2020 projelerinin uluslararası tanıtımlarını yapıyordum.

CHP ile çalıştığım medyaya haber olunca tüm bu kuruluşlar sözleşmelerini iptal ettiler.

Bugün AK Parti’nin yönetiminde olan tanıdıklarım da var, çok önemli bürokrat dostlarım da ama, hiçbiri ne ziyaretime geldi ne de mesaj gönderdi.

Zor bir dönem…Fakat CHP, değerli Genel Başkan’dan tüm yöneticilere, milletvekillerinden, belediye başkanlarına, örgüt liderlerine kadar hep yanımda oldu.

Keza İYİ Parti, Deva, Gelecek, Saadet ve Yeniden Refah partilerinden çok sayıda milletvekili ve genel başkan yardımcıları ziyaret ettiler.

Harp Okulu’ndan devre arkadaşlarım ve onlarca avukat dostum beni hiç yalnız bırakmadı.

Yüzlerce tanımadığım vatandaş mektup ve kitap gönderdi, göndermeye de devam ediyor.

Herkese tüm bu dostlukları ve dayanışmaları için sonsuz minnet duyuyorum.

Bu sayede kendimi burada asla yalnız hissetmiyorum.“DEĞİL O KADAR YÜKSEK EGOLU ÜNLÜLERE, SIRADAN İNSANLARA BİLE TALİMATLA BİR ŞEY YAPTIRAMAZSINIZ”- Tutuklanmanıza giden süreçte iktidara yakın medyada Ayşe Barım’la olan ilişkiniz çok yazıldı çizildi.

Hatta bu ilişki üzerinden dizi film sektörünü yönlendirdiğiniz. 31 Mart 2019 akşamı oyuncuların #herşeyçokgüzelolacak tweet’lerini aslında sizin attırdığınız söylenildi.

Doğru mu?

Ya da hadi varsayalım bu doğru… bir seçim kampanyasında kamuoyunun tanıdığı isimlerden destek istemek suç mudur?Bu işler talimatla olmaz.

Değil o kadar yüksek egolu ünlülere, sıradan insanlara bile talimatla bir şey yaptıramazsınız.

Yaptırmaya kalkarsanız da sonuç alamaz, iktidarın bugünkü durumuna düşersiniz.

Silivri’de avukatımla görüşürken yan tarafta kendi avukatı ile görüşmekte olduğunu görene kadar Ayşe Barım ile hayatta iki kez karşılaşmıştım.

Kendisiyle ilk kez 2019 sonbaharında tanıştığımızda, 6 Mayıs gecesinin üzerinden altı ay geçmişti.

Öncesinde ya da sonrasında Ayşe Barım ile hiçbir ilişkimiz ya da iş birliğimiz olmamıştır.“İMAMOĞLU’NUN KAZANDIĞI SEÇİMLERİN YABANCI AKLIYLA KAZANILDIĞINI SÖYLEMEK HÂLÂ KENDİ HATALARINDAN DERS ÇIKARMAMAKTIR”- Barım kendisiyle yaptığım söyleşide kendisinin bir sektör adına rehin tutulduğu duygusunda olduğunu söylemişti.

Sizce Barım’ın tutuklanması 19 Mart operasyonu öncesinde bir yol temizliği olarak kurgulanmış olabilir mi, dizi film sektörü korksun yüksek bir tepki veremesin diye?

Yani sizdeki hissiyat da bu mu?Ayşe Barım’ı hedef alan sosyal medya kampanyasını ve akabinde tutuklanmasını ben daha çok Ekrem İmamoğlu’na giden bir operasyon olarak algılamıştım.

Çünkü dizi sektöründe oyuncuların aldığı pay ne kadar ki hedef onlar olsun?

Zaten oradan gidemeyecekleri anlaşılınca Ayşe Barım’ı Gezi davasından tutuklamak zorunda kaldılar.

Ayşe Barım’ın başına gelenler, onun bir suç işlediğinden değil, onda olmayan ve olması mümkün bulunmayan bir güç vehmedilmesindendir. “Ünlülere tweet attırır, rakibe seçim kazandırır” vehmidir bu.Bir seçimde manipülasyon bu kadar kolay mı?

Siz ülkenin tüm TV kanallarını, binlerce radyo kanalını, onlarca gazeteyi, haber ajanslarını, YSK’yı, Anadolu Ajansı’nı ve kim bilir kaç bin trolü elinizde bulundururken manipülasyon yapmıyorsunuz da ünlüler tweet atarak mı yapabiliyor?

Ya da Türkiye gerçeklerinden bihaber Hüseyin Gün gibi bir hırslı amatör 3- 5 tane vasat tavsiyeyle mi manipülasyon yapabiliyor?

Geçin lütfen.

Milletin zekasıyla alay etmeyin.

İmamoğlu’nun 2014 Beylikdüzü, 2019 Mart ve Haziran’daki İBB ve nihayetinde 2024 İBB kampanyalarının, yüzbinlerce CHP üyesinin emeği, kampanya vaatleri ve adayın özellikleriyle değil de yabancı aklıyla kazanıldığını söylemek, hâlâ kendi hatalarından ders çıkarmamaktır.“BU DAVALARIN HEPSİ BERAATLE SONUÇLANACAK AMA ZAMAN ALACAĞI BELLİ”- Özgür Özel’in ve Ekrem İmamoğlu’nun son açıklamalarından sezdiğimiz artık CHP İmamoğlu’nun bir sonraki seçimde Cumhurbaşkanı adayı ilan edilmesinin çok zor olduğunu görüyor.

Sizce adaylık artık bundan sonraki ikinci seçimin konusu mudur İmamoğlu için?İlk günden itibaren iktidar bileşenlerinin yegâne hedefinin bu olduğunu tüm millet biliyor.

İmamoğlu aleyhine üst üste açılan 12- 13 davanın ve en son “casusluk” davasının tüm bu hedefi garanti etmek için yapıldığı da aşikâr.

Bu davaların hepsinin beraatla sonuçlanacağına adım gibi eminim.

Ama zaman alacağı da belli.

Hülasa maksat hasıl olmuş gibi görülmesini de anlayabiliyorum.

Ama, ben her zaman umutlu olmayı ve olumlu düşünmeyi tercih ederim.“ŞU AN ADAY TARTIŞMASI İÇİNE GİRMEYİ DOĞRU BULMUYORUM”- O halde İmamoğlu 2027 ya da 2028’de aday olmayacak…reel durum bu mudur?

Bu durumda sizce İmamoğlu’nun işaret edeceği aday anketlerde en arayı en çok açan aday olarak görülen Mansur Yavaş mı olur yoksa ‘yol arkadaşı’ Özgür Özel mi?Her şey normalmiş ve herhangi bir seçime doğru gidiyormuşuz gibi düşünemeyiz, davranamayız.

Milli iradeye, seçme ve seçilme hakkına yönelmiş, daha önce bu kadarını görmediğimiz büyük bir saldırı söz konusu.

Buna karşı, ülkemiz adına hayati önemde bir demokrasi ve hukuk mücadelesi yürütülüyor.

Bu şartlar altında ve Ekrem İmamoğlu 15,5 milyon vatandaşın oyuyla cumhurbaşkanı adayı gösterilmişken bir aday tartışması içine girmeyi hiç doğru bulmuyorum.

Günü geldiğinde, adaylıkla ilgili cevaplanması gerekli sorular, atılması gereken yeni adımlar olur ise bunun gerekleri, yürütülmekte olan demokrasi ve hukuk mücadelesinin tüm dinamikleri tarafından ortak akıl ve ortak iradeyle yerine getirilir.

Bundan hiçbir kuşku duymuyorum.“ÖZGÜR ÖZEL, SANKİ TÜM HAYATINI BÖYLE BİR KRİZ DÖNEMİNİ YÖNETMEK ÜZERE İDMAN YAPARAK GEÇİRMİŞ BİR GENEL BAŞKAN GİBİ”- Sizler tutuklandığınızdan beri türlü tevatür var.

CHP lideri Özgür Özel’in AKP içindeki bir grupla ve MHP ile arka kapı diplomasisi içinde olduğu ve ‘İmamoğlu’nu içerde unutmak’ karşılığında CHP’yi kurtardığı vs. gibi iddialar sosyal medyada devamlı karşıma çıkan şeylerden biri mesela.

Sizde bu tür bir şüphe yaratacak herhangi bir duyum aldınız mı?Hayır.

Bunu ilk kez duyuyorum.

Ama bu tevatürlerin benim gözümde hiçbir değeri yok.

Özgür Özel, sanki tüm hayatını böylesi bir kriz dönemini yönetmek üzere idman yaparak geçirmiş bir Genel Başkan gibi geliyor bana.

Bunu, Kandıra’da ziyaretime geldiğinde kendisine de şahsen söyledim.

Çok çalışkan, çok fedakâr ve çok enerjik biçimde partiyi ve süreci yönetiyor.

Partide onun performansını tekrar edebilecek ikinci bir isim var mı emin değilim Ekrem İmamoğlu ile aralarında çok özel bir yoldaşlık duygusu var diye hissediyorum.

Öte yandan, demokratik siyasetin içerisinde diyalog ve arka kapı diplomasisinin çalışması da normal ve gereklidir.

Elbette, ülke tarihinin bu en derin devlet krizi konuşularak aşılmaya çalışılabilir.

Demokratik yolların açılması ve krizden suhuletle çıkılmasının sağlanması zaten siyasi parti lider kadrolarının birincil sorumluluğudur.“GÜRSEL TEKİN İÇİN ÜZÜLDÜM, KEŞKE SİYASİ MİRASINA SADIK KALSAYDI”- Gürsel Tekin’in kurultay sürecinde kayyımlığı kabul etmesine şaşırdınız mı?Gürsel Tekin’i iyi tanırım.

Hem kendisiyle hem de ailesiyle dostluğum vardır.

Bu süreçte Gürsel Tekin’in tavrı, kendi hayatına ve marka değerine kökten aykırı oldu.

Kendisi için çok üzüldüm.

Keşke yapmasaydı.

Siyasi mirasına sadık kalsaydı.

İtibar güçten çok daha değerlidir.“KEMAL BEY GİBİ BİR İSMİN NE SÖYLEDİĞİ KADAR NE SÖYLEMEDİĞİ DE SONUÇ ÜRETİR”- Kemal Kılıçdaroğlu’nun son süreçlerdeki tavrını nasıl buluyorsunuz?Gürsel Tekin gibi Kemal Bey’le de çok yakın çalışmışlığım ve dostluğum oldu.

Kendisini kurultay gecesinden itibaren izliyorum.

Yaşananları demokratik siyasetin doğal bir sonucu olarak değil de ihanet olarak kabul etmesi akıl almazdı.

Siyasetçinin, hele hele Kemal Bey gibi bir ismin, CHP’ye yıllarca genel başkanlık yapmış bir liderin ne söylediği kadar ne söylemediği de sonuç üretir, etki yapar.

Bir yıla yakın bir süre CHP’nin tartışılmasına “mutlak butlan” gibi bir davanın konusu yapılmasına değer mi?

Tek bir cümle ile partinin tabandan tavana tüm kalplerini kazanmak ve baş tacı yapılmak varken, suskunluk neye hizmet eder, anlamıyorum.

Hiç tarihin geriye aktığı görülmüş müdür?

İsmet İnönü’nün genel başkanlıktan ayrılma sürecini hiç mi okumadınız?

İnönü, etrafındakilerin hırs ve intikam dolu sözlerine kulak astı mı?

Bir usta yıllar önce “insanla ilgili hiçbir şeye şaşırmayacaksın” demişti, ama şaşırmaya devam ediyorum.“HÜSEYİN GÜN’ÜN ‘ÖRGÜT YÖNETİCİSİ’ RÜTBESİYLE EKLENMESİ İDDİANAMENİN İNANDIRICILIĞINI BERHAVA EDİYOR”- Nihayet çıkan yaklaşık 4000 sayfalık İBB iddianamesini okumaya başlayabildiniz mi?

Hüseyin Gün’ün bu iddianamede “Ekrem İmamoğlu Suç Örgütü” yöneticisi olarak yer almasına şaşırdınız mı?Bugün (14 Kasım) avukatım 13 ciltlik çıktı halinde iddianameyi Kandıra Cezaevi’ne getirdi.

Henüz okumaya başlayamadım.

Ancak benimle ilgili kısımların bir özetini gördüm.

Ama en büyük sürpriz olarak, “casusluk” iddiası ile paraşütle indirilen Hüseyin Gün’ün bu iddianameye ‘örgüt yöneticisi’ rütbesiyle eklenmesini gördüm.

Sadece bu son dakika eklemesi bile tüm iddianamenin inandırıcılığını berhava ediyor.

Muhtemeldir ki, beni ‘örgüt üyesi’ olarak bağlayabilecekleri bir şema çizememişler ve “olsa da koyalım, olmasa da” diyerek Hüseyin Gün’ü o şemaya oturtup beni ve birkaç kişiye de ona bağlı yapmışlar.

Tek başına bu iddianameyi çökertmeye yetiyor.

İddianame o kadar siyasi ki, 4- 5 Kasım 2023’teki CHP Kurultayı’nda, Özgür Özel’in konuşma yaptığı sıradaki görüntülerimi bile suçmuş gibi en başa koymuşlar.Oysa ben 2007’de Deniz Baykal’ın, 2010’da ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazandığı kurultaylarda da o genel başkanların yanındaydım.

Dört bine yakın sayfanın büyük bölümü suç olmayan siyasi yorum ve analizden oluşuyor.

İddianame kopyala yapıştırlarla bilerek ve isteyerek hacimli hale getirilmiş.

Örneğin, HTS kayıtlarıyla yalan olduğu daha Vatan Emniyet ifadeleri aşamasında kanıtlanmış tanık Orhan Cevahiroğlu isimli hayatta tanımadığım şahsın tam sayfaya yakın ifadesi tam 13 kez kopyalanıp yapıştırılmış.Dünya tarihinde herhangi bir kişi 25 asır hapisle cezalandırılmak üzere suçlanmış mıdır bilmiyorum.

Ama başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere hepimize istenen cezalar tam da “patron çıldırdı” der gibi, yargının çıldırdığına delalet ediyor.

Niyet belli, adalet dağıtmak değil, ortaya karışık bir iddianame ile içinden çıkılmasını zorlaştırmak ve bizleri mümkün olduğunca uzun süre içeride tutabilmek!

Ama başaramayacaklar, hukuki ve demokratik mücadelenin önünde duramayacaklar.

Ben bu ülkenin daha özgür, daha adil ve daha demokrat bir ülke olması için çalıştım.

Ne suç işledim ne de ahlaka aykırı bir eylemde bulundum.

Sabrederek, titizlikle çalışarak bu gayri hukuki; gayri hakiki iddianame içindeki iftiraları tek tek temizleyeceğim.

Allah millete dayanma gücü versin.“ONLARCA KAMERA VE İNSAN ARASINDA GİZLİ TOPLANTI YAPMAMIZ HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA AYKIRI”- Hakkınızda rüşvet aldığınız iddiası da var.

Metro Home projesi iskanının alınabilmesi için Tuncay Yılmaz'ın yönlendirmesiyle, Adem Kameroğlu'nun 4 adet daireyi size vermek zorunda kaldığı iddia ediliyor.

Bu dairelerin Necati Özkan'a ait Kapital Medya Hizmetleri A.Ş., Öykü Reklam Hizmetleri Ltd. ve Ayşe Hitchins adına devredildiği doğru mu?

Adem Kameroğlu, sizin sunduğunuz, 2017 yılında elden ödeme yapılmış gibi gösterilen ödeme taahhütnamelerindeki imzaların kendisine ait olmadığını söylemiş.

Neden böyle bir şey söylesin doğru olmasa, basit bir işlemle imzanın orijinalliğinin tespit edilebileceği bir dijital çağda?İddia bütünüyle gerçek dışıdır.

Bu konuda İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdiğim uzun ve onlarca delilden oluşan bir dilekçem var.

Zaten yargılama sürecinde de bu hakikat ortaya çıkacaktır.

Savunmam kapsamında olduğundan burada kısaca yanıt vermem mümkün değildir.- Sizin ‘örgüt üyesi’ olduğunuz iddiasına temel olarak gösterilen şeylerden biri de Akmerkez’deki ofisinizin örgüt yöneticiliğiyle suçlanan Murat Ongun, Fatih Keleş, Hüseyin Köksal ve Serdal Taşkın ile toplantılar için sıklıkla kullanıldığı bilgisi.

Burada bir takım reklam şirketlerin belediyeden usulsüz iş almasının organize edildiği iddia ediliyor.

Mesela Murat İlbak’ı Murat Ongun ile sizin tanıştırdığınız iddialar arasında.

Özetle, sizlerin İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı kampanyasını bu şekilde finanse ettiği iddia ediliyor.

Yani iş insanlarından yasadışı olarak aldığınız paraları o fona aktarmışsınız.

Savcılığın iddiası bu.

Böyle bir fon var kurulmuş muydu?Bu iddia da bütünüyle gerçek dışıdır.

Zaten yargılama sürecinde bu hakikat de ortaya çıkacaktır.

Kapsamlı delilerden oluşan savunma dilekçem savcılığa sunulmuştur.

Kaldı ki onlarca güvenlik kamerası, onlarca çalışan insanın arasında gizli toplantılar yapmamız hayatın olağan akışına da aykırıdır.“BUGÜNE KADAR HİÇ CUMHURBAŞKANLIĞI KAMPANYASI YÖNETMEDİĞİM İÇİN BİR RAKAM TELAFFUZ EDEMEM”- Bu iddianamedeki ‘fon’ iddialarından bağımsız olarak şunu da sormak isterim… Yeni parti kuran liderlerin dahi kuruluş aşamasında kendilerini destekleyenlerden büyük bağışlar aldığı bir ülkede yaşadığımız herkesin bildiği sır.

Cumhurbaşkanı adaylığı gibi bir iddianın, Türkiye gibi bir ülkede nasıl bir maddi maliyeti vardır?

İmamoğlu kampanyasını kamu kaynaklarını kullanmadan yürütme ihtimaliniz var mıydı?Bugüne kadar Türkiye’de hiçbir Cumhurbaşkanlığı kampanyası yönetmediğim için, size bir rakam telaffuz edemem.Odatv.com

İlgili Sitenin Haberleri