Haber Detayı
Medeniyetler neden çıkarlar ve çökerler-1
Medeniyetler neden çıkarlar ve çökerler-1
Siz bu yazıyı okurken, biz Arap dünyasının tartışılmaz tarihi başkenti ve devriminin lideri Nasır’ın memleketi Kahire’de olacağız.
Dünya medeniyetinin en eski merkezlerinden biri olan, Mısır’daki antik çağın Firavunlarını ziyaret edeceğimizden dolayı da çok heyecanlıyız.
Aslında Tulunoğullarından İhşidlere, Memlûklerden Osmanlılara kadar Türklerin de uzun süre varlık gösterdikleri bu topraklar, üzerindeki imparatorlukların en muhteşem günlerine olduğu kadar, en gürültülü çöküşlerine de şahit olmuşlardı.
Firavunların ve Türklerin o anlı şanlı imparatorluklarını hatırlarken, aslında gelmiş geçmiş medeniyetlerin hepsinin birer “son kullanma tarihine” sahip oldukları için göçüp gittiklerini düşündük.
Bu düşünceden yola çıkarak, genel olarak böylesine muhteşem imparatorlukların çıkış ve çöküş nedenleri üzerine, bu kısa yazıyı kaleme almak istedik.
ABD ve Batı imparatorluklarının artık “çökmeye doğru gittiklerini” ve onların da son kullanma tarihlerinin tam da üzerinde olduklarını söyleyip duran birisi olduğumuz için de bu yazı ile hem gerekçelerimizi sıralamak ve hem de karamsar düşünenlere biraz aydınlık vermek istedik.
TUTUCULAŞARAK ALTIN ÇAĞ’A DÖNÜŞ MÜ?
Günümüzdeki ülkelerin liderleri, koruma ve kontrol yoluyla güvenlik, büyüklük ve hayali bir altın çağa dönüş vaat ediyorlar.
Özellikle de ABD Başkanı Trump’ın abartılı bir tarzda ortaya atıp, bir tüccar kafası ile uygulamaya koyduğu siyasetler, Türkiye dahil her ülkede büyük etkilere ve tepkilere sebep olurken, bunun çok iyi incelenmesinin gerektiği de ortadadır.
Gelecek belirsiz göründüğü zamanlarda hep ortaya çıkan tanıdık ve cazip bir hikâye bu.
Ancak tarih farklı bir hikâye anlatıyor.
En güvenli ve müreffeh toplumlar, dünyadan saklanmadılar.
Ticarete ve fikirlere açık kalacak kadar özgüvenliydiler ve yeninin bilineni sorgulamasına izin verdiler.
İlerleme, insanların deney yapması, fikirleri ödünç alması ve birleştirmesiyle, hiçbir planlayıcının öngöremeyeceği şekillerde ortaya çıkar; gerileme ise korkunun merakın önüne geçmesiyle gerçekleşir.
Tarihi boyunca insanlığın atılım yapmasını sağlayan medeniyetlerin ve imparatorlukların bunu yapabilmesinin sırları neydi?
Coğrafya, etnik köken veya din değil.
Yaratıcı ve açık kültürler, bazen en engebeli arazi, en verimsiz toprak ve doğal kaynaklardan yoksun yerlerde, en beklenmedik yerlerde ortaya çıkmıştır.
Bunun en büyük örneği de, şu anda üzerinde bulunduğumuz Mısır toprakları değil midir ki?
TAKLİT EDEREK YENİLİKÇİLİK Büyük medeniyetler, pagan, Müslüman, Konfuçyüsçü, Hristiyan veya seküler gibi farklı türlerde ortaya çıkmıştır.
Önemli olan inançlarının içeriği değil, tutucu ortodoksluğa dönüşmemeleriydi.
Büyüklük, taklit yeniliğe yol açtığında ortaya çıkar.
Bu medeniyetler, başarılarını sağlayan tüm buluşları kendileri icat etmediler; bunun yerine, başkalarından ödünç aldılar veya çaldılar.
Atina, yakınlardaki Mezopotamya, Mısır ve Fenike kültürlerinden ve binlerce diğer Yunan şehir devletinden öğrendi.
Abbasiler, başkentleri Bağdat’ı, “evrenin kavşağı” olarak tanımlanan bir yere bilinçli olarak inşa ederek, başkalarının mallarına, becerilerine ve keşiflerine erişim sağladılar.
İstanbul da Osmanlı medeniyeti için aynı rolü oynadı.
Uluslararası ticarete açıklık, kültürleri yeni alışkanlıklara maruz bıraktı ve din, siyaset, sanat veya üretimde tek bir doğru yol olduğu fikrini zayıflattı.
Özellikle denizci güçler daha uzaklara gittiler ve daha fazlasını gördüler. ‘YENİLİKÇİLİK, GELENEĞE KARŞI İSYANDIR’ Rönesansın İtalyan tüccarları, iş seyahatlerinde Arap rakamlarını ve metinlerini öğrendiler.
Doğuya giden İngiliz tüccarlar, yerli üretime ilham verecek porselen ve tekstil ürünleri buldular.
Romalılar, acımasız fetihlerine eşlik eden, bir tür stratejik kültürel farklılık hoşgörüsüyle, başkalarının yöntemlerini ve halklarını özümsediler.
Bunun sonucunda da sürekli olarak daha iyi teknolojiler edindiler ve lejyonları ve hatta Senato için bile yeni yetenekler buldular.
Osmanlı da fethettikleri yerlerden getirdikleri taze kan ile Osmanlı sanatı, müziği ve bilimini zirveye ulaştırdı.
Ancak taklit sizi sadece bir yere kadar götürebilir.
İlerlemenin kendi kendini sürdürülebilir hale gelmesi için, ithal etkilerin yerel fikirler ve uygulamalarla birleşerek dönüştürücü yenilikler üretmesi gerekiyordu; daha iyi mahsullerden ve demir aletlerden çığır açan sanat ve finansal araçlara kadar.
Nobel ödüllü ekonomi tarihçisi Joel Mokyr’e göre, her büyük yenilik, “geleneksel bilgeliğe ve anlayışa karşı bir isyan eylemidir.” UMUT DOLU BİR KÜLTÜREL İKLİM İnovasyon zordur ve başarı asla garanti değildir.
Bu nedenle ilerleme, umut dolu bir kültürel iklime bağlıdır: yeni bir şey denemenin buna değer olabileceğine, işe yarayabileceğine ve işe yararsa zengin bir şekilde ödüllendirilebileceğinize dair bir inanç—tıpkı Rönesans, Sanayi Devrimi ve bugün olduğu gibi.
Sponsorlar ve patentlerin yanı sıra, rol modellerine de ihtiyacınız vardır: imkansızın yapılabileceğini gösteren, ilham veren, öğreten ve meydan okuyan insanlar.
Bu yüzden yaratıcılık, Atina’daki filozoflardan Rönesans İtalya’sındaki sanatçılara ve Silikon Vadisi’ndeki teknoloji öncülerine kadar aynı yere kümelenme eğilimindedir.
Türk aydının dünyada şampiyonu olduğu karamsarlık -her şeyin umutsuz ve çabanın boşuna olduğu hissi- tam da buna yol açan bir kehanettir.
Ve bu, altın çağların, sonunda neden parlaklığını kaybettiğini ve gerilediğini anlamanın anahtarıdır.
Halbuki, yeni etkiler ve kombinasyonlar, yaşam standartlarını iyileştirip daha geniş bir alana yayıldığında, çoğu zaman kendini yenileyen bir yaratıcılık kültürü -bir iyimserlik kültürü- oluştururlar. (Haftaya, tarihte yükselen medeniyetlerin, neden hızla çöktüğüne dair yazacağız.)