Haber Detayı

Suriye’de Siyasal İslam ve Sünnîlik
Bessam abu abdullah aydinlik.com.tr
10/12/2025 00:00 (2 hafta önce)

Suriye’de Siyasal İslam ve Sünnîlik

Suriye’de Siyasal İslam ve Sünnîlik

Şam’daki geçiş dönemi otoritesinin liderleri olan Ahmet Şara ve Şeybanî gibi isimlerin “demokrasi” ve “modern devlet” kavramlarından kaçınmalarının nedenlerinin kökenine inmek icap eder.

Bu kaçınma, taktiksel bir manevra mı, yoksa aşamayacakları sabit bir akide mi sorusu önem taşımaktadır.

Birincisi; Müslüman Kardeşlerin düşüncesi, Hasan el-Bennâ’nın (1906–1949) çizgisinden itibaren, toplumu ve kurumları aşamalı olarak dönüştürerek “İslâmî hükûmete” ulaştırma fikrine dayanır; Bennâ, 1939 tarihli Beşinci Kongre Risalesi’nde şöyle der: “İhvan kendileri için yönetimi istemez fakat İslam bunu emrettiği için ona davet eder.” Seyyid Kutub (1906–1966) ise “Yoldaki İşaretler” (1964) kitabında çağdaş toplumu “cahiliye toplumu” olarak nitelemiş, onun dönüşümü için “kapsamlı bir devrim” gerektiğini savunmuştur.

Bu “tedricî-aşamalı süreç” ile “devrimci kopuşun” birleşimi, şartlara göre değişebilen bir esneklik üretmiştir: Uygun olduğunda barışçıl araçları, zorunlu olduğunda ise şiddeti kullanmak.

Demokrasi onlar için ilkesel bir değer değil, bir araçtır; kabulü ya da reddi sonuçlarla ilgilidir, prensiplerle değil.

Mezheplere bakışlarında ise, kendi “Ehli Sünnet” tasavvurlarına dayanarak, Şiîleri, Alevîleri, İsmailileri ve Dürzîleri açıkça tekfir etmezler ancak onları “asıl çizgiden sapmış mezhepler” olarak görürler.

Resmî söylemleri ılımlı görünse de eğitimlerinde bu topluluklar hakkında küçümseyici ve horlayıcı bir dil hâkimdir: Siyasî ihtiyaç olmadıkça birlik söylemi gereksizdir.

Ateizme yaklaşım da benzer biçimde davet merkezlidir; “düşman ateist” ile “araştırmacı ateist” ayrımı yapılır.

DEMOKRASİYE BAKIŞLARI El Kaide’den DEAŞ’a, Nusra’dan Heyet Tahrir eş-Şam’a kadar, radikal “Sünnî” selefî-cihadî akımlar ise tevhit anlayışında aşırı bir katılığa dayanır.

Bu çizgi, İbn Teymiyye ve Muhammed bin Abdülvehhab’dan beslenir.

Ebu Muhammed el-Makdisî’nin “Millet-i İbrahim” (1984) ve Eymen ez-Zevâhirî’nin “Peygamber’in Sancağı Altında Şövalyeler” (2001) gibi metinlerde bu zihniyet çok net görünür.

Devleti “tağut- Allah’ın diniyle savaşmak, Allah’ın dinini tahrif edip doğruları yanlışlarla değiştirmek”, demokrasiyi “Allah’ın hükmü dışında bir hükme başvurmak” olarak görür ve modern devleti “Batı’nın, Haçlıların ürünü” olarak tanımlar.

Diğer mezheplere yönelik tutumu en sert olan bu akımdır: Aleviler, İsmailîler ve Dürzîler “batınî ve şirk eğilimli” topluluklar olarak görülür; Şiîler ise “rafizî” olarak nitelenir ve amelleri “şirk” sayılır.

Tasavvuf ise, siyasî çatışmadan ziyade nefsi ıslaha ağırlık veren bir ahlak ve ruhaniyet yoludur.

Fars kökenli olan ve Bağdat’ta yaşamış Cüneyd-i Bağdadî’ye (830–910) atfedilen “Yolumuz Kitap ve Sünnet ile kayıtlıdır.” sözü tasavvufun temelidir.

Aynı şekilde Ebu Hâmid el-Gazâlî’nin (1058–1111) “İhyâü Ulûmi’d-Dîn” eseri bu geleneğin ana referansıdır.

Tasavvuf, reformun insan üzerinden olacağını, devletle çatışmanın yersiz olduğunu savunur.

Modern devlet ve demokrasi tasavvuf için itikadi değil beşerî meselelerdir; kabulü sorun olmaz.

Diğer mezheplere yaklaşımı hoşgörülüdür.

Şiîler, Alevîler, İsmailîler ve Dürzîler İslam toplumunun tarihî parçaları olarak görülür; ihtilafların çözümünde “hikmet” ve “kalp terbiyesi” esastır.

Ateizme karşı dışlayıcı değil, davet merkezli bir yaklaşım hâkimdir.

SURİYE SÜNNÎLİĞİNİN ORTAK DÜZLEMİ Müslüman dünyanın en geniş Sünnî kelam geleneği olan Eş‘arilik, Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî (873–936) tarafından kurulmuş; Eş‘ariliğin temel ilkeleri; Yorumla (te’vil) tekfir edilmez.

İman, kalbî tasdiktir; inkâr olmadan düşmez.

Bu nedenle Eş‘ariler, Şiîleri, Alevîleri, İsmailîleri veya Dürzîleri tekfir etmez.

Yorum farkını din dışına çıkma sebebi saymazlar.

Ateizme yaklaşım ise aklî tartışma çerçevesindedir.

Güvenlik değil fikir meselesi olarak görülür.

Bu tavır Suriye Sünnîliğinin yüzyıllar boyunca ortak zemini olmuştur.

Geleneksel Sünnî spektrumun diğer ana damarı olan Mâtürîdilik, Semerkantlı İmam Mâtürîdî (853–944) tarafından kurulmuş ve özellikle Hanefî çevrelerde resmî kelam ekolü olmuştur.

Mâtürîdilik akla geniş bir alan tanır; Aklın vahiy gelmeden önce bile iyi ile kötüyü ayırt edebileceğini kabul eder.

Aslî iman esaslarının sabit, fer‘î-branş konuların ise içtihada açık olduğunu savunur Bu akımlar karşılaştırıldığında, hâkimiyet (hâkimiyya) fikri ve modern devlete mesafe, İhvan ile selefî-cihadîleri birleştiri fakat yöntemlerde farklıdırlar.

İhvan aşamalı dönüşüm ve ikili söylem peşindeyken, cihadîler doğrudan çatışma yolunu izler.

Buna karşılık tasavvuf, Eş‘arilik ve Mâtürîdilik; Tekfir (kendisinden olmayanları kafir ilan etme) karşıtlığı, modern devletle uyum ve reformu birey ve ilim üzerinden yürütme noktalarında birleşir.

Tasavvufun üstünlüğü ahlak ve ruhaniyette, Eş‘ariliğin gücü ise aklî-esnek kelam yapısındadır.

NEDEN DEMOKRASİYİ TELAFUZ ETMİYORLAR?

Suriye Geçiş Hükümeti Başkanı Ahmet Şara ve Dışişleri Bakanı Şeybanî’nin “demokrasi” kavramını telaffuz etmekten kaçınmaları tesadüf değildir.

Üzerinde yükseldikleri cihadî akidenin zorunlu sonucudur.

Bu kavramı kabul etmek, kendi savaşçıları nezdinde meşruiyetlerinin çökmesi anlamına gelir (çünkü bağlayıcı olan “biat” ve “şevke/kuvvet”tir).

Bu nedenle söylemleri iki katmanlıdır: Dışarıda “iyi çekip çevirmek”, içeride ise “kuvvet, biat ve şeri hüküm” tercihtir. “Bu zihniyet dışarıya başka bir şeyi söyler, içeride ise açıktan söylenemeyecek olanı gizler.” İhvân-ı Müslimîn ve selefî cihadî akımlar gibi ideolojik hareketlerin, “vatan” kavramını başlı başına bağımsız bir siyasî birim olarak kabul etmediklerinin altını çizmek gerekir.

İhvan, itikadi bağlılığı her türlü millî aidiyetin üzerine koyar ve İslam ümmetini modern ulus-devletlerin ve sınırların meşruiyetinden önce gelen tek bir siyasî yapı olarak görür.

Bu nedenle söylemleri, ulus-devlet kimliğini pekiştirmekten kaçınır ve “ümmet” kavramını Suriye ulusal kimliğinin üzerine yerleştirir.

Selefî cihadî akımlar ise milliyetçiliği daha kökten reddeder; onu “cahiliye sancağı” olarak nitelerler.

Onlara göre siyasî meşruiyet toplumdan veya toplumsal sözleşmeden değil, güç ve galibiyetle sağlanan “hakimiyet”ten ve onların ifadesiyle “şer’î hükmün ikamesinden” doğar.

Bu yüzden mevcut sınırların tanınması ya da ulusal devlet fikri onların inanç yapısıyla temelden çelişir.

SÜNNÎ AKIMLAR DEVLET FARKLILIĞINI KABUL EDER Buna karşılık geleneksel Sünnî akımlar tamamen farklı bir çizgide durur.

Ulusal devlet kavramını kabul eder, siyasî düzeni “kulların maslahatını düzenleyen” bir yapı olarak görür ve vatanın korunmasını can, mal ve ırzın korunması gibi şer’î bir görev sayar.

Klasik fıkıh, siyasî realizm üzerine kuruludur; Devletlerin farklılığını kabul eder, mevcut otoriteyi asgarî güvenlik ve istikrarı sağladığı sürece meşru görür.

Bu nedenle geleneksel Sünnî akımlar Suriye ulusal dokusunun ayrılmaz bir parçası olarak kalmıştır.

Sünnî geleneklerin temel kaynaklarına ve ana yönelimlerine bakıldığında, Suriye Sünnî toplumunun büyük çoğunluğunun Eş’arîlik, Mâtürîdîlik ve tasavvufî çizgiye mensup olduğu görülür; Bu ekoller, örgütü insanın önüne, otoriteyi imanın önüne, macerayı istikrarın önüne, silahı akıl ve ruhun önüne koymazlar.

Buradan da Suriyelilerin köklü dinî mirası ile bugün Şam’daki iktidara hâkim olan ideoloji arasındaki derin uçurum ortaya çıkar.

Nitekim Abdülrahman El-Kavakibi’nin (1855 Halep-1902 Kahire) “Tabâi‘u’l-İstibdâd –istibdadın Doğası” kitabında dediği gibi: “Hiçbir zorba yoktur ki dini kisve edinip halkı korkutmasın.” Bu akımlar arasındaki farkları anlamak entelektüel bir lüks değil, millî bir zorunluluktur; Aşırılığın Suriye İslam’ının tabiatından değil, hareketçi ve cihadcı örgütlerin topluma dışarıdan dayattığı bir sapmadan kaynaklandığını idrak ederiz.

Sonuç: Genelde Müslüman toplumlarında özelde Suriye’de “modern devlet projesi” ancak yüzyıllar boyunca aklı, ahlâkı ve toplumsal uyumu koruyan; tekfiri reddeden; insanı yücelten; dinin iktidara veya örgütün devlete dönüşmesine karşı duran Eş’arî–Sûfî ve Mâtürîdî çevrede yükselebilir.

Bu nedenle Suriye toplumu genel olarak ve Sünnîler özel olarak selefî–cihadî akideyi bin yılı aşkın köklü inançlarına aykırı bir sapma olarak kesin biçimde reddeder.

İlgili Sitenin Haberleri