Haber Detayı
Zaman durdu, ışık çalındı: Louvre’un sonsuz gecesi... Hanedan Odatv'ye konuştu
Louvre’daki "yüzyılın soygunu"nda yüz milyonlarca euroluk kraliyet mücevheri çalındı. Olayı "Fransa’nın hafızasına vurulan darbe" olarak niteleyen prensler, sanat ve tarih mirasının korunmasının insanlığın ortak sorumluluğu olduğunu vurguladı.
Fransa'da 19 Ekim'de maddi değeri 88 milyon euro olarak tahmin edilen tarihi eserlerin çalındığı dünyaca ünlü Louvre Müzesi soygunu bütün dünyanın gündemine oturdu.Saray ve Kültür Tarihçisi A.
Çağrı Başkurt’un Prens d’Orléans, Prens ve Prenses Bonaparte-Murat ile gerçekleştirdiği mülakat Odatv'de...Çağrı Başkurt’un mülakatı şu şekilde:Aziz okurlar,Bir zamanlar Prometheus, tanrılardan ateşi çaldı ve insanlığa yaratıcılığın lanetini armağan etti.
O günden sonra insan, yaratmanın acısını ve sahip olmanın tutkusunu birlikte taşımaya başladı.
Işığın peşinde yürürken kendi gölgesini büyüttü.
Şimdi o ışık, Louvre’un kalbi olan Apollon Galerisi’nde tanrısallığın altınla işlendiği, zamanın sessizce durduğu o salonda yankılanıyor.
Fakat ışığın yükselmekte olduğu 19 Ekim Pazar sabahı, o kutsal ışıktan bir parça eksildiğinde, yalnızca bir sanat eseri değil, insanlığın kendi anlamı da sarsıldı...
Kim bilir belki de her soygun, Prometheus’un mirasının tersine çevrilmiş hâlidir.
Artık insan, tanrılardan değil, kendi tanrısal yaratıcılığından çalmakla meşguldür.
Zira güzelliği çalmak isteyen el, onu anlamaktan vazgeçmiştir ve anlamın tükendiği yerde, Apollon’nun ışığı bile sönük kalmaya mahkûmdur… Elbette ki Louvre’un koridorlarında yankılanan her adım, kadim bir çelişkinin de yankısıdır.
Yaratmak mı yüceltir insanı, yoksa sahip olmak mı kirletir?19 Ekim 2025 Pazar sabahı, saat 09.30 civarında, işçi yelekleri giymiş dört kişi, müzenin Seine Nehri’ne bakan servis kapısından içeri girdi.
Dışarıda iki motosikletli kişi onları bekliyordu.
Her şey yalnızca dört ila yedi dakika içinde gerçekleşti.
Bu profesyonel grup, dış cephedeki yük asansörünü kullanarak üst kata çıktı, disk kesiciyle vitrin camlarını kırdı ve müzede sergilenen kraliyet mücevherlerinden oluşan özel koleksiyonu çaldı.
Olayın ardından müze derhal tahliye edildi, ziyaretçiler dışarı çıkarıldı ve Paris polisi Louvre’u kapatarak kapsamlı bir güvenlik operasyonu başlattı.Soygunda hedef alınan mücevherler, 19. yüzyıl Fransız kraliyet ailesine ait paha biçilmez parçalardan oluşuyordu.
Aralarında, İmparatoriçe Marie-Louise’e ait zümrüt kolye ve küpeler, Kraliçe Marie-Amélie ile Kraliçe Hortense’un safir tacı ve kolye takımları, ayrıca İmparatoriçe Eugénie’nin elmas ve safir işlemeli broşları bulunuyordu.
Hırsızlar ayrıca Eugénie’ye ait “İmparatoriçe Tacı”nı da almış, ancak kaçış sırasında taşıyamadıkları için dışarı bırakmışlardı.
Taç kısa süre sonra müze görevlileri tarafından zarar görmüş hâlde bulundu.
Mücevherlerin toplam değerinin yüz milyonlarca euroyu bulduğu tahmin edildi, ancak esas kayıp, Fransa’nın kültürel mirasına verilen zarardı.Olayın ilk incelemelerinde, hırsızların son derece planlı birR şekilde hareket ettiği ortaya çıktı.
İşçi kılığındaki kıyafetleri, taşıma asansörüne erişim şekilleri ve kaçış planları, uzun süredir keşif yapıldığını gösteriyordu.
Hırsızlar, müzenin o dönemde devam eden tadilat çalışmalarını fırsata çevirmişti.
Louvre’un Seine tarafındaki bölümü, inşaat nedeniyle kısmen kapatılmış, güvenlik kameralarının bir kısmı geçici olarak devre dışı bırakılmıştı.
Bu zafiyet, profesyonel ekibin dikkatinden kaçmamıştı.
Fransız yetkililer, olayın “askerî disiplinle yürütülmüş bir operasyon” olduğunu belirtti.Soygunun hemen ardından Paris savcılığı geniş çaplı bir soruşturma başlattı.
İçişleri Bakanlığı, ülke genelinde sınır kontrollerini sıkılaştırdı.
Ulusal Jandarma, Interpol ve Europol devreye girdi.
Aynı gün Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, olayı “ülkenin tarihî hafızasına yapılmış bir saldırı” olarak tanımladı.
Müze, geçici olarak ziyarete kapatıldı; güvenlik protokolleri tamamen gözden geçirildi.
Kültür Bakanlığı, ülke genelindeki müzeler ve saraylarda ek güvenlik önlemleri alınması talimatını verdi.Fransız basını soygunu “Yüzyılın Hırsızlığı” olarak adlandırdı.
Kamuoyunda, müzenin güvenlik politikaları yoğun biçimde tartışıldı.
Birçok tarihçi, bu olayın yalnızca bir hırsızlık değil, ulusal kimliğe yönelik sembolik bir darbe olduğunu savundu.
Uzmanlara göre, mücevherlerin bir kısmının parçalanarak uluslararası karaborsada satılması muhtemel.
Ancak mücevherlerin özgünlüğü, tarihî belgeler ve kayıtlı kesim özellikleri nedeniyle bunların satılmasının oldukça güç olacağı değerlendirildi.
Soruşturmayı yürüten Paris savcısı Laure Beccuau, Salı günü yaptığı açıklamada, çalınan mücevherlerin parasal değerinin tahmini 102 Milyon Dolar (4 Milyar 200 Milyon TL) olduğunu, elbette ki bu değerin tarihi yani manevî değeri içermediğini söyledi.Louvre’daki bu olay, yalnızca maddi kayıpla sınırlı kalmadı.
Kraliyet dönemine ait takılar, Fransa’nın sanatsal ve tarihî sürekliliğinin sembolleriydi.
Onların çalınması, bir dönemin ihtişamını temsil eden hatıraların da yok olması anlamına geliyordu.
Bu soygun, çağdaş güvenlik sistemlerinin bile kusursuz olmadığını ve kültürel mirasın korunmasının teknoloji kadar insan dikkatine de bağlı olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Lakin bendenize bir başka şeyi daha hatırlattı: “Eylül 1792’deki Fransa Kraliyet Mücevherleri Soygunu”nu.
Bu soygundan yüzyıllar sonra, 2025’teki Louvre’da cereyan eden hadise, ihmaller bâki olduğu müddetçe tarihin tekerrür edebileceğini bir kere daha kanıtladı.
Evet belki iki hadise arasında farklı dönemler, farklı rejimler ve farklı koşullar vardı.
Ancak ortak nokta aynıydı: Fransa’nın mücevherleri yine ulusal kaosun gölgesinde çalındı.İşte aziz okurlar,Bir yandan akıllara durgunluk veren bu hadiseyi takip ederken, diğer yandan da mücevherlerin vârisleri ile irtibata geçtim.
Zira bu soygun Fransız halkı için ne kadar üzücü ise de şüphesiz ki d’Orléans ve Bonaparte soyu için fevkalade yaralayıcı ve sarsıcıydı.
Bu nedenle derhal son Fransa Kralı I.
Louis Philippe’in erkek soyundan gelen en büyük erkeği ve tabii olarak Orléans Hanedanı’nın şu anki reisi olan Paris Kontu Prens Jean Carl Pierre Marie d’Orléans ile Napoléon Bonaparte-Murat Ailesi’nin veliahdı Prens Joachim Napoléon Murat ve eşi Prenses Yasmine Murat ile görüştüm ve üzüntülerimi bildirdim.
Bu esnada aklımda olan bazı samimi sorularıma aynı samimiyetle cevap buldum.
Şimdi bunları da sizlerle paylaşmak istiyorum.Paris Kontu Prens Jean:Louvre Müzesi’nden, aralarında Fransa’nın son kraliçesi büyükannem Maria-Amélie’nin taç ve safir setinin de bulunduğu tarihi mücevherlerin çalındığını büyük bir üzüntüyle öğrendim.
Bu değerli mücevherler, yalnızca aile yadigârı olmanın ötesinde, Fransa’nın zengin tarihinin ve kültürel mirasının somut birer sembolüdür.
Onlar, ülkemizin zarafetini, ustalıkla işlenmiş sanatını ve geçmişimizin incelikle işlenmiş detaylarını gözler önüne seren eşsiz hatıralardır.Kayboluşları, sadece bireysel bir kayıp değil; Fransız halkı için de derin ve anlamlı bir yaradır.
Her bir taş, her bir işçilik detayı, ulusumuzun ortak geçmişine ve kimliğine ışık tutmaktadır.
Bu nedenle, bu hırsızlığın yarattığı boşluk, yalnızca maddi değil, aynı zamanda manevi ve kültürel bir eksikliktir.
Yetkililere ve mücevherleri kurtarmak için özveriyle çalışan Louvre Müzesi ekiplerine tüm desteğimi sunuyorum.
Onların çabaları, sadece çalınan eserleri geri getirmekle kalmayacak, aynı zamanda Fransa’nın kültürel kimliğinin ve tarihî mirasının korunmasını sağlayacaktır.Bu olay, hepimize tarihimizin değerini yeniden hatırlatıyor.
Fransa’da bizi asalet, zarafet ve zamansız değerlerle bağlayan bu tarihî hazineleri korumak, gelecek kuşaklara miras bırakmak ve ortak tarihimize saygı göstermek demektir.
Mirasımızı korumak, aynı zamanda ulusal kimliğimize ve kültürel mirasımıza hizmet etmek, ortak hatıramızı onurlandırmak ve ülkemizin kültürel zenginliğini gelecek nesillere aktarmak anlamına gelir.
Bu nedenle herkesi, tarihimizin bu değerli tanıklarına sahip çıkmaya ve onları korumanın önemini anlamaya davet ediyorum.
Onlar, sadece geçmişimizi değil, geleceğimizin kültürel temellerini de temsil etmektedir.Prens Joachim Napoléon:Louvre Müzesi’ndeki soygun haberi, Fransa’nın ve dünya sanat tarihinin kalbine saplanan derin bir sarsıntı yarattı.
İmparatorluk koleksiyonundan birkaç nadide mücevherin çalınması, sadece fiziksel bir kayıp değil; ulusal tarihimizin, kültürel mirasımızın ve insanlığın yaratıcı dehasının bir parçasının gözlerimizin önünden silinmesi demektir.
Bu sembollere yapılan saldırı, Fransa’nın hafızasına atılan bir gölge, geçmişimizin ve estetik mirasımızın üzerine düşen kara bir lekedir.Bu mücevherler yalnızca değerli taşlardan ibaret değildi; bir çağın ihtişamını, estetiğin zirvesini, insan ruhunun inceliklerini somutlaştıran emsalsiz eserlerdi.
Her biri, geçmişin görkemini ve yaratıcı dehanın ışığını bugüne taşıyan birer pencereydi.
Onların ulustan bu şekilde koparılıp götürülmesi, yalnızca kültürel mirasımızın değil, aynı zamanda kimliğimizin ve tarih bilincimizin de derinden yaralanması anlamına gelmektedir.Bu kayıp, bize geçmişin değerini bir kez daha hatırlatıyor ve korumanın, sahip çıkmanın ne denli hayati olduğunu gösteriyor.
Sanatın ve tarihimizin ışığı, ne kadar çalınmaya çalışılırsa çalışılsın, asla tamamen sönmeyecektir; ancak bu olay, hepimizi uyanık ve sorumlu olmaya çağıran bir uyarıdır.Louvre Müzesi’ndeki soygun haberi, Fransa’nın ve dünya sanat tarihinin kalbine saplanan derin bir sarsıntı yarattı.
İmparatorluk koleksiyonundan birkaç nadide mücevherin çalınması, sadece fiziksel bir kayıp değil; ulusal tarihimizin, kültürel mirasımızın ve insanlığın yaratıcı dehasının bir parçasının gözlerimizin önünden silinmesi demektir.
Bu sembollere yapılan saldırı, Fransa’nın hafızasına atılan bir gölge, geçmişimizin ve estetik mirasımızın üzerine düşen kara bir lekedir.Bu mücevherler yalnızca değerli taşlardan ibaret değildi; bir çağın ihtişamını, estetiğin zirvesini, insan ruhunun inceliklerini somutlaştıran emsalsiz eserlerdi.
Her biri, geçmişin görkemini ve yaratıcı dehanın ışığını bugüne taşıyan birer pencereydi.
Onların ulustan bu şekilde koparılıp götürülmesi, yalnızca kültürel mirasımızın değil, aynı zamanda kimliğimizin ve tarih bilincimizin de derinden yaralanması anlamına gelmektedir.Bu kayıp, bize geçmişin değerini bir kez daha hatırlatıyor ve korumanın, sahip çıkmanın ne denli hayati olduğunu gösteriyor.
Sanatın ve tarihimizin ışığı, ne kadar çalınmaya çalışılırsa çalışılsın, asla tamamen sönmeyecektir; ancak bu olay, hepimizi uyanık ve sorumlu olmaya çağıran bir uyarıdır.Paris Kontu Prens Jean ve Prens Joachim Napoléon’un büyük yoğunlukları arasında Prenses Yasmine ile çok daha uzun bir mülakata imkân buldum:Mirasın yalnızca bir millete değil, tüm insanlığa ait olduğuna yürekten inanıyorum.
Tarihi bir hazine kaybolduğunda, kolektif hafızamızın bir kısmı da silinir.
Her eser, her mücevher, her kadim obje, insan dehasının, medeniyetler arasındaki diyaloğun ve zamanın akışının bir kanıtıdır.
Bugünün ulusları, bu ortak mirası korumak için güçlerini birleştirme, yeni teknolojilerden, uluslararası iş birliğinden ve her şeyden önce mirasın değerine dair farkındalığı artıran eğitimden yararlanma sorumluluğuna sahiptir.
Geçmişimizi korumak, geleceğimizi korumaktır.Elbette ki Fransa İmparatorluk Ailesi’nin üyeleri olarak, eşim Prens Joachim Napoléon Murat ve ben bu kayıptan dolayı derin bir üzüntü duyuyoruz.
Mücevherler sadece lüks eşyalar değildir: Fransız ruhunun bir parçasını temsil ederler.
Sanatın, siyasetin ve sembolizmin bir araya gelerek bir halkın büyüklüğünü ifade ettiği bir zamana tanıklık ederler.
Onların kaybolması bir yaradır; sadece Fransa için değil, yüzyıllar boyunca aktarılan güzelliğe ve zanaatkarlığa hayran olan herkes için.
Birinci İmparatorluk ile yakından bağlantılı bir mirasa sahip olan benim için bu eylem, özel bir acıyı çağrıştırıyor.
Ancak duygunun ötesinde, ulusal hafızanın yaşayan bir hazine olduğunu hatırlatıyor.
Onu korumak, nesilleri birbirine bağlayan ve Fransa'nın kültürü, zarafeti ve hümanizmiyle parlamasını sağlayan bağı korumak anlamına geliyor.Müzelerin ikili bir misyonu var: Korumak ve Paylaşmak.
Sanat ancak görüldüğünde, anlaşıldığında ve sevildiğinde yaşayabilir.
Ancak bu açıklık asla güvenlik pahasına olmamalıdır.
Bu trajik olayın, kurumları belirli önlemleri yeniden düşünmeye ve halk ile eserler arasındaki hayati bağı korurken, önleyici tedbirleri güçlendirmeye teşvik edeceğine inanıyorum.
Korku güzelliği hapsetmemeli.
Müze, bir aktarım, karşılaşma ve duygu mekânı olarak kalmalı.Fransa, şüphesiz harekete geçirilecek olan olağanüstü bir kültürel ve diplomatik ağa sahiptir.
Müzeler, özel polis teşkilatları, UNESCO ve büyük uluslararası kurumlar arasındaki iş birliği hayati önem taşımaktadır.
Ancak resmi mekanizmaların ötesinde, dünyanın dört bir yanından küratörler, tarihçiler, koleksiyoncular ve meraklılar arasında da bir dayanışma var.
Güvene ve ortak bir miras sevgisine dayanan bu gizli ama etkili kültürel diplomasiye inanıyorum.
Kaybedilenleri geri kazanmayı umut etmenin yolu güçlerimizi birleştirmektir.Mirasın bir vaat olduğunu unutmamamız gerektiğine inanıyorum: süreklilik, saygı ve güzellik.
Genellikle anlık olana odaklanan bir dünyada, bize zamanın derinliğini ve bizi birleştiren şeyin kırılganlığını hatırlatıyor.
Bu trajedi, kültüre, eğitime ve ortak iyiliğe olan bağlılığımızı yeniden teyit etmek için bir fırsat olmalı.
Hazinelerimizi korumak, geçmişe nostaljiyle bakmak anlamına gelmez; aksine, geleceğe olan inancımızı pekiştirmek anlamına gelir.
Çünkü anılarına saygı duyan bir halk, ayakta, gururlu ve hayatta kalan bir halktır.Aziz okurlar,Şüphesiz ki dünyanın dört bir köşesinde yaşanan kültürel miras kaybı, yalnızca çalınan ya da yok edilen eserlerden ibaret değildir; insanlığın ortak hafızasının, estetik ve düşünsel birikimin sessizce silinmesidir.
Her sanat eseri, her tarihi obje, yalnızca kendi milletinin değil, tüm insanlığın hafızasında bir ışık, bir pusula, bir hatırlatıcıdır.
Peki biz, tarih ve hazineyi korumanın sorumluluğunu taşıyan bir millet olarak, biz başkenti işgale uğradığı hâlde hazineleri yağmalanmamış/yağmalanamamış yegâne millet olarak bugün Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen hazinelerimizin ışığını korumaya ne kadar hazırız?
Güvenlik önlemleri, teknolojik sistemler ve kamusal erişim arasındaki ince denge gerçekten sağlam mı?
Zira tüm dünya Louvre soygunu üzerine yoğunlaşırken, benim aklıma başka bir film, başka bir sahne düşüyor: 1964 yapımı “Topkapı” filmi.Sarayın sessiz koridorlarına sızan hırsızların Topkapı Hançeri’ni çalma serüveni, yalnızca bir soygun öyküsü değildir.
İnsanlığın ortak hazinelerinin kırılganlığını, tarih ve kültürün değerini hatırlatan bir alegoridir.
Louvre’da kaybolan bir mücevher kadar, Topkapı’daki her bir hazine de ihmale uğrarsa, sessizce yok olabilir.
Filmdeki bu dramatik serüven, modern soygunların gölgesinde bir fısıltı kabul edilmelidir.
Tarih doğru şekilde korunmazsa, geriye yalnızca hatırlamalar ve sinemada canlanan hikâyeler kalır!
Belki de insanlık, tıpkı Apollon Galerisi’nde ışığın çalındığı sabahlarda olduğu gibi, kaybolan her değerle biraz daha kendi gölgesine bakmayı öğrenir.A.
Çağrı BaşkurtOdatv.com