Haber Detayı
“Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”
Yemek yalnızca biyolojik bir ihtiyaç değil, aynı zamanda kimlik, kültür ve siyaset meselesidir. Antik Yunan’ın humoral tıbbından modern kalorimetreye, fast-food endüstrisinden slow food hareketine uzanan ‘yeme ve varoluş’ serüveni insanın kim olduğunu yeniden tanımlıyor.
Harvard Üniversitesi bilim tarihçisi Steven Shapin’in kapsamlı eseri Eating and Being: The Evolution of Dietary Thought (“Yeme ve Varoluş”), modern dünyada beslenme anlayışımızın köklerini araştırıyor.
Yaklaşık 600 sayfalık bu hacimli çalışma, yiyeceklerin yalnızca biyolojik bir zorunluluk değil, aynı zamanda kültürel, felsefi ve politik bir alan olduğunu gösteriyor.
Shapin, antik dönemden günümüze “diyet” kavramının, yaşam biçiminden kalori hesabına dönüşümünü mercek altına alıyor.ANTİK DİYETETİĞİN TEMELLERİ: HUMORAL TIP GELENEĞİ“Diyetetik” terimi, MÖ 5. yüzyılda Koslu Hipokrat ile başlıyor.
Hipokrat ve ardından Galen, sağlıklı yaşamın temelini yalnızca yeme alışkanlıklarında değil, uyku, egzersiz, ruh hali ve genel yaşam biçiminde görüyordu.Diaita: Antik Yunanca’da “diyet”, bugünkü anlamıyla sadece beslenme değil, bütün bir yaşam tarzıydı.Dört mizacın teorisi: Vücut, sindirim sonrası oluştuğu düşünülen dört sıvıyla açıklanıyordu: kan, balgam, sarı safra ve kara safra.
Bu sıvıların dengesizliği, karakterden ruh haline kadar her şeyi etkileyebilirdi.Yiyeceklerin doğası: Kavun “soğuk ve nemli” yapısıyla tehlikeli, şarap ise “kurutucu” etkisiyle dengeleyici sayılıyordu.
Bazı yiyecekler (lahana, fasulye, ayva) melankoliyi artırıcı özellik taşırdı.Orta Çağ ve Rönesans boyunca bu yaklaşımın etkisi sürdü.
Luigi Cornaro’nun Il Libro della Vita Sobria (“Ilımlı Bir Yaşam Üzerine”, 1558) ya da “Salernita Sağlık Kuralı” gibi el kitapları, bireylerin kendi bedenlerini tanıyarak doğru beslenmeyi öğrenmesi gerektiğini vurguluyordu.KİMYA, KALORİ VE MODERN BESLENME19. yüzyıldan itibaren beslenme anlayışında köklü bir değişim yaşandı.
Duyulara dayalı “sıcak-soğuk” gibi nitelikler, yerini kimyasal çözümlemelere bıraktı.Protein ve besin maddeleri: İsveçli kimyager Jöns Jacob Berzelius, “protein” kavramını tanımladı.
Justus von Liebig, proteini temel gıda maddesi olarak bilim dünyasına tanıttı.Kalori hesapları: Amerikalı beslenme uzmanı Wilbur Olin Atwater, yiyeceklerin enerji değerini kaloriyle ölçmeyi standart hale getirdi.
Böylece beslenme, üretkenliği artırmaya yönelik rasyonel bir disipline dönüştü.Ev ekonomisi disiplini: 20. yüzyıl başında Columbia ve MIT gibi üniversitelerde, beslenme hem sağlık hem de endüstriyel verimlilik bağlamında öğretilmeye başlandı.
İşçilerin ve askerlerin beslenmesi, siyasi ve ekonomik güçle ilişkilendirildi.BİLİMSEL TEKEL VE POPÜLER DİRENİŞModern çağda bireyin “kendi doktoru” olması artık mümkün değildi.
Profesyonel tıp, beslenme üzerindeki tekeli eline almıştı.
Ancak zamanla bu yaklaşım eleştirilere maruz kaldı:Endüstriyel baskılar: Büyük beslenme derneklerinin fast-food şirketlerinden fon alması, bilimsellik ile ticari çıkarların birbirine karışmasına yol açtı.Karşı kültür hareketleri: Alice Waters’ın Kaliforniya mutfağı, “Slow Food” hareketi ve Michael Pollan’ın Omnivore’s Dilemma gibi eserleri, geleneksel bilgelikle modern analizi harmanladı.Popüler diyet sloganları: Brillat-Savarin’in “Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” ifadesi ya da Feuerbach’ın “İnsan yediği şeydir” sözü, hem akademik hem de gündelik yaşamda derin izler bıraktı.YEMEK, POLİTİKA VE KİMLİKBeslenme yalnızca sağlık meselesi değil, aynı zamanda kimlik ve siyaset alanıdır.
ABD’de başkan adaylarının halka hitap ederken yiyecek seçimleri üzerinden mesaj vermesi (örneğin, Biden’ın milkshake’i ya da Trump’ın fast-food tercihi) bunun bir örneği.
Shapin’in tespitine göre, “ne yediğimiz değil, kim olmak istediğimiz” günümüzün en belirleyici sorusu haline geldi.İŞTAHLARIN TARİHİNDEN GÜNÜMÜZESteven Shapin’in Yeme ve Varoluş kitabı, beslenmenin yalnızca biyolojik değil, tarihsel, kültürel ve politik bir mesele olduğunu gösteriyor.
Antik çağın humoral teorilerinden modern kalorimetre ölçümlerine, günümüzün fast-food tartışmalarından sürdürülebilirlik hareketlerine kadar uzanan çizgi, beslenme tarihinin insanlık tarihinden ayrı düşünülemeyeceğini kanıtlıyor.Belki de bugün gelinen noktada en doğru soru şudur: “Ne yediğimiz değil, ne olmak istediğimizdir.”Odatv.com