Haber Detayı
‘Hiçbir zaman kendi çıkarlarımı başkasının çıkarlarının önüne koymayı beceremedim’
Ekranda kültleşmiş karakterlere hayat verdi. 21 sene boyunca sinema, tiyatro ve televizyonda birbirinden önemli işler yaptı. “Meslek sana büyüdükçe egonun ne kadar saçma sapan bir şey olduğunu öğretiyor” diyen Deniz Çakır’la buluşuyoruz. Yeni projelerini, kariyerini, hayatını ve evliliğini konuşuyoruz: “Biz beraber, el ele yol yürümeyi çok sevdik, o olmazsa hayat çok ıssız, lezzetsiz olur.”
Hiç değişmemiş.
Dondurulmuş gibi ve çok doğal. “Cildime iyi bakıyorum, iyi beslenmeye çalışıyorum ve en önemlisi cildimi en fazla ihtiyacı olan vitamin ve kolajenlerden mahrum etmiyorum” diyor.
Canlandırdığı bazı karakterlerin aksine neşeli biri.
Deniz Çakır’la sohbet etmek ve onu dinlemek her zaman keyifli.
Başlıyoruz muhabbete...◊ 21 senedir yaptığın oyunculuk mesleğinde geçen yıllar sana ne öğretti?Meslek sana hiyerarşiyi, büyüdükçe egonun ne kadar saçma sapan bir şey olduğunu öğretiyor.
Derya Alabora’nın çok sevdiğim bir lafı vardır; “Egolarını Lego yapmak”, tam da onu öğreniyorsun.
Bir taraftan çok empati kurduğumuz için; mesela hiç anne olmadan anneliği, evladını kaybetmenin ne acayip zor bir şey olduğunu, kendi hayatındaki daha küçük acıları bu kadar da büyütmemen gerektiğini, başka bir yerden anlıyorsun.
Ve daha fazla kalp çarpıntın oluyor.
Örneğin toplumsal olaylar bir bütünü etkiler ama belki bireysel olarak beni etkilemeyen bir şeye bile çok kalp çarpıntısı yaşıyorum; sebebi de bu mesleği yapmak olabilir.
Çünkü daha fazla anlıyorum, bu iyi mi bilmiyorum ama artık geri dönüşü olmayan bir şey.
Böyle yaşıyoruz.◊ Herkesin senin hakkında iyi kötü bir fikri var.
Böyle yaşamak zor muydu?
Çok zordu.
Son 4-5 senedir bu konuda kendime alan tanıyorum.
Eskiden “O ne der, bu ne der” diyerek çok dert ettim.
Ama artık şöyle düşünüyorum: Dünyada herkes bir şeyleri eleştiriyor, bir şeylere laf ediyor.
Aslında hayata dair hiçbir şey yapmamış insanlar, başkalarının yaptığı şeylerin yanlışını doğrusunu eleştiriyor.
Sen hiçbir şey yapmamışsın ki!
Eleştirdiğin kişi doğru da olsa veya hatalı da olsa en azından bir şey yapmış.
Eskiden çok takılıyor, üzülüyordum.
Artık “Ben öyle değilim” diye anlatmaktan sıkıldım.
Şimdi çevremdeki insanları da seçtim.
Herkesin ne dediği o kadar umurumda değil çünkü herkes evriliyor, belki onun öyle düşünmesi bir sonraki adımında olgunlaşmasını sağlayacak. ◊ Bu sırada olan sana olacak ama...Evet, o arada beni harcayacak, canı sağ olsun.
Biraz daha anlayışlı oldum sanırım.
Herkes her şeyi düşünebilir, ne yapayım?
Eskiden dünyayı değiştirebilirim diye düşünüyordum, şimdi dünyayı değiştiremem ama kendimi iyi tutmak ve gidebildiğim yere kadar bir şeyleri değiştirmek ve iyileştirmek bana yetiyor.
O kocaman hayallerim biraz küçüldü.◊ 20’lerine kadar Deniz’ken sonra hayatını herkesin bildiği Deniz Çakır olarak geçirmeyi sevdin mi?Sevmek sevmemekten öte, buna alıştım.
Güzel bir şey tabii, bu mesleği seçme sebeplerimizden biri alkışlanmayı, takdir görmeyi sevmemiz.
Belli ki biz önde olmayı ve ilgi görmeyi seven insanlarız.
Yani az veya çok ama diğerlerinden bizi ayıran bir şey bu.
Dolayısıyla bu mesleğin bir ödülü.
Ama bir taraftan da sorumluluk.
Bu sorumluluk da iyi bir şey, insana bir yaşa geldikten sonra anlayış da getiriyor.◊ Peki sence, hangi konuda yanlış tanındın?
Ben hep prensip sahibiydim, belki o biraz beni sert göstermiş olabilir.
Ama Oğlak burcuyum ve işime çok saygı duyuyorum.
O prensiplerim de aslında mesleki olarak beni ben yapan şeyler.
Belki onlar yanlış anlaşılmıştır.
Ama artık geçmişe dair yanlış anlaşılmaların üstünü kapattım, sorduğunda bunun üzerine konuşmak bana çok zul geliyor.
Çünkü hayat ileri doğru yaşanıyor, kırgınlıkları deşmenin bir manası yok.◊ Oğlak burcuyum dedin, özelliklerini ne kadar taşıyorsun?Çok taşıyorum, lanet olsun.
Sorumluluk sahibiyim, fazla disiplinliyim ama bir taraftan yükselenim Yengeç.
Yengeç burcunun duygusallığıyla çarpıştığı için özellikle yaş aldıkça bir taraftan aşırı duygusallık başladı.
Ama bu duygusal iniş çıkışlara da alıştım; “Ben böyleyim” deyip kendimi seviyorum. ‘DÜNYADA KADINLARIN BELLİ BİR RAF ÖMRÜ YOK’ ◊ Tüm dünyada bir süredir ‘MeToo’ hareketi devam ediyor.
Türkiye’de de kadınlar maruz kaldıkları şeyleri anlatıyor.
Sen hiç setlerde fiziksel ya da psikolojik şiddete uğradın mı?Öyle anlatılanlar kadar trajik ve kopkoyu bir şey yaşamadım.
Ama erkek egemen setlerde çok akıl almaz tavırlara rastlıyoruz.
O zamanlar daha çocuk olduğumuz için bazen sesimizi çıkaramıyorduk, şimdiki aklım olsa o zaman da sessiz kalmazdım.
Bizzat sana yapılmasa bile erkeğin erkeği koruduğu garip şeylere de rastlıyoruz tabii, özellikle daha genç oyuncuların maruz kaldığı.
Bir de bazı erkek kalıpları var ki maalesef bunu çok normalleştirip böyle yaşıyorlar.
Ve maalesef onlar toplum gözünde benden daha ahlaklılar.
Neyse ki insanlar artık sesini çıkarıyor, çıkarmalı da.
Biz kadınlar çok güzel örgütleniyoruz ama ‘8 Mart’larda sadece kadınlar yürümemeli.
Erkek arkadaşlarımız da artık sadece oturdukları yerden bizi desteklemek yerine onlar da yanlış buldukları bir konuda sesini çıkarmalı.
Bu arada konu sadece kadın ve erkek diye ayrılmamalı da.
Bunu yapan kadınlar da oluyor tabii.◊ Kadın ve erkek oyuncu partnerleri arasındaki yaş farkı da gündemde.
Geçenlerde yaptığım bir röportajda “Belirli bir yaşın üstüne çıkan kadın oyuncular çoğunlukla anne rollerinde karşımıza çıkarken erkek oyuncular jön olmaya devam ediyor” denmişti.
Sen ne düşünüyorsun?Kadın-erkek yaş farkından azade olarak şunu diyeceğim: Amerika ya da Avrupa sinemasına bak, şu an starlar kimler?
Hâlâ Julianne Moore veya Kate Winslet konuşuyoruz.
Çünkü kıymetleri biliniyor, değil mi?
Dünyada kadınların belli bir raf ömrü yok.
Çünkü oyunculuk dediğin şey kıymetli bir hazine.
Ama bizde maalesef, üst nesil kadınların hikâyeleri yok.
Mesela şehirli, 60 yaşında bir kadının hikâyesini izlemeyi çok isterim.
Yaş farkına gelince; evet, şu anda üst üste gelen örnekler var ama benim dışımda bir şey üzerinden yorum yapmam saçma olur. ‘OYNARKEN DE O KADAR TEMİZ OLMAYIVEREYİM’ ◊ Kötüyü oynamayı seviyor musun?
Bir karakteri seçerken “Bu kötü, bunu seçeyim” demiyorum.
Ama iyi yazılmış bir kötüyse, sana oynamak için elverişli bir alan bırakıyorsa keyifli oluyor.
Bir de adına kötü diyoruz da daha ziyade çıkarcı karakterler bunlar.
Ben ‘Ferhunde’yi (Yaprak Dökümü) oynarken hiç kötü diye bakmamıştım.
Şimdi dizi önüme düşüp izlediğimde onu daha da haklı buluyorum.
Çünkü hayat iyilik üzerine yürümüyor.
Uyanık olmak, kimilerine göre bazen çıkarcı olmak gerekiyor.
Bunlar hayatın gerçekleri, diğer türlüsü bana sahici gelmiyor.
Bir de iyi insan kalabilmek, erdemli olabilmek için çırpınıyoruz; hele ki dünya kirlendikçe, temiz kalmak için uğraşıyoruz.
Oynarken de o kadar temiz olmayıvereyim, yani biraz kontağı kapatmış bir kadını oynamak, Deniz olarak şu yaşımda iyi geliyor bana.
Oyunculuk terapi alanım.
Benden uzak bir kadını oynamak daha tatlı bir terapi oluyor.◊ Sen uyanık olmayı becerdin mi?Uyanıklık başlı başına bir kavram, içinde zeki olmak da çıkarcı olmak da var.
Ben hiçbir zaman kendi çıkarlarımı başkasının çıkarlarının önüne koymayı beceremedim.
Hep ekipçi oldum, belki o sebeple tiyatroyu sevdim.
Tek başıma iyi olmak beni hiç mutlu etmez, sen de iyi olacaksın ki beraber güzel bir şey yapacağız.
Hayata hep böyle baktım. ‘KARLI BİR İSTANBUL AKŞAMINDA SEVDAYA TUTUŞTUK’ ◊ İki sene önce Bilgehan Baykal’la evlendiniz.
O bu sektörden mi?
Hayır, makine mühendisi.◊ Nasıl tanıştınız?Bizi Zuhal Olcay tanıştırdı. 2020’de, COVID zamanlarıydı.
Bodrum’da Zuzu (Zuhal Olcay) bana onun için “Sana çok uygun biri” demişti.◊ Sizi yakıştırmış demek...
Evet, onun eski damadının çok yakın arkadaşı.
Ben “Tanıştırmak falan, olur mu öyle şey” dedim.
Orada kaldı sohbetimiz.
Aradan iki sene geçti.
Bir mekânda Zuzu ve bir arkadaş grubumuzla otururken onu da eski damadı yan masamıza çağırdı.
Orada tanıştık, “Bir yemek yiyelim” dedi ve başladı.◊ İlk görüşte aşk mıydı?Hakan ilk görüşte aşk çok saçma, biraz abartılmış bir şey gibi geliyor bana.
İlk görüşte etkilenirsin de onun adı aşk değildir bence.◊ Yemeğe çıktınız...
Sonra ne oldu?Sadece yemek yeriz, ne olabilir ki, sonuçta referansları iyi diye düşünüyordum.
Yemeğe şiir kitabıyla gelmiş, beni tanıyor ve biliyor...
Çok nitelikli biri, uzun zamandır kimseyle olmadığı kadar güzel sohbet ettik.
Karlı bir İstanbul akşamında sevdaya tutuştuk.◊ İnsan evleneceği erkeği nasıl anlar?
Bu konuda bir kanaat önderi değilim ama hep diyorum; ben her şeyi kendi başına halletmiş, bunu kendi seçmiş ve hüner saymış biriyim.
Herkes de kendi işini kendi halletsin, bu kötü bir şey değil ama belli bir yaşa geldikten sonra birinin senin adına düşünmesi, en kaba tabiriyle sana kapıyı açması gerekiyor.
Bunu bir benzetme yaparak söylüyorum, o kapıyı hep ben açardım ama birisi bana ilk kez kapı açtı.
İlk kez o kapıdan girdim.
Bu ruhuma iyi geldi.
Sanatla, edebiyatla ilgili, müzik zevkimiz aynı.
Yıllar sonra biriyle caz dinlemeye gittim, oh be.◊ Ne güzel, ondan söz ederken gözlerin parlıyor...
Birlikte hayatla flört etmeyi çok seviyoruz.
Her şeye dair kaygılarımız ve üzüntülerimiz de ortak.
İkimiz de bir kadına, çocuğa ya da sokak hayvanına kötü bir muamele olduğunda gerçekten gözyaşı döküyoruz.
Bütün yaratılanlar için yapılan haksızlıklara canı yanan iki insanız.
İlk kez kendim gibi birini gördüm, bu bizi birleştirdi.◊ Evlenince aşk tanımın değişti mi?
Aslında o tarz romantizmi sevmem ama gerçekten o benim bir parçam.
Onsuz kanatlarım koparılmış gibi.
Oysa bir erkek için bu cümleyi kurmak, güçlü bir kadın olarak bana çok ters geliyor.
Ama öyle, biz beraber, el ele yol yürümeyi çok sevdik.
O olmazsa hayat çok ıssız, tatsız, lezzetsiz olur. ‘ÇOK GAMLIYIMDIR, BOŞ VEREMEM’ ◊ Bu sezon neler yapıyorsun? ‘Çarpıntı’ başladı.
Bu yeni karakterin ilk özelliği çok eğlenceli olması.
Ben çok gamlıyımdır, boş verme halim yoktur. ‘Hülya’ öyle değil, bu bana iyi geldi.
Baktığınızda kötücül, çıkarları doğrultusunda hareket eden biri ama bunun içinde kadının olmamışlığı, yaşayamadıkları var.
Planlarını içinden yapmıyor, niyeti belli.
Ben biraz mizah da eklemeye çalışıyorum.
Ve oralar bana çok iyi geliyor.◊ Özel hayatındaki senle, karakterin duruşu, konuşmasının alakası yok...Bu iş özelinde senaryoyu okuduğumda ve kendimi bu kadında görmeye başladığımda aklıma ilk Almodóvar’ın kadınları geldi.
O dünyanın içinde kırmızı, mor renkler, havalı saçlar...
Şükür ki yapımcımız da styling’imiz de benimle aynı fikirdeydi.
Mesela bu kadın trend markaları değil, mahalle butiğinden ya da terzisine diktirdiği kıyafetlerden giyer, ucuz takılar kullanır diye düşündüm.
Aslında bu kadında mahalle renkleri var.
O mahallenin içinde olmayı, oynamayı özlemişim.
Yönetmenlerimiz o sokakların ruhunu o kadar güzel vermiş ki...
Sokak satıcıları, oyun oynayan çocuklar, halı yıkayan kadınlar...◊ Hayatında yaşadığın en büyük çarpıntı neydi?Bir sürü vardır ama son ve en büyük acım 18 yıllık evladımı, kedimi kaybetmem, hâlâ aklıma geldiğinde nefesim sıkışıyor.◊ Hikâyede kızın kalp nakli oluyor ve kalbini aldığı kişinin duygularını hissetmeye başlıyor.
İnanır mısın bunlara?Bu konuda okuduğum makalelere veya izlediğim haberlere göre bunun bilimsel bir tarafı yok ama kriminal vakalarda böyle şeylere rastlanmış.
Geçen gün bir haberde izledim.
Yurtdışında bir kız, kalp nakli sonrası devamlı rüyasında birini görüyor ve onun robot resmini yapıyor.
O kişi aslında kalbini aldığı kişiyi öldürmüş, bu sayede katil bulunuyor.
Bunu bir kalp doktoru anlattı.
Bu mistik tarafa inanmak hoşuma gidiyor galiba.
Kalp ve beyin çok acayip organlar.