Haber Detayı
Nâzım Hikmet'in fotoromanı: Yaşamak Güzel Şey...
Çocuk yaştan beri okuru olduğum, 60'larda mektuplarını ve polemiklerini yayımladığım ozanımız üzerine tüm ayrıntılı bilgiler Ali Cabbar'ın belgeselinde
Sürgün acısı bu hafta İnci'yi de, beni de, üç kez art arda vurdu...
Geçen haftaki yazımda, Türkiye'deki 60'lı yıllarımızdan beri dostumuz ve yoldaşımız olan Ergün Sönmez'in 20 Aralık'ta İsviçre'de yaşama veda ettiğini duyurmuştum.
Ertesi gün Berlin'den, yine 60'lı yıllardan beri dostumuz olan Mugaffer Erdoğan'ın ölüm haberi geldi...
Ardından da, 25 Aralık'ta Brüksel'de Ermeni dostumuz Hovsep Yalım'ı kaybettik.
Göçün ilk kuşağından olan Mugaffer'i de Ergün gibi 1968 yılında İstanbul'da Ant Dergisi'ni ziyarete geldiğinde tanımıştım.
Yıllarca Siemens fabrikasında işçi olarak çalıştığı ve IG Metall Sendikası'nın temsilciliğini yaptığı Berlin'de tüm toplumcu yayınlar gibi Ant dergisini ve kitaplarını da okura ulaştıran Kurtuluş Kitabevi'nin kurucusuydu.
Örgütsel planda da, 1968 Kasım ayında Almanya'daki ilerici göçmen işçi örgütlerinin bir araya gelerek Köln'de oluşturdukları Avrupa Türkiyeli Toplumcular Federasyonu'nun kurucularındandı. 12 Mart 1971 darbesinden sonra sürgüne çıkmak zorunda kaldığımızda ilk ilişki kurduğumuz dostlarımızdan biri olan Mugaffer, 1971'de İstanbul'da açılan TKP davasının benim gibi tutuklanamayan sanıklarından TKP Genel Sekreteri Yakup Demir ile 10 Eylül 1971'de Doğu Berlin’de buluşarak 12 Mart cuntasına karşı verilecek mücadele konusunda görüşmemi sağlamıştı.
Ermeni diasporasının Brüksel'de kaybettiğimiz saygın simalarından Hovsep Yalım, 5 Kasım 1982'de Hollanda'da Türk Devleti'nin gizli servisleri tarafından katledilen devrimci Ermeni dostumuz Nubar Yalım'ın babası ve Belçika Demokrat Ermeniler Derneği başkanı Bogos Yalım dostumuzun amcasıydı.
Art arda gelen bu kayıpların hüznünü yaşarken, daha önce Deniz Gezmiş için "Aşk Olsun Çocuk" adlı belgesel fotoromanı gerçekleştirmiş olan dostumuz Ali Cabbar, bundan tam 62 yıl önce, 3 Haziran 1963'te Moskova'da yaşamını yitiren büyük şairimiz Nâzım Hikmet'in yaşamını ve mücadelesini belgeleyen "Yaşamak Güzel Şey" adlı fotoromanını getirdi.
İki kitabında da Türkiye'nin sosyal, siyasal ve kültürel yaşamının 70 yıllık kesimini son derece titiz bir araştırma ve arşiv çalışmasıyla belgelemiş olan Ali Cabbar Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğrenim görürken devrimci gençliğin direniş hareketinde yer almış, bu nedenle 1980 askeri darbesinden sonra askeri cezaevinde üç yıl süreyle tutuklu kalmıştı.
Yurt dışındaki sanat, kültür ve gazetecilik çalışmalarında zamanını büyük ölçüde Türkiye'nin siyasal tarihi üzerine araştırmalara hasreden Ali Cabbar, son eserine yazdığı sunuş yazısında şöyle diyor: "Yaşamak Güzel Şey'de 1900'lerden 1960'ların başına kadar Türkiye'yi ve dünyayı etkileyen önemli siyasi, toplumsal ve kültürel olaylar ışığında büyük şair Nâzım Hikmet'in yaşamını anlatıyorum. "Nâzım Hikmet, Türkiye'de yetişen tüm sol görüşlü aydınlar gibi devlet tarafından inanılmaz haksızlıklara uğratıldı.
Ömrünün 14 buçuk yılını ağır koşullar altında hapishanede, 12 yılını yurt dışında sürgünde geçirdi.
Milyonlarca insanın öldürüldüğü ve soykırımların yaşandığı iki dünya savaşına, Türkiye'de saltanatın yıkılışına, Rusya'da sosyalizmin kuruluşuna tanıklık etti.
Dünyanın yeniden şekillendiği, teknolojinin ve sanatın geliştiği ama zorbalığın son bulmadığı zor zamanlarda yaşadı. "Kitapta yalnız Nâzım'ı değil, şair, yazar ve sanatçı arkadaşlarını da takip edeceğiz.
Dünyaya geldikleri Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinden başlayarak, kendileriyle birlikte büyüyüp olgunlaşacak Cumhuriyet'in şekillenmesine katkı yapma ve daha demokratik bir ülke yaratma çabalarını okuyacağız.
Çürümüş bir imparatorluktan Cumhuriyet'e geçişin kısa tarihini günahları ve sevaplarıyla gözden geçireceğiz.
Resmi tarih tarafından yalan yanlış öğretilen veya es geçtiğimiz birçok ilginç bilgiyi, bugüne ışık tuttuğu düşüncesiyle hatırlatacağım. "Özellikle Nâzım'ın hayatına yakından değen Orhan Kemal, Kemal Tahir, Suat Derviş, Abidin Dino, Sabahattin Ali, Zekeriya ve Sabiha Sertel'den oldukça çok söz edeceğim.
Yüz kusur yıl önce doğmuş, yaşamış ve üretmiş olan bu insanların inanılmaz fedakarlıklarla dolu yaşamları saygıyı hak ediyor. "Nâzım hakkında değerli yazarlar tarafından onlarca kitap yazıldı.
Muhteşem şiirlerinin yanı sıra politik mücadelesi, renkli yaşamı, aşkları ve tutsaklığıyla herkesin ilgisini çekti.
Bugünün değerleriyle ifade etmek gerekirse, hayatı Netflix dizisi olsa onlarca sezon sürerdi. "Yaşamak Güzel Şey'i, iki baskı yapan ilk kitabım Aşk Olsun Çocuk gibi okurların çok beğendiği, türünün tek örneği 'fotoroman' olarak isimlendirdiğim formatta tasarladım. "Metinlerde kendi yorumlarımı genellikle parantez içine alarak belirttim. " Kitabın son sayfasında da Ali Cabbar, bir vurgulama daha yapıyor. "Yaşamak Güzel Şey’in iki yıl süren araştırma, not alma ve yayına hazırlama sürecinde Nâzım Hikmet ve Türkiye hakkında öğrendiğim ya da ilginç bulduğum bazı konulara değinmek istiyorum. "Türkiye Cumhuriyeti askerler tarafından kuruldu.
Kurucu kadronun neredeyse tamamı İttihatçı genç Osmanlı subaylarından oluşuyordu.
İhtilalci (darbeci de denebilir), gözüpek, çoğu vatansever ve kişisel çıkar peşinde koşmayan ama halkı küçümseyen, demokrasi, fikir özgürlüğü ve insan hakları gibi taraklarda bezi olmayan bir kafa yapısına sahiptiler.
Sivilleri hiç sevmediler; aydınları kendilerini destekledikleri müddetçe yücelttiler, karşı çıkanları doğduklarına pişman ettiler, süründürdüler. "1950’ye kadar tek partiyle yönetilen Türkiye, çok partili sisteme geçtikten sonra bile askeri darbelerle denetim altında tutuldu.
Halkın devlet kontrolü dışında örgütlenme ve aydınların fikirlerini yayma özgürlüğü engellendi.
Cumhuriyetin kurulması demokrasi, çok partili sistem özgürlük getirmedi. "Bu kitapta Nâzım Hikmet’in başından geçenleri, diğer aydınların yaşadığı eziyetlere paralel olarak anlatmaya çalıştım.
Yüz yıl önceki zulüm ve yasakların bugün neredeyse aynı şekilde sürdüğüne dikkat çektim. (Bunun nasıl mümkün olduğuna hayret ediyorum.
Belki de toplumların evriminde yüz yıl uzun bir süre değildir.) "Nâzım Hikmet’in Türkiye’de yetişmiş en büyük edebiyat insanı olduğunu biliyoruz.
Yurt dışındaki yıllarında nasıl ünlü bir 'dünya vatandaşı'na dönüştüğünü okudunuz.
Ömrü yetseydi, kuşkusuz dünyanın en büyük edebiyat insanları listesinin tepesine yükselecekti. "Yaşamak Güzel Şey, Deniz Gezmiş’in hayatını anlattığım Aşk Olsun Çocuk fotoromanıyla birlikte Türkiye’nin (ve biraz da dünyanın) 70 yıllık tarihini özetlemeye çalışan ve birbirinin devamı olarak okunan bir seri oluşturuyor.
Umarım okurların Nâzım Hikmet’i daha iyi tanımasına ve Türkiye’yi bir parça daha anlamasına faydası olmuştur." Gerçekten de, her iki eseri okurken, sadece Deniz Gezmiş'in ve Nâzım Hikmet'in yaşamlarını, mücadelelerini ve düşüncelerini değil, doğdukları tarihten yaşama veda ettikleri güne kadar Türkiye'de olduğu gibi tüm yeryüzünde yaşanan sosyal ve siyasal mücadeleleri, düşünce akımlarını, tarihe iz bırakmış şahsiyetleri ustaca gerçekleştirilmiş görsellerin de desteğiyle en ince ayrıntılarına kadar öğreniyorsunuz.
Başından geçen birçok tutuklama ve baskılara rağmen Nâzım Hikmet'in özgür, kitaplarının ise henüz yasaklanmamış olduğu 1936 yılında, İç Anadolu'nun ıssız tren ara istasyonlarından birinde demiryolcu çocuğu olarak doğmuştum.
Daha ilkokula başlamadan bana okuma yazmayı ve kerrat cetvelini öğretmiş olan babamın kitaplığında ilk okuduğum kitapların arasında, Sertel'lerin cep kitapları ve Çocuk Ansiklopedisi gibi Nâzım Hikmet'in eserleri de vardı... 835 Satır, Jokond ile Si-Ya-U, Benerci Kendini Niçin Öldürdü?, Taranta-Babu’ya Mektuplar, Şeyh Bedreddin Destanı...
Nâzım Hikmet 1938'de alçakça bir komployla tutuklanıp yıllarca zindanda yatırıldıktan sonra 1950 affı ile hapisten çıkmış, ancak yine askeriye canibinden gelen tehdit ve baskılar üzerine 1951'de sürgüne çıkmak zorunda kalmıştı...
Bunun için "vatan haini" ilan edildiğini, üstelik o zamana kadar, hapisteyken bile pek dokunulmayan kitaplarının, ünlü 1951 TKP tutuklamalarının yarattığı terör ortamının da etkisiyle, evlerde bile nasıl zulaya alındığını hep içim sızlayarak hatırlarım.
Nâzım Hikmet'in kitapları ancak 60'lı yıllarda, Türkiye İşçi Partisi'nin Türkiye genelinde örgütlenmeye başlamasından sonra tekrar kitapçı vitrinlerde ve özel kitaplıklarda görünmeye başlayacaktı.
Nâzım Hikmet'in 1938'de Ankara Merkez Cezaevi'nden eşi Piraye'ye yazdığı mektupları Ant Dergisi'nde "Bütün mesele Nâzım Hikmet'in İmhasıdır!" başlığıyla yayınladığımız 24 Ocak 1967, İnci ile birlikte yaşamımızın en mutlu günlerindendi...
Onu hemen ardından yayınladığımız, Kemal Sülker'in yazdığı "Nâzım Hikmet'in Polemikleri" ve Zekeriya Sertel'in yazdığı "Mavi Gözlü Dev" adlı kitapları izleyecekti.
Bittabi, İnci ile birlikte sürgün yaşamımızın en duygu dolu anlarından biri 1976 Ekim'inde Moskova'ya yaptığımız ziyarette siyasal sürgünümüz Nâzım Hikmet'in anıtkabrini ziyaretimiz, diğeri de hemen ardından 20 Ocak 1977'de Brüksel'de sosyalist sendikalar federasyonun merkezinde Nâzım Hikmet'i anma toplantısı düzenleyişimiz ve iki dilde "Nâzım Hikmet 75 yaşında" adlı bir kitap ile Peşte Radyosu kayıtlarından derlediğimiz "Kendi Sesinden Nâzım Hikmet" kasetini yayınlayışımız olacaktı.
Dahası.
Sovyetler Birliği'ni ziyaretimiz sırasında tanıştığımız Sovyet Yazarlar Birliği'nin Türkiye masası yöneticisi Vera Feonova, büyük bir kıvançla "Sovyet posta idaresinin Nazım Hikmet'i anmak üzere pul ve zarf çıkartması için uğraşıyoruz..." diye müjdelemişti.
Vera'nın müjdesi 1978 yılı sonunda gönderdiği Nazım Hikmet'li bir yılbaşı kartıyla gerçekleşecekti.
Bugün Türkiye'de Ali Cabbar'ın "Yaşamak Güzel Şey" adlı fotoromanın yayınlanışı, sadece Nâzım Hikmet'in yaşamının ve mücadelesinin değil, Türkiye ve dünya tarihinin tam 70 yıllık kesiminin de tüm ayrıntıların gün ışığına çıkartıyor.
İstanbul'da Boyut Yayınevi'nin yayınladığı büyük formattaki 288 sayfalık eseri Türkiye'de baskıya gitmeden önce Brüksel'de orijinalinden sayfa sayfa okumuş ve Ali Cabbar'ın önerisi üzerine arka kapağında yer alacak şu metni yazmıştım: "Nâzım Hikmet’e daha çocuk yaşımda, 'rejimin lanetlisi' olarak zindanlarda çile çektirildiği 40’lı yıllarda demiryolcu babamın kitaplığındaki şiirlerini okuyarak hayran olmuştum.
Ankara’daki ortaokul-lise yıllarımda onun özgürlüğe kavuşturulması için verilen mücadelenin heyecanını, 1950 yılında özgürlüğe kavuşmasının kıvancını, ertesi yıl ise onun sürgünü seçmek zorunda kalmasının ve ardından Türk vatandaşlığından çıkartılmasının acısını yaşamıştım. "Gençlik yıllarımızda başlayan ve 68 isyanı ile doruğa çıkan özgürlük ve sosyalizm mücadelemiz birçok değerli ozanımız gibi onun dizeleriyle de şiirsellik kazanmıştı… O dönemdedir ki Ant’ta Nâzım Hikmet üzerine çok sayıda yazı ve iki kitap yayımlamıştım. "Ali Cabbar, daha önce Aşk Olsun Çocuk kitabıyla benim de yakından tanık olduğum bir dönemi tartışma götürmez belgelerle ve kendi yarattığı görsellerle canlandırmıştı. "Yaşamak Güzel Şey sadece bizim dönemimizi değil, bizim kuşağın yaşamadığı 40’lar öncesini de titizlikle belgeleyerek sosyal mücadeleler tarihimizin tanınmasına büyük katkı sağlıyor.
Örneğin, Nâzım Hikmet’in tartışma konusu olan Kürt sorunu ve Ermeni soykırımı konularındaki tavrına da açıklık getiriyor." Bugün kitabı basılmış olarak yeniden okurken, Ali Cabbar'ı, kitabın editörü Fahire Kurt'u ve bu önemli yapıtı büyük okur kitlesine sunan Boyut Yayınevi'ni yürekten kutluyorum.