Haber Detayı
90’lı yıllara damga vuran en tuhaf otomobiller: Bu arabalar nasıl onay aldı?
90’lar sadece efsanevi spor arabaların değil, tasarımcıların sınırları zorladığı garip deneylerin de dönemiydi. Pratiklik uğruna estetiği unutan Fiat Multipla’dan, SUV ve coupe formunu karıştıran Suzuki’ye kadar hafızalara kazınan sıra dışı araçlara göz attık.
Geriye dönüp baktığımızda 1990'lar otomobil endüstrisi için gerçekten nev-i şahsına münhasır bir dönemdi.
SUV çılgınlığının filizlendiği, lüks pikapların hayatımıza girdiği bu yıllar, bir yandan performans tutkunlarını mest eden efsaneler doğururken diğer yandan tasarımcıların "acaba ne düşündüklerini" sorgulatan deneylere sahne oldu.
Nissan Skyline GT-R'ın bir ikona dönüştüğü, Dodge Viper'ın yolları titrettiği bu on yılda, her estetik harikasının yanında bir de görsel olarak pek de şanslı doğmamış araçlar boy gösteriyordu.
İşte 90’ların ruhunu yansıtan ama güzellik yarışmalarında sonuncu sırayı kimseye bırakmayan o talihsiz modeller.Fiat Multipla hakkında söylenecek çok şey var. 1998 yılında yollara çıktığında aslında döneminin çok ötesinde, dahi bir mühendislik ürünüydü.
Sadece iki sıraya altı kişi sığdırabiliyor, buna rağmen geniş bir bagaj hacmi sunuyordu.
Alçak bel çizgisi ve devasa camları sayesinde içerideki ferahlık hissi muazzamdı.
Hatta şaşırtıcı şekilde kullanması da oldukça keyifli bir araçtı.
Ancak o meşhur ön tasarım, pratiklik uğruna estetiğin nasıl kurban edilebileceğinin en canlı örneği haline geldi.
Fiat, sürücüye en iyi görüş açısını sağlamak için farları basamaklı bir düzende yerleştirmişti.
Sonuçta ortaya çıkan"boğumlu" ve kurbağayı andıran görüntü, Multipla’yı otomobil tarihinin en çok eleştirilen modellerinden biri yaptı. 2004’teki makyajlı kasa bu tuhaflığı giderse de araç bu kez de ruhsuz ve sıradan bir görünüme büründü.
Yani Multipla için orta yolu bulmak hiçbir zaman mümkün olmadı.1990 model Chrysler Imperial, Amerikan devlerinin o dönemdeki gerileyişinin adeta bir simgesi gibiydi.
Chrysler, bir zamanlar asalet timsali olan bu ismi diriltmeye çalışırken aslında geçmişin tozlu raflarına tutunmaya çabalıyordu. 1981’den kalma eski bir platform üzerine inşa edilen araç, doğduğu gün bile aslında teknolojik olarak gerideydi.
Krom kaplamaların aşırı kullanımı, modası geçmiş gizli far yapısı ve tel jantlar, Imperial'ı lüks bir araçtan ziyade rüküş bir denemeye çevirdi.
Aracın gereksiz yere uzatılmış gövdesi ise tasarımın en zayıf halkasıydı.
Önceki modellerin heybetli uzunluğuna özenilerek yapılan bu eklemeler, araca sadece görsel bir yük getiriyordu."Minivanların Cadillac'ı" olarak pazarlanan Oldsmobile Silhouette, 90'ların meşhur aerodinami takıntısının en uç örneklerinden biriydi.
Amerikan üreticiler o yıllarda rüzgar tünellerine o kadar güveniyordu ki, bir aile aracını bile sürtünme katsayısını düşürmek adına neredeyse bir uzay mekiğine çevirdiler.
Sivri ve eğimli burun yapısı devasa bir kutuyla birleşince ortaya pek de zarif olmayan bir görüntü çıktı.
Gelecekten gelmiş gibi yapmaya çalışan ama bunu tam başaramayan bu tarz tasarımlar, maalesef zamana karşı en çabuk yenilenler oluyor.
Silhouette bugün bakıldığında, 90'ların kurumsal Amerika'sının tuhaf bir hatırası olarak tozlu sayfalarda yer alıyor.Japonların "Kei car" kültüründeki sempatik modellerini sevsek de Suzuki X-90 ile bu iş biraz kontrolden çıktı.
Suzuki, dünyanın ilk "iki kişilik SUV coupe" modelini yarattığını iddia ederken aslında ortaya hiçbir kategoriye tam uymayan bir araç çıkardı.
İç mekanı döneminin spor otomobilleriyle yarışsa da X-90 bir kamyonet gibi sarsıntılı gidiyor, performansı ise hayal kırıklığı yaratıyordu.
Ne arazide işe yarıyordu ne de pistte.
Kısa aks mesafesi, gereksiz arka rüzgarlığı ve tuhaf tavan yapısıyla X-90, trafikte içinde ciddi görünmenin imkansız olduğu araçlardan biri haline geldi.Buick Riviera, uzun yıllar kişisel lüks segmentinin en önemli temsilcilerinden biriydi.
Ancak 1995 yılında piyasaya çıkan yeni nesliyle Buick, keskin hatları tamamen terk edip radikal bir dönüş yaptı.
Yeni Riviera uzun, inanılmaz derecede kavisli ve her köşesi yuvarlatılmış bir yapıya sahipti.
O dönem için cesur görünen bu akışkan tasarım, yıllar geçtikçe maalesef hantallaştı ve estetiğini kaybetti.
Eğimli ön ve arka kısımlar, farların ve ızgaranın sanki araya sıkışmış gibi görünmesine neden oluyordu.
Buick tasarımcıları gereksiz süslemelerden kaçınmış olsa da aracın temel formundaki o şişkinlik hissi, Riviera'nın zarafetine gölge düşürdü.