Haber Detayı

Menemen Olayı, İrtica ve Laiklik
Yazarlar cumhuriyet.com.tr
24/12/2025 04:00 (2 gün önce)

Menemen Olayı, İrtica ve Laiklik

“Bizi yanlış yol sevk eden habisler (kötülükler), bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir ” (M. Kemal Atatürk, 16 Mart 1923)

“Bizi yanlış yol sevk eden habisler (kötülükler), bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir.

Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir ” (M.

Kemal Atatürk, 16 Mart 1923) 95 yıl önce, 23 Aralık 1930’da, Menemen’de yedek subaylık yapan genç öğretmen asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay , Derviş Mehmet adlı Cumhuriyet düşmanı bir tarikat mensubu yobaz tarafından vahşice katledildi.

Aynı olayda Derviş Mehmet ve müritleri bekçi Hasan ve bekçi Şevki ’yi de şehit ettiler. 1930 yılında Nakşibendi tarikatı mensubu Derviş Mehmet ve müritlerinin Menemen’de genç öğretmen asteğmen Kubilay ile bekçi Hasan ve bekçi Şevki’yi vahşice katletmelerinden yaklaşık 5 yıl önce, 1925’te, Atatürk, tarikat mensupları, şeyhler, dervişler ve müritler konusunda halkı uyarıp uyandırmaya çalışmıştı; 30 Ağustos 1925’te Kastamonu’da şöyle demişti: “Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamıyla medeniyetin yaydığı ışık karşısında filan ve falan şeyhin yol göstericiliğiyle maddi ve manevi saadet arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni camiasında varlığını asla kabul etmiyorum.

Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.

En doğru ve en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır.

Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kâfidir.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.17, s. 294) Atatürk, tarikatlar ve tarikat mensupları konusunda sadece halkı uyarıp uyandırmakla kalmamış, tarikat bataklığını kurutmak için gerekli yasal adımların atılmasını da sağlamıştı.

TARİKATLAR KAPATILDI 30 Kasım 1925’te, 677 sayılı “Tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılasına ve türbedarlıklarla bir takım unvanların yasaklanmasına ilişkin kanun” çıkarılmıştı. “Alelumum tarikatlar... memnudur” (yasaktır) denilen bu kanunla tarikatlar da kapatılmıştı. 677 sayılı kanuna göre “cami ve mescit dışındaki”, tekke, zaviye ve türbeler kapatılmış; tarikatlar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık gibi san ve sıfatların kullanılması yasaklanmıştı.

Bu kanun 13 Aralık 1925’te yürürlüğe girmişti.

Aralık 1925’te tarikatların kapatılmasından; şeylik, dervişlik, müritlik… gibi san ve sıfatların yasaklanmasından 5 yıl sonra, 23 Aralık 1930’da Menemen olayı gerçekleşti.

Nakşibendi tarikatına mensup bir grup cumhuriyet düşmanı ham yobaz, Menemen’de asteğmen Kubilay’ı ve iki bekçiyi katlettiler. 1925’te tarikatlar kapatılmıştı, ancak 5 yılda tarikat bataklığını kurutmak mümkün olmamıştı.

Menemen’de Nakşibendi tarikatının faaliyetleri gizliden gizliye devam etmişti.

Şeyh Esat’ın, Manisa’da nakşibendiliği yaymak için görevlendirdiği Laz İbrahim Hoca bölgedeki tarikat yapılanmasının devam etmesini sağlamıştı.

Menemen olayı öncesinde Manisa’da tarikat toplantıları, zikir ayinleri yapılmıştı.

İsyancılar dini kullandı Giritli Derviş Mehmet ve beş müridi, esrarlı sigaralarla ve dumanlı kafalarla Menemen’de Çarşı Camisi’ne giriyorlar.

Başı sarıklı Derviş Mehmet “Ben mehdiyim!

Dinimizi korumak için buraya geldim!

Beni dinleyin!” diyerek cemaati etkilemeye çalışıyor.

Daha sonra mürteciler, tekbirlerle camiden çıkıyorlar.

Camiden aldıkları ve üzerinde Fetih Suresi’nin birinci ayetinin yazılı olduğu yeşil sancağı Menemen Meydanı’na dikerek halkı “şeriat sancağı” altında toplanmaya çağıyorlar.

Kalabalığın şaşkın bakışları arasında zikre başlıyorlar.

Derviş Mehmet, olay yerine gelen yüzbaşı Fahri Bey’e, “Ben mehdiyim!

Şeriatı ilan ediyorum!

İzmir-Bergama yolu silahlı adamlarım tarafından tutuldu!” diye meydan okuyor.

Olay yerine gelen asteğmen Kubilay , önce vuruluyor, sonra cami avlusunda Derviş Mehmet tarafından vahşice katlediliyor.

Kubilay’ın başını kesen Derviş Mehmet, elindeki başı, caminin önündeki büyükçe bir taşın üzerine koyarak “Gördünüz mü?

Kâfirlerin akıbeti işte budur!” diye bağırıyor.

Sonra kesik başı yeşil sancağa takıp meydana getirip oradaki bir elektrik direğine asıyor.

Derviş Mehmet “Kalkın ahali!

Müslümanlığı kurtaralım!” diye bağırıyor.

Oradaki kalabalık da Derviş Mehmet’i alkışlıyor.

Bu sırada bekçi Hasan ve bekçi Şevki de mürteciler tarafından öldürülüyor. “Teslim olun!” çağrısına Derviş Mehmet, “Ben mehdiyim!

Bana kurşun işlemez!” diye cevap veriyor.

Derviş Mehmet’in üzerinde şeyh Ahmet Muhtar’ın yazdığı bir muska var; ona güveniyor.

TARİKAT AĞACININ ZEHİRLİ MEYVESİ Menemen Olayı, başından beri laik Cumhuriyet karşıtı bir “irtica olayı” olarak görüldü.

Cumhurbaşkanı Atatürk , 28 Aralık 1930’da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’ya gönderdiği yazıda bu olayı “irtica teşebbüsü” diye adlandırıp şöyle demişti: “Kubilay Bey’in şehadetine mürtecilerin gösterdiği vahşeti, Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla onaylamaları, bütün Cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadisedir.” TBMM, 1 Ocak 1931’de Menemen Olayı’nı görüşmek için toplandı.

Başbakan İsmet (İnönü), Menemen olayının üç aylık bir hazırlığın sonucu olduğunu, bu olayla bir kere daha dinin kullanılmak istenildiğini belirtip “laikliğe” vurgu yaptı.

Konuşmalardan sonra Menemen, Balıkesir ve Manisa merkezde sıkıyönetim ilan edildi.

Menemen Türk Ocağı, “Bu irtica baskınını unutma!” diye başlayan bir bildiri yayımladı.

Pek çok ilde irtica karşıtı mitingler yapıldı. 31 Aralık 1930’da İstanbul Darülfünunu’nda “İrticayı Telin Mitingi” düzenlendi.

Orada hukuk mektebi müderrisi Muhiddin Adil Bey şunları söyledi: “Arkadaşlar aslında imha edilmek istenen Kubilay değildir, bu Kubilay timsalidir.

Caniler, şuurla hareket etmişler, yeniyi, hürriyeti, medeniyeti, gençliği ve Cumhuriyeti imha etmek istemişlerdir…” Gazeteler, Menemen olayını “Cumhuriyet karşıtı bir irtica olayı” olarak okurlarına aktardı.

Menemen iddianamesinde Menemen olayı “tarikat ağacının zehirli meyvesi” olarak adlandırıldı.

Menemen yargılamaları sırasında sanıkların ifadelerinden ve olayın gelişiminden, bu vahşetin temelinde medrese kültürünün ve tarikatçılığın yer aldığı görüldü.

Yargılamalar sırasında -kadın istismarından, esrarkeşliğe kadar- tarikat, cemaat bataklığı, olanca çirkefliğiyle gözler önüne serildi.

Menemen olayı; tarikatların, şeyhlerin, dervişlerin, müritlerin, mensupların dini nasıl tehlikeli bir silah olarak kullanabileceklerini bir kere daha gösterdi.

Menemen olayı, Atatürk’ün , 16 Mart 1923 tarihinde yaptığı şu uyarının ne kadar haklı olduğunu bir kere daha kanıtladı. “Bizi yanlış yol sevk eden habisler (kötülükler), bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir.

Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir.” (Hâkimiyeti-i Milliye, 21 Mart 1923) ATATÜRK’ÜN LAİKLİK VURGUSU Atatürk, tekke, zaviye, türbe ve tarikatların kapatılmasından 5 yıl sonra bile tarikat mensuplarının dini kullanarak ayaklanmasına, halkın dini duygularının kolayca sömürülmesine çok kızacak, buna karşı bir taraftan toplumsal aydınlanmayı sağlayacak “kültür devrimine” ağırlık verirken, diğer taraftan Cumhuriyet’in laik karakterini daha da belirginleştirecekti.

Atatürk, bu kapsamda öncelikle, 1929- 1930 yıllarında yazdığı; uluslaşmayı, özgürlükleri, siyasal sistemleri, demokrasiyi, kadın haklarını ve laikliği anlattığı ve Afet İnan imzasıyla yayımlanan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabının, 1931 yılında orta öğretimde ders kitabı olarak okutulmasını istedi.

Atatürk, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında milleti tanımlarken “Türk milleti, halk idaresi olan cumhuriyetle idare edilir...

Türk devleti laiktir.

Her reşit dinini seçmekte serbesttir…” diyerek laik bir millet (ulus) tanımı yapmıştı. “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında tarih bilimsel gerekçelerle “ümmet” fikrini kesin olarak reddeden Atatürk , laik ulus devletin “vicdan hürriyetine” taraftar olduğunu belirterek şöyle demişti: “Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir.

Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz.

Vicdan hürriyeti kesin ve saldırılamaz olup bireyin doğal haklarının en önemlilerinden sayılmalıdır… Türkiye Cumhuriyeti’nde her yetişkin dinini seçmekte özgür olduğu gibi belirli bir dinin merasimi de serbesttir; yani ayin hürriyeti dokunulmazdır.” Atatürk , şöyle devam etmişti: “Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder.

Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur… Devlet idaresindeki bütün kanunlar, kurallar, ilmin çağdaş uygarlığa sağladığı esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve uygulanır.

Din anlayışı vicdani olduğundan, Cumhuriyet din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür.” Atatürk, aynı kitapta Türkiye’de tarikatların yasak olduğunu da şöyle hatırlatmıştı: “Bir de Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde bilumum tekkeler ve zaviyeler ve türbeler, kanunla set edilmiştir (kapatılmıştır).

Tarikatlar lağvolunmuştur (kaldırılmıştır).

Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vs. memnudur (yasaktır).

Çünkü bunlar irtica kaynağı ve cehalet damgalarıdır.

Türk milleti böyle müesseslere ve onların mensuplarına tahammül edemezdi ve etmedi.” Atatürk, Menemen olayından sonra, 1931 CHP Programı’na, diğer beş ilkesiyle birlikte “laiklik” ilkesini de koydu.

CHP’nin 1931 Programı’nda laiklik şöyle tanımlanmıştı: “Fırka (Parti), devlet idaresinde bütün kanunların, nizamların ve usullerin, ilim ve fenlerin muasır medeniyete (çağdaş uygarlığa) temin ettiği (sağladığı) esas ve şekillere ve dünya ihtiyaçlarına göre yapılmasını ve tatbik edilmesini (uygulanmasını) prensip kabul etmiştir.

Din telâkkisi (düşüncesi) vicdanî olduğundan, Fırka, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin muasır (çağdaş) terakkisinde (ilerlemesinde) başlıca muvaffakiyet (başarı) amili (etkeni) görür.” (CHP Nizamnamesi ve Programı 1931, s.31) CHP’nin 1931 Programındaki bu laiklik tanımı biraz daha Türkçeleştirilerek CHP’nin 1935 Programı’nda da aynen yer alacaktı.

Atatürk’ün yaptığı bu laiklik tanımı 1930’da “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında da yer almıştı. 1932’de halkevlerinin açılması, 1932’de din dilinin Türkçeleştirilmesi, 1933’te üniversite reformunun yapılması, 1934’te kılık kıyafet devriminin tamamlanması ve 1937’de laikliğin anayasaya girmesi, toplumsal aydınlanmayı sağlamaya ve Cumhuriyet’in laik karakterini güçlendirmeye yönelik diğer adımlardı. *** Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, Atatürk ve dava arkadaşları; dinin kullanılmasının, irticanın sırtının okşanmasının, tarikat bataklığının ve bunlara ek olarak cehaletin ve bilgisizliğin nelere mal olabileceğini gördükleri için dinin kullanılmasına karşı çıktılar, irticayla mücadele ettiler, tarikat bataklığını kurutmaya çalıştılar ve cehalete savaş açtılar.

Dindarlara değil, -Atatürk’ün deyişiyle- “din oyunu aktörlerine” (dincilere) karşı çıktılar.

Ne kadar haklı oldukları bugün çok daha iyi anlaşılıyor.

İlgili Sitenin Haberleri