Haber Detayı
Uluslararası zincirler Türkiye’ye inanıyorlar
TURİZMDE Türkiye’nin çok daha iddialı olması gerektiğini düşünüyorum.
Rakamlar da bunu söylüyor.
Pandemi öncesi seviyelere dönmüş bir sektör var karşımızda.
Ama asıl mesele sadece toparlanmak değil; bu ivmeyi kalıcı hale getirmek.Wyndham Hotels & Resorts Türkiye Ülke Direktörü Arcan Bayraktaroğlu ile bir araya geldik.Bayraktaroğlu dedi ki.“Türkiye’ye ciddi şekilde odaklanmış durumdayız.”Türkiye’de 125’i aşan otel sayısına ulaşmışlar.Üstelik sadece İstanbul, Antalya hattında değil.
Tekirdağ’dan Van’a, Diyarbakır’dan Mardin’e, Karadeniz’den İç Anadolu’ya uzanan geniş bir alandalar.Bu tablo bile uluslararası yatırımcının Türkiye’ye bakışını anlatıyor.En kritik cümlelerinden biri şuydu.“Uluslararası bir şirket olarak Türkiye’deki otel yatırımlarının seyrini olumlu görüyoruz ve bu yatırımlara destek oluyoruz.”Altını çizmek lazım.
Küresel markalar temkinlidir.
Risk gördüğü yere uzun vadeli imza atmaz. 2026 için imza aşamasındaki yaklaşık 25 otel daha var.Turizmin sadece yaz sezonuna sıkışmadığını da özellikle vurguluyor Bayraktaroğlu. 2025 yazında bir miktar duraklama olsa da eylülden itibaren ciddi bir yükseliş yaşandığını söylüyor.
Yani Türkiye artık sadece deniz, güneş değil, iş ve şehir turizminde de güçlü bir hat kuruyor.2026 için de “temkinli iyimserlik” sözünü kullanıyor.Oda sayıları artıyor, doluluklar yükseliyor ama fiyat dengesine özellikle dikkat çekiyor.
Kontrolsüz fiyat artışlarının sektörün en büyük sorunlarından biri olduğunu söylüyor.“Yüksek fiyatlarla değil, dengeli bir politikayla ilerlemeliyiz”; hep tanıdık bir cümle gibi geliyor ama sektörün geleceği tam da burada düğümleniyor.Ege Bölgesi ayrı bir parantez.
Manisa’dan Kuşadası’na, Dikili’ye uzanan hatta önemli bir ağırlıkları var.2026’da açılması planlanan Dikili’deki otelleri, bölgenin ilk yabancı markalı oteli olacak.Bu da şunu gösteriyor.Uluslararası zincirler artık sadece büyük merkezlere değil, doğru potansiyel gördükleri destinasyonlara yatırım yapıyor.TÜRK DİZİLERİNDEN ETKİLENİP GELİYORLARBir başka önemli başlık da markalaşma ve tanıtım.
Türk dizilerinin dünyadaki etkisinden Kapadokya’daki mağara otele, Latin Amerika’dan gelen turist akınına kadar uzanan örnekler, turizmin nasıl çok katmanlı bir yapı haline geldiğini anlatıyor.
Arcan Bayraktaroğlu bir örnek veriyor.“Kapadokya bölgesine yaptığımız ziyaretlerde yüzlerce otobüs Latin Amerikalı turistin tatil için bölgeyi tercih ettiğini gördük.
Brezilya’da çekilen bir dizinin Kapadokya’dan sahnelerinin bulunması, ülke insanının Kapadokya bölgesini merak etmesini sağladı.
İnsanlar bölgenin cazibesini keşfetti, inanılmaz bir akın var.
Türk dizileri artık dünyaya satıldığı için inanılmaz bir reklam oluyor.
Diziler sadece bizim değil farklı sektörlere de olumlu yansıdı.
Bizim sektör her güzellikten besleniyor.”Türk turizmi iyi gidiyor.
Uluslararası yatırımcı Türkiye’den vazgeçmiyor, aksine daha derin bağlar kuruyor.İNSANLIĞIN HİKÂYESİ DEVAM EDİYOR20 Aralık Cumartesi günü Michaela Benthaus tarihte uzaya çıkan ilk paraplejik kişi oldu.Benthaus bir influencer değil, bir vitrin yüzü hiç değil.
European Space Agency’de çalışan bir uzay mühendisi. 2018’de geçirdiği bir dağ bisikleti kazasıyla hayatı aniden duruyor.
Belden aşağısı felç.
Birçok insan için bu, hayallerin rafa kalktığı an olurdu.
Onun için olmamış.Tamamen otomatikleştirilmiş uçuş yaklaşık on dakika sürdü.
Batı Teksas’tan fırlatıldıktan sonra kapsül, yolcularına birkaç anlık ağırlıksızlık deneyimi yaşatarak yörünge altı uzaya ulaştı, ardından paraşütle inerek çöle iniş yaptı.
Şimdiye kadar, engelli birçok astronot veya uzay turisti uzaya seyahat etmişti, ancak hiçbiri paraplejik veya tekerlekli sandalyeye bağlı değildi.
Bu nedenle NS-37 görevi hem insan yetenekleri hem de teknoloji açısından bir dünya ilki olma özelliğini taşıyor.Yani mesaj şu.
Uzay, sadece “kusursuz bedenlerin” alanı olmak zorunda değil.
Sınırlar, çoğu zaman bedenlerde değil, zihniyetlerdedir.İnsanlığın hikâyesi devam ediyor.Michaela BenthausKENDİMLE KONUŞMALAREMPATİ YOKSA GERİYE GÜRÜLTÜ KALIYORSiyasette en hızlı kaybolan şey, galiba empati.Oysa en çok da orada gerekli.Bugün herkes konuşuyor, kimse duymuyor.Cümleler hazır, tepkiler ezber, öfke ise fazlasıyla özgüvenli.Karşıt görüş, artık bir fikir değil; aşılması gereken bir engel gibi görülüyor.Oysa empati, hak vermek değildir.Katılmak hiç değildir.Empati, “Sen bunu neden böyle hissediyorsun?” sorusunu sorabilme cesaretidir.Siyaset uzun zamandır ikna etmeye çalışıyor ama anlamayı ihmal ediyor.Empati zayıflık sanılıyor.Halbuki bağırmadan dinleyebilmek büyük bir güçtür.Sesini yükseltmeden var olabilmek olgunluktur.Belki de bu yüzden dil sert, toplum yorgun.Herkes anlatıyor ama kimse anlaşıldığını hissetmiyor.Siyaset, sadece kazanma oyunu değil.Birlikte yaşama denemesi.Ve o denemede empati yoksa, geriye sadece gürültü kalıyor.