Haber Detayı
Yeni yüzyılın pusulası Türk devrim mirası
Kürsüde hocalar, koltuklarda öğrenciler vardı... Ancak bu kez akademik bir faaliyetten çok daha fazlasıydı… Konuşmacılar Türk Devrimi’nin tecrübelerini aktardı, bugünkü görevlerimizi anlattı. Türk Devrimi Sempozyumu, devrim yapma ihtiyacını bir kez daha bilinçlere çıkardı.
İstanbul Beşiktaş Mustafa Kemal Kültür Merkezi, dün tarihi bir buluşmaya ev sahipliği yaptı.
Türkiye Gençlik Birliği (TGB), İstanbul, Marmara ve Boğaziçi üniversitelerinin Atatürkçü Düşünce Kulüpleri, Bilim ve Ütopya ile Teori dergilerinin birlikte düzenlediği “Cumhuriyet’in Yeni Yüzyılında Türk Devrimi Sempozyumu”, Türkiye’nin önde gelen bilim insanlarını bir araya getirdi.
Vatan Partisi Genel Başkanı Dr.
Doğu Perinçek, Prof.
Dr.
İlber Ortaylı, Prof.
Dr.
Sabahattin Özel, Prof.
Dr.
Korkut Boratav, Prof.
Dr.
Süleyman Beyoğlu, Prof.
Dr.
Atakan Hatipoğlu ve Doç.
Dr.
Hilal Ortaç’ın konuşmacı olduğu sempozyumda, salon üniversite öğrencilerinin yoğun ilgisiyle doldu taştı.
Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı ile başlayan sempozyumun açış konuşmasını, Türkiye Gençlik Birliği Genel Başkanı Kayahan Çetin yaptı. ‘TARİH TEŞKİLATLA YAPILIR’ “Türk Devrimi’nin tarihsel pratiğini incelemek ve tahlil etmek, Atatürk’ü ve Kemalist Devrim’i anlamanın en iyi yoludur.
Bugün burada bunu yapmak üzere toplandık.
Ama sadece bir entelektüel, akademik faaliyet olarak değil, aynı zamanda Türk Devrimi’nin yapıcıları, öncüleri olmak için toplandık.” diyen Çetin, özetle şunları vurguladı: “Bilmek, yapmak içindir.
Toplumların tarihsel serüvenini ve toplumsal mücadeleyi anlamak sadece bir düşün faaliyetinin konusu değildir, Atatürk’ün nezdinde bilim öncünün mücadelesinin yol göstericisidir.
Yeni Osmanlılardan İttihat Terakki’ye ve onlardan Müdafaa-i Hukuk’a kadar, Türk Devrimi’nin önderlerinin bize en büyük mirası, bilmenin sadece kuru kuru bilmek olmadığını ve teşkilatlı bir şekilde tarih yapmak, devrim yapmak için bilgiyi rehber edinmeyi öğretmeleridir. “Biz bu salondaki üniversite öğrencileri olarak önümüze şu görevi koymalıyız: Kemalist Devrim’in teorisyeni, büyük aydınımız Yusuf Akçura gibi birikimli, donanımlı olmayı da Sakarya Savaşı’nda milleti savaşın kazanılabileceğine ikna etmek için kendini ateş hattına süren Harbiyeli subaylar gibi fedai olmayı da önümüze görev olarak koyuyoruz. “Kemalist Devrim’in Türkiye’nin ABD emperyalizminin denetimi altına sokulmasıyla yarım bırakılmış ve karşı devrimle karşılaşmış görevlerini gençlik olarak, üreticiler olarak, emekçiler olarak tamamlamak hedefiyle ve herkesin iş ve ekmek sahibi olduğu, Üretim Devrimi’ni başarmış Tam Bağımsız Türkiye’de yaşayacağımız günlere inançla sempozyumumuza başarılar diliyorum.” ‘KEMALİST DEVRİM TAMAMLANACAK!’ Açış konuşmasının ardından kürsüye ilk gelen isim Prof.
Dr.
Atakan Hatipoğlu oldu. “Kemalist Devrim'in Toplumsal Karakteri ve Geri Dönüş” başlıklı sunumunu yapan Hatipoğlu, şöyle konuştu: “Toplumsal değişimler lineer ilerlemez.
Devrimler varsa karşıdevrimler de vardır.
Türkiye, 12 Eylül’de Kemalist Devrim’in kazanımlarının bir bölümünü yitirmiştir.
Ancak dün Sivas Kongresi 33 kişiyle toplanmıştı, biz bugün burada bin kişinin üzerinde toplanıyoruz.
Aradığımız bir mucize ya da bir kişi değil, bir programdır. “Türkiye’nin yenileşme hareketlerine baktığınızda, hep emperyalizme karşı Türk Milleti’nin bağımsız ve egemen yaşama ihtiyacını, milletleşme ihtiyacını nasıl karşılayacağız sorusu sorulmuştur.
Bu nesnel ihtiyaç bizim de karşımızda duran bir problemdir.
Bağımsız yaşamak istiyorsak, egemen yaşamak istiyorsak, ihtiyacımız olan hareket tarzı, bizden öncekilerin açtığı yolu çok daha tutarlı takip etmekten geçiyor.
Yani devrim sürecini tamamına erdirmekten geçiyor.
Her şey zaman içinde olgunlaşır.
Atatürk, Yeni Osmanlılardan çok daha olgun bir iş yapmıştı.
Biz, Atatürk’ten çok daha olgun bir iş yapmak zorundayız. “Atatürk’ten sonra Türk Devrimi, bütün muhafazakarlaşma, kireçlenme eğilimlerine rağmen kendisini 1950’li, 60’lı, 70’li yıllarda belli ölçülerde korumuştu. 12 Eylül Darbesi’nden sonra ise Türkiye’nin iktisadi açıdan üretimden kopmaya başladığını görüyoruz. 1994 bir kırılma. 1994 yılından itibaren Türkiye’nin milli burjuvazisi bile, toplam gelirlerinin yüzde 50’den fazlasını ranttan elde ediyordu.
Yani borçlanmaktan, devlete borç vermekten, devlet tahvili almaktan, dolar-borsa spekülasyonlarından kazanıyorlardı.
Sermaye sınıfının üretimden kopması ne anlama gelir?
Büyük bir ahlaki çöküş anlamına gelir.
Üretimden kopan bir ülke, duyguların üretiminden de kopar.
Arkadaşlık, dayanışma, aşk... hepsinden kopar.
Çocuklar mafya olmaya özenir, çetelere girer.
Uyuşturucyla, fuhuşla şöhret olmanın cazibesine kapılmaya başlar.
Bu işin şakası yoktur. “Atatürk 10.
Yıl Nutku’nda ‘Türk Milleti zekidir, Türk Milleti çalıkandır!’ dediğinde siyaset bilimi anlamında bir kaynak dağıtımı yapıyordu.
Siyaset; ekonomik kaynakları, insan kaynklarını, değerleri dağıtır.
Ülkenin lideri, ‘Türk Milleti zekidir!’ diyorsa bu bir modelleme yapmak anlamına gelir.
Yani zeki olanlarınız, çalışkan olanlarınız öne çıksın, onlarla gurur duyacağız anlamına gelir.
Siz bunun yerine ‘Benim memurum işini biliri koyarsanız!’ çöküş başlar.
Dolayısıyla siyaset kaynak dağıtır derken, Türk toplumunun bugün içinde bulunduğu ahlaki çöküşü, üretimden kopmuş olmakla da ilişkilendirmiş oluyoruz. “Üretimi savunmak sadece 12 Eylül’den sonra uğradığımız bu karşı devrime bir yanıt vermek değil, aynı zamanda onun sosyal programını, kültürel programını ahlaki programını da beraberinde sunmak demektir.
Üretimin arkasından ne gelecek?
Üreten insanla birlikte gerçek ve samimi sosyal ilişkiler, komşuluk, dayanışma, arkadaşlık, mertlik, dürüstlük yani özlediğimiz toplum gelecek.
O yüzden üretim sadece üretim değildir.
O yüzden Türk Devrimi’ni savunmak sadece Atatürk’ü sevmek, saymakla ilgili değildir.
Türk Devrimi’ni savunmak; biz nasıl bir ülkede yaşayacağız, nasıl çocuklar büyüteceğiz, nasıl bir geleceğimiz olacak sorusuna verdiğimiz somut cevaptır.
Bugün burada toplanmamız da bu sorulara verdiğimiz somut cevaptır.
Kemalist Devrim tamamlanacak.
Ahlaki çürümeye bizler dur diyeceğiz.
Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkacağız!” KURTULUŞ SAVAŞI’NIN STRATEJİSİ İkinci konuşma sırası Prof.
Dr.
Sabahattin Özel’deydi.
Özel, “Nutuk'ta İki Çizgi Mücadeleleri ve Kurtuluş Savaşının Stratejisi” başlıklı konuşmasında şunları kaydetti: “Nutuk’ta ne söylenmişse belgeleriyle gösterilmiştir.
Nutuk bir ilkeler manzumesidir.
Tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik; diyebiliriz ki bunlar Türk Devrimi’nin ilk ilkeleridir.
Atatürk, Nutuk’un başlangıç bölümünde ‘Tek bir karar vardır!’ diyerek kurtuluşun topyekûn olabileceğini yansıtan, milli egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmanın kaçınılmaz olduğunu vurgulamıştır. “Tam bağımsız derken kastettiği kapitülasyonsuz bir Türkiye’dir.
Kapitülasyonların iyi bir şey olmadığını az çok öğrenmişizdir ama ne kadar kötü olduğu konusunda eksik fikrimiz olabilir.
Mesela bir yabancı, bir Amerikalı Osmanlı toprağında suç işlerse, onun yargılaması konsoloslukta yapılırdı.
Yani Osmanlı Devleti’nin yabancılar üzerinde yargı yetkisi yoktu.
Hele ihtilaf ticari ise, diyelim ki konsolosluk mahkemesi adil davranıp Osmanlı tüccarını haklı dahi bulsa, Amerikalı muhatabın Amerikan mahkemelerinde itiraz hakkı olduğu için, alacaklı da Amerikalara kadar gidip bu işi takip edemeyeceğinden, alacağından vazgeçerdi.
Türkiye’nin gümrük vergilerini değiştirme, ticaret yapan yabancılara vergi koyma hakkı yoktu.
Osmanlı Devleti dilediği yerde demiryolu yapamazdı.
Yeni bir savaş gemisi almaya kalksa, o kadar paranız varsa şu savaş tazminatı borcunuzu ödeyin serzenişlerine muhatap olurdu.
Yabancı postaneler yoluyla silah kaçakçılığı yapıldığı halde, devletin bunları denetleme yetkisi yoktu.
Bunlar devletin de toplumun da prangalarıydı.
Bu prangalarla tam bağımsız ve insanca yaşamak olanaklı değildi. “Milli egemenlik ise meşruiyetin, yasallığın ana kaynağıydı.
Milli egemenliği sağlamadan tam bağımsızlığa erişmek olanaklı değildir.
Bu iki ilke milliyetçilik ilkesini de anlatır.
Atatürk, milli siyaseti Nutuk’ta şöyle tanımlamıştır: Ulusal sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı korumak, ülkenin ve ulusun mutluluğu ve refahı için çalışmak, milleti boş hayaller, boş emeller peşinde oyalamamak, zarara uğratmamak, uygar dünyadan uygarca insani bir davranış beklemek… “Yine Türk Devrimi’nin ilk ilkelerinden birisi de halkçılıktır.
Atatürk, Meclis’te sunduğu öneri ve programlarda daima halkçılık deyimini kullanmış ve 1920 Eylül’ünde Meclis’e sunduğu Halkçılık Programı, yeni Türkiye’nin ilk anayasası olarak kabul edilen 20 Ocak 1921 tarihli anayasa da Halkçılık Programı’ndan çıkmıştır.
Atatürk, Meclis’in açılmasıyla kurulan hükûmeti de Halk Hükûmeti olarak adlandırmıştır.
Halkçılık bize Narodnizm adı altında Çarlık Rusyası’ndan Türkiye’ye göç eden Türk bilim insanları tarafından getirilmiştir.
Halkçılık demek halka dayanmak, halka danışmak ve halkla beraber yürümektir. “Türk düşün hayatında cumhuriyetçilik diye bir fikir akımı ise olmamıştır.
O nedenle Atatürk bile ancak güvendiği arkadaşlarına cumhuriyet fikrini bir sır olarak vermiştir.
Zaten yakın arkadaşlarıyla ihtilafa düşmesi de bundandır.” TÜRKİYE’DE DEVLETÇİLİK Prof.
Dr.
Korkut Boratav da sempozyuma bir video göndererek “Türkiye'de Devletçilik” başlıklı sunumunu yaptı.
Boratav, şu ifadeleri kullandı: “Devletçilik kavramı, Türkiye'ye 1929 Buhranı sonrasında girmiştir.
Büyük Buhran, Türkiye’yi büyük bir açmazla karşılaştırdı.
Devrimlerin sağlam bir ekonomik tabana basmasını tehlikeye sürükledi.
Bu tehlikeyi, ilk beş yıllık sanayi planının giriş bölümünde açıklıyorlar.
Bu metin büyük ve olağan dışı bir teşhistir. 50 yıl sonrasının olasılığını şimdiden önlenmemiz lazım demişler. “Kemalist kadrolar, biraz el yordamıyla şunu anladılar; Türkiye kendi ayakları üzerinde durmak zorundadır.
Bunun için iki araç keşfettiler.
Birincisi korumacılık.
Yani Batı’dan gelen sanayi ürünlerinin Türkiye'deki sanayiyi yok etmemesi için korumacılık.
Gümrük tarifleriyle veyahut ilave önlemlerle, kotalarla ithalatı sınırlamak.
Böylece genç sanayi oluşabilsin, gelişebilsin.
Ama bu adım yürümedi.
Dolayısıyla ikinci adım atıldı: Devletçilik.
Yani sanayiyi devlet eliyle kurmak.
Limanların millileştirilmesi, altyapı yatırımları, demiryollarının doğuya taşınması… Yani yatırımcılığı öğrenen bir devlet.
İşte Sümerbank ve Etibank gibi kurumlarla devletçilik, bu olağanüstü sentezin mekanizması oldu.
Planlamayla birleşti. “Türkiye’nin birinci sanayi planı, Batı’daki ilk uygulamadır.
Yani Japonya'yı saymazsak, Batı toplumları içinde Birinci Cihan Savaşı'ndaki planlamaya benzeyen yöntemler Osmanlı'da da keşfedilmeye başlanmıştı.
Fakat bunun gerçek bir planlamaya dönüşmesi, devletçiliğin katılımı ile mümkün olmuştur.” NOT: Prof.
Dr.
İlber Ortaylı, Prof.
Dr.
Süleyman Beyoğlu ve Doç.
Dr.
Hilal Ortaç’ın konuşmaları yarın Aydınlık’ta.