Haber Detayı
35 milyon kişinin yoksullaşması an meselesi
108 hanenin 97’si, birden fazla temel ihtiyaca aynı anda erişemiyor. Evsiz kalma korkusu artıyor. Derin Yoksulluk Ağı Kurucusu Hacer Foggo'ya göre, asgari ücretliler ve düşük emekli aylığıyla yaşayanlar yoksulluğun pençesinde.
ŞEHRİBAN KIRAÇ / NEFESSosyal yardımla yaşam mücadelesi veren milyonlarca kişiye her gün yenileri ekleniyor.
Vatandaş temel gıda ihtiyaçlarını ve kira masrafını karşılayamıyor.
Derin Yoksulluk Ağı Kurucusu Hacer Foggo'ya göre, bir yıl içinde ekonomik nedenlerle iki-üç kez ev değiştirmek zorunda kalan haneler var.
Öğün atlamak neredeyse sıradanlaştı.
Hastalıklar erteleniyor, tedaviler yarım kalıyor.
Hacer Foggo ile Türkiye'deki yoksulluğu konuştuk.* Son verilere göre, açlık sınırı 30 bin lira, yoksulluk sınırı da 97 bin liraya çıktı.
Milyonlarca işçi ve emekli açlık sınırının altında ücretle geçinmek zorunda.
Siz bu rakamları nasıl okuyorsunuz?Bu rakamlar yoksulluğun, açlığın sınırlarını, sadece yüksek enflasyon, alım gücü kaybı ya da yalnızca gelir yetersizliğini değil, milyonlarca insanın sağlık, eğitim, beslenme ve gelecekle ilgili kararlarını artık gerçekçi bir biçimde alamadığı bir eşikte yaşadığını gösteriyor.
Açlık sınırının altında ücretle yaşamak demek sadece temel ihtiyaçlara hayatın kilitlenmesi demek, emekli ve işçilerin bu gelir düzeyinde yaşaması, aynı zamanda yoksulluğun “geçici” değil, kalıcı bir yoksulluğa dönüşme riskinin arttığı anlamına geliyor.Dolayısıyla yoksulluk ve açlık sınırı, yalnızca gelir düzeyini değil, bu sınırların altında yaşayan ailelerin çocuklarını okula gönderip gönderemediklerini, ilaçlarını alıp alamadıklarını, sağlıklı beslenip beslenemediklerini ve geleceğe dair umut kurup kuramadıklarını da gösteren bir alarmdır.108 HANENİN 97’Sİ TEMEL İHTİYACA ERİŞEMİYOR* Siz yaklaşık 108 aileyle saha araştırması yaptınız, o araştırmada öne çıkan bulgular neler oldu?Sahada yaptığımız görüşmeler derin yoksulluğun yapısal ve süreklilik gösteren bir eşitsizlik hali olduğunu açık biçimde ortaya koydu.
Görüştüğümüz 108 hanenin 97’si gıda güvencesizliği yaşıyor. 91 hane çocuklarına her gün okul beslenmesi koymakta zorlandığını, 16 hane ise haftanın tamamında beslenme koyamadıkları günler olduğunu söyledi.93 hanede çocukların okul masrafları karşılanamıyor, servis, kırtasiye ve kıyafet giderleri nedeniyle son iki yılda 22 çocuk örgün eğitimi bırakmış durumda.
Okuldan kopan çocukların 15 yaş üstü olanları günlük ve güvencesiz işlerde çalışmaya başlamış.
Ayrıca çok sayıda çocuk, okula gitmediği günlerde evde kardeş bakımını üstleniyor, bu da çocuk işçiliğinin görünmez biçimlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.Ziyaret ettiğimiz 108 hanenin 84’ü evsizlik korkusu yaşıyor, 51 hane kirasını ödeyemediği için son iki yılda birden fazla kez ev değiştirmek zorunda kalmış, 71 hane ise elektrik, su ya da doğal gaz kesintisi yaşamış.
Bu kesintiler yalnızca maddi bir sorun değil; karanlıkta kalan, ısınamayan, sıcak yemek yapamayan çocukların yaşadığı derin bir güvencesizlik ve travma anlamına geliyor.
Bu hanelerin ve otellerde ya da otogarlarda kalanların görünür hale gelmesi, ülkede gizli evsizlik sorununun ne kadar yakıcı olduğunu ortaya koyuyor.Sağlığa erişimde de tablo benzer. 93 hane ilaç ve sağlık giderlerini karşılamakta zorlanıyor, 66 hane ilaç almak için borçlanıyor, 27 hane ise reçeteli ilacı eczaneden kimliğini bırakarak almak zorunda kalıyor.
En çarpıcı bulgu ise şu: 108 hanenin 97’si, birden fazla temel ihtiyaca aynı anda erişemiyor.
Dolayısıyla sahadaki tanıklıklarımız bu tablo sadece sosyal yardımlarla geçiştirilemeyecek kadar ağır ve bu nedenle hak temelli, bütüncül ve acil sosyal politikalara ihtiyaç vardır.* Derin Yoksulluk Ağı (DYA) olarak sürekli sahadasınız.
Sahada nasıl yoksulluk manzaraları ve hikayeleri var?Derin Yoksulluk Ağı olarak sahada en sık karşılaştığımız şey barınma ve gıdaya kitlenmiş ailelerin sayısı her geçen gün artıyor, eğitim ve sağlık ise daha alt sıralara itiliyor.
Çok sayıda çocuk okula devamsızlık yapıyor, bunun birinci nedeni ekonomik güçlükler, ikinci nedeni ise yoksulluğun tetiklediği akran zorbalığı ve dışlanma.Faturalar çoğu zaman ödenemiyor, bu yüzden aileler elektrik, su ve doğal gaz kesintileri yaşıyor.
Bir yıl içinde ekonomik nedenlerle iki-üç kez ev değiştirmek zorunda kalan haneler var.
Öğün atlamak neredeyse sıradanlaştı, aileler ise her gün sabah çocuğun beslenme çantasına ne koyacakları kaygısı yaşıyorlar.Çocuklar yoksulluğun en ağır yükünü taşıyor.
Okula aç giden, beslenme koyamadığı için okula gitmek istemeyen, arkadaşlarının yanında utandığı için içine kapanan çocuklar çok yaygın.
Bazı çocuklar okula devam edebilmek için kardeş bakımı, ev işi ve yakacak toplama gibi sorumluluklar üstleniyor, bazıları ise okuldan tamamen koparak günlük işlerde çalışmaya başlıyor.Kadınların yaşadığı yoksulluk çoğu zaman ekonomik şiddet biçimini alıyor.
Günlük işlerde, tekstil atölyelerinde güvencesiz çalışan, çamaşır makinesi olmadığı için elleri yara olan, çocukları yerde yatan, “bayram gelsin, kış gelsin istemiyorum” diyen anneler, yoksulluğun yalnızca maddi değil ruhsal bir çöküş yarattığını gösteriyor.
Sağlığa erişim sahada en çarpıcı kırılma alanlarından biri.Hastalıklar erteleniyor, tedaviler yarım kalıyor, bu da yoksulluğu daha da derinleştiriyor.
Bu nedenle derin yoksulluk, aynı anda yaşanan çoklu hak ihlalleri.
Bu tabloyu ağırlaştıran örneklerden biri, Evde Bakım Yardımı uygulamasında yaşanan mağduriyetlerdir. 26 Mayıs 2023’te yürürlüğe giren yönetmelikle gelir kriterinin kapsamı genişletildi ve geriye dönük borçlandırma uygulamaları devreye girdi.Sonuç olarak, araç ve konut rayiç bedelleri, burslar ve çeşitli sosyal destekler gelir hesabına dahil edilip gidere bakılmadığında, asgari geçim koşullarında yaşayan ve ağır engelli bireyin bakımını fiilen üstlenen birçok aile destekten çıkarılmaya ya da geçmiş ödemeleri yasal faiziyle geri ödemeye zorlanmaya başladı.Bu durum, haneler üzerinde hem maddi hem de psikososyal açıdan giderek artan, yakıcı bir baskı yaratmaktadır.
Bu nedenle mevcut gelir kriteri gerçek yaşam maliyetleriyle uyumlu hale getirilmeli, en azından TÜİK’in açıkladığı 4 kişilik hane yoksulluk sınırı esas alınmalıdır.
Aksi halde çok sayıda aile ağır mağduriyetler yaşayacak; yakın gelecekte son derece trajik sonuçlarla karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır7 MİLYON ÇOCUK YOKSUL* Yoksullukta çocukların yaşadıkları sorunlar neler ?Türkiye, OECD ülkeleri arasında çocuk yoksulluğunda ikinci sırada yer alıyor.
Bu gerçekliği ne kadar görünmez kılmaya çalışsak da tablo değişmiyor.
Aksine, bu inkar hali çocuk yoksulluğunu daha da derinleştiriyor.
Yalnızca TÜİK verileri bile 7 milyonun üzerinde çocuğun yoksulluk veya sosyal dışlanma içinde yaşadığını ortaya koyuyor.TÜİK verilerine göre çocukların yüzde 30,4’ü maddi yoksunluk içinde, yüzde 39,5’i ise yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında.
Bu oranlar, Türkiye’yi AB ülkeleri arasında en yüksek risk seviyesine sahip ülke konumuna taşıyor.
MESEM kapsamında 392 bin 887 çocuk, haftanın 4–5 gününü işletmelerde geçiriyor, denetim ve iş güvenliği açıkları nedeniyle bu çocuklar ihmal, istismar ve ağır iş kazası riskiyle karşı karşıya.TÜİK, ERG (Eğitim Reformu Girişimi) ve Millî Eğitim Bakanlığı verileri çok net bir gerçeğe işaret ediyor: Yoksulluk çocuklar için derinleşiyor ve yetersiz beslenen çocukların sayısı hızla artıyor.
Gıda fiyatlarının yüzde 40’ın üzerinde artması, en doğrudan biçimde yoksul hanelerdeki çocukları etkiliyor.
Verilere göre her 10 çocuktan biri günde taze meyve–sebze tüketemiyor, her 4 çocuktan biri düzenli protein alamıyor.
En düşük sosyoekonomik grupta düzenli et, balık ya da tavuk tüketimi yüzde 43.5’e kadar düşmüş durumda.
Bu tablo, çok sayıda çocuğun okula beslenme götüremediğini açıkça gösteriyor.
Yetersiz beslenmeye bağlı bodurluk oranı yüzde 5.5 gibi kritik bir düzeyde seyrediyor.Beslenme yoksunluğu, çocukların eğitime erişimini doğrudan etkiliyor.
ERG’nin MEB verilerine dayanarak yaptığı hesaplamaya göre, örgün eğitim dışında kalan çocuk sayısı 1 milyon 470 bin 694. son iki yıldır yüzde 8 düzeyinde ve Muş, Ağrı, Şanlıurfa gibi illerde bu yaş grubundaki neredeyse her üç çocuktan biri ortaöğretimde değil.
Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu olarak her gün vurguladığımız gibi, okul yemeği ve içilebilir temiz su, çocukların hem fiziksel hem bilişsel gelişimini destekliyor hem de okula devamlılığı artırıyor.Çünkü beslenme yoksunluğu, çocukları önce devamsızlığa, ardından okul terkine sürüklüyor.
Yoksulluk aynı zamanda çocuk işçiliğini büyütüyor ve bu geçici bir olgu değil. 15-17 yaş grubunda işgücüne katılım oranı 2020’de yüzde 16.2 iken 2024’te yüzde 24.9’a yükseldi.
Yani yalnızca dört yılda yaklaşık 8 puanlık bir artış yaşandı ve 377 bin çocuk daha işçi olarak kayıtlara girdi.Çocukların çalışması bir “tercih” değil yetersiz beslenme, okul masrafları, barınma krizi ve zayıf sosyal koruma nedeniyle hayatta kalmaya zorlanmalarının bir sonucu.
En kritik nokta şu: Bu çocuklar çalıştıkça yoksulluktan çıkmıyor; aksine yoksulluk kalıcı hale geliyor.
Eğitimden kopan her çocuk, gelecekte de güvencesiz ve yoksul bir yaşama mahkûm ediliyor.
Bu tablo, çocuk yoksulluğunun artık bir alarm değil, acil durum düzeyine ulaştığını gösteriyor.Sonuç olarak yoksulluk, çocuklar için açlık, eğitimden kopuş ve erken yaşta çalışmaya zorlanma olarak yaşanıyor.
Okula aç giden, yeterli beslenemediği için derse odaklanamayan, beslenme götüremediği için utanan çocukların sayısı artıyor.
Bu yalnızca bugünün değil, geleceğin de sorunu.
Çünkü yeterli beslenemeyen ve eğitimden kopan çocuklar, yetişkin olduklarında da yoksulluk döngüsünün içinde kalıyor.
Bu nedenle acilen uygulanması gereken, çocuk hakları temelli bir eğitim ve sosyal politika meselesidir.DEVLET ÇEKİLİYOR, ÇETELER GİRİYOR* Yoksul mahallelere baktığımızda maalesef mafyatik oluşumların da merkezi haline geliyorlar.
Sosyolojik açıdan biraz olaya bakabilir misiniz, yoksulluk geleceği nasıl tehdit ediyor?Bu meseleye sosyolojik açıdan baktığımızda, yoksul mahallelerin “suç üreten yerler” diye etiketlenmesi hem yanlış hem de tehlikelidir.
Asıl sorun, derin yoksulluğun ve ekonomik şiddetin, kamu hizmetlerinin ulaşmadığı ve kamusal desteğin geri çekildiği alanlarda, şiddeti görünmez biçimde normalleştirmesidir.
Derin yoksulluk, yalnızca gelir eksikliği değildir, hukuki korumanın, bakım, sosyal adaletin, sosyal hizmetlerin, nitelikli eğitimin ve güvenli istihdamın sistematik yokluğu demektir.Devletin ve kamunun geri çekildiği bu boşluklarda, çeteler, tefeciler ortaya çıkar insanlar hayatta kalmak için alternatif geçim stratejilerine yönelmek zorunda kalır.
Mafyatik yapılar, tefeciler tam da bu noktada ortaya çıkıyor.
Bu yapılar yoksulluğun yarattığı güvencesizliği örgütler, hanelerin çaresizliğini sistematik bir kazanç alanına çevirirler.
Sahada bu hikayeleri çok dinledim: Borç veriyorlar; yoksul insanların üzerinden kredi çekiyorlar; onların üzerine şirket kurduruyorlar.Adalet Bakanlığı kapsamlı bir araştırma yapsa, kaç kişinin üzerine şirket kurulduğunu, şirketi kurduran kişinin ortadan kaybolduğunu ve bu nedenle cezaevine düşen kaç yoksul insan olduğunu ortaya koyabilir.
Burada ekonomik şiddet kilit bir kavram.
Sürekli borç, güvencesiz gelir, işsizlik ve açlık tehdidi altında yaşayan haneler, sosyal devletin hak temelli ve koruyucu politikaları zayıfladığında, “alternatif geçim stratejileri”ne hayatta kalmanın tek yoluymuş gibi yönlendirilebiliyor.Bu süreç, özellikle genç erkekler açısından “güç” ve “aidiyet” vaadiyle kadınlar ve çocuklar için fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddetin artması anlamına geliyor.
Yani ekonomik şiddet, mahallenin “kültürü” değil; derin yoksulluğun ve kamusal korumanın geri çekilmesiyle üretilen yapısal bir eşitsizliğin sonucudur.
Bu durum en çok çocukların geleceğini doğrudan tehdit ediyor.
Bu nedenle Derin Yoksulluk Ağı olarak, derin yoksulluk içinde büyüyen çocukların okuldan kopmaması ve yalnız annelerin yoksulluğunun daha da derinleşmemesi için çalışıyoruz.Çünkü eğitimden her kopuş, çocuk işçiliğini, akran zorbalığını, mağduriyetleri ve şiddetin gündelik hayatta normalleşmesini artırıyor.
Dolayısıyla mesele “yoksul mahalleler” değil, yoksulluğun hak temelli biçimde yönetilememesi, ekonomik şiddetin görünmez kılınması ve kamusal sorumluluğun terk edilmesidir.
Şiddeti azaltmanın yolu hak temelli sosyal politikalar, güvenceli gelir, nitelikli ve eşit eğitim, çocukları ve kadınları koruyan güçlü sosyal hizmetler ve etkili koruma mekanizmalarıdır.CİDDİ KONUT SORUNU YAŞANIYOR* Türkiye’de resmi verilere göre yaklaşık 18 milyon kişi sosyal yardımlarla ayakta.
Size göre yardıma muhtaç nüfus ne kadar?Resmi olarak sosyal yardımlarla ayakta kaldığı belirtilen yaklaşık 18 milyon kişi, yoksulluğun yalnızca görünen kısmını temsil ediyor.
TÜİK’in 2024 Gelir ve Yaşam Koşulları verilerine göre yoksulluk oranı yüzde 21.2.
Bu oran nüfusa uyarlandığında yaklaşık 18-19 milyon kişinin yoksulluk sınırının altında yaşadığını gösteriyor.
Ancak bu teknik hesap, yoksulluk sınırının hemen üzerinde görünmesine rağmen gıda, barınma, enerji ve sağlık harcamaları karşısında hızla “çalışan yoksul” haline gelen yani yoksulluğa itilen haneleri kapsamıyor.Kiracıların oranının yüzde 28 olduğu, geniş ailelerin yüzde 26.9’unun yoksul olduğu ve nüfusun yüzde 31.3’ünün ciddi konut sorunları yaşadığı düşünüldüğünde; fiilen dayanışmaya ihtiyaç duyan güvencesiz ve her an yoksullaşma riski taşıyan nüfusun 30-35 milyon bandına ulaştığını söylemek daha gerçekçi.
Yani mesele yalnızca “yardım alanlar” değil; yardım almasa da geçinemeyen, fakat istatistiklerde görünmezleşen geniş bir kitle var.
Asgari ücretle çalışanlar ve düşük emekli aylığıyla yaşayanlar bu görünmez kitlenin en büyük bölümünü oluşturuyor.Bu nedenle Türkiye’de yoksulluğu dar tanımlı sosyal yardım sayılarıyla değil, çok boyutlu yoksunluklar ve sabit geliri olduğu halde derin yoksulluk yaşayan haneler üzerinden okumak gerekir.
Asgari ücret açlık sınırının etrafında ya da altında, yoksulluk sınırının ise çok altında seyrediyor.
Bu yüzden milyonlarca kişi resmi olarak “çalışıyor” görünse de fiilen yoksul.Emeklilerin çok büyük bir bölümü, özellikle en düşük emekli aylığıyla geçinenler, açlık sınırının altında yaşıyor.
Üstelik bu grup çoğu zaman “geliri var” denilerek sosyal desteklere de tam erişemiyor ve istatistiklerin içinde görünmezleşiyor.
Burada daha temel bir soru var: Yoksulluk hangi ihtiyaç setine göre tanımlanıyor?
Dünya Bankası’nın kişi başı 2.15 dolar altını “aşırı yoksulluk” olarak tanımlamasında olduğu gibi, ölçütler, yoksulluğun gerçek ağırlığını görünür kılamıyor.Oysa yoksulluk, yalnızca gıda eksikliği değil, barınma, ısınma/enerji, ulaşım, sağlık, eğitim, dinlenme ve sosyal yaşama katılım gibi temel haklara erişememektir.
Dünya Bankası’nın aşırı yoksulluk ölçütleri, yoksulluğu insan onuruna yakışır bir yaşamdan yoksunluk olarak değil, yalnızca “asgari biyolojik hayatta kalma” eşiği olarak tanımlayarak, küresel eşitsizliklerin ve hak ihlallerinin yapısal boyutunu görünmez kılıyor.SOSYAL YAŞAMDAN VAZGEÇİYORLAR * Türkiye’de son yıllarda hayat pahalılığı giderek artıyor.
Artık insanlar en temel ihtiyaçlarını kısıyor.
Bu tablo giderek daha da ağırlaşır mı?Türkiye’de milyonlarca asgari ücretli açlık sınırına sıkışmış durumda, en düşük emekli aylıkları ise çoğu zaman açlık sınırının altında kaldığı için emekliler de fiilen “yardıma muhtaç” hale geliyor ama “geliri var” diye istatistiklerde görünmezleşiyor.Bugün yaşanan durum “temel ihtiyaçlardan kısmak” değil, hayatın barınma, gıda, sağlık üçgenine kilitlenmesi.
İnsanlar artık tatil, kültürel etkinlikler ya da sosyal yaşamdan vazgeçmiş durumda, kira mı ödeyeceğim, çocuğuma yemek mi alacağım, ilacımı mı alacağım diye her gün yeniden karar vermek zorunda kalıyor.Bu, yoksulluğun en ağır ve en tehlikeli aşaması.
Çünkü temel ihtiyaçlar arasında sürekli tercih yapmak, insanları yalnızca yoksullaştırmaz, hem bedensel sağlığı hem de ruhsal çöküşü hızlandırır ve çocukların geleceğini etkiler.Bu tablo, geçici bir hayat pahalılığı değil, gelirin yaşam maliyetinin çok gerisinde kaldığı bir düzende, milyonlarca insanın onurlu yaşam hakkının askıya alınması anlamına geliyor.
Barınma, sağlık ve gıda aynı anda güvence altına alınmadıkça bu kriz hafiflemez, aksine daha fazla insan için yoksulluk, kalıcı hale gelir.ÇALIŞIYORUZ AMA YOKSULUZ* Yoksulluktan en olumsuz etkilenen gruplar kimler?Yoksulluktan en savunmasız biçimde etkilenen grupların başında çocuklar ve yaşlılar geliyor.
Çocuklar için yoksulluk, yetersiz beslenme, okul yemeğine erişememe, okul terkleri, akran zorbalığı ve utanç duygusu üzerinden ilerliyor ve çoğu zaman geri dönülmesi zor izler bırakan bir travmaya dönüşüyor.Yaşlılar, engelliler ve kronik hastalığı olanlar ise yoksulluğu daha çok sağlık hizmetlerine erişememe ve bakım yükü üzerinden yaşıyor.
İlaç almak için borçlanan ya da reçeteli ilacı alabilmek için kimliğini eczaneye bırakmak zorunda kalan insanlar, görünmez yoksulluğun en çarpıcı örneklerini oluşturuyor.
Bir diğer kritik grup kadınlar, özellikle tek ebeveynli anneler.Kadınlar yoksulluğu yalnızca gelir kaybı olarak değil, ücretsiz bakım emeği, borçlanma, evsizlik korkusu ve sağlık hizmetlerine erişememe üzerinden deneyimliyor.
Ekonomik şiddet kadınların hayatını kuşatıyor, çoğu zaman fiziksel ve psikolojik şiddetle iç içe geçiyor.Çalışan yoksullar, özellikle asgari ücretliler, çalışıyor olmalarına rağmen açlık sınırına sıkışmış durumda.
Barınma, gıda ve sağlık arasında sürekli tercih yapmak zorunda kalıyorlar.
Emekliler, özellikle en düşük aylıkla yaşayanlar, giderek görünmez yoksullar haline geldi.
Gelirleri var ama yaşam maliyetine yetmiyor; ilaçtan, gıdadan ve ısınmadan kısmak zorunda kalıyorlar.Üstelik çoğu zaman sosyal desteklere de tam erişemiyorlar.
Son olarak kiracılar ve güvencesiz işlerde çalışanlar (gündelikçiler, inşaat ve tekstil işçileri, kağıt toplayıcılar) barınma krizi ve düzensiz gelir nedeniyle yoksulluğu en sert yaşayan kesimler arasında.
Sürekli taşınma, evsizlik korkusu ve borç, bu grupların gündelik hayatının parçası.YOKSULLUĞU BİTİRMEK MÜMKÜN* İnsanca bir yaşam için yoksulluktan kurtulmak için hangi adımlar atılmalı?-Yoksulluk “gelir sorunu” değil, “insan hakları ihlali” olarak tanınmalı.-Sosyal yardımı “muhtaçlıktan” çıkarıp “hak temelli sosyal koruma”ya dönüştürmek: Barınma–gıda–sağlık hakkı koşulsuz güvence altına alınmalı.-Her çocuğa ücretsiz, besleyici okul yemeği verilmeli.-Sağlıkta katkı paylarını kaldırmak, yoksulluk nedeniyle tedaviye erişememeyi bitirmek gerekiyor.-Sosyal konutu önceleyen, evsizlik riskini azaltan kamusal barınma politikası geliştirilmeli.-Okul terklerini önlemek için okul temelli sosyal hizmet sistemi, her okulda sosyal hizmet uzmanı ve psikolog, çocuk işçiliğine “sıfır tolerans” sağlanmalı.-Ücretsiz bakım emeğini tanımak; 0–6 yaş için ücretsiz kamusal kreşleri yaygınlaştırmak, tek ebeveynli ve şiddet mağduru kadınlara gelir ve barınma güvencesi sağlanmalı.-Kayıt dışı ve güvencesiz işleri denetlemek, ücretleri yaşam maliyetine endekslemek; sendikal hakları güçlendirilmeli.-Yoksul mahallelerde erişilebilir kamusal alanları güçlendirmek, yoksul kadınların evinden terliğiyle çıkıp ulaşabileceği, mahalle ölçeğinde planlanmış kamusal alanları yaygınlaştırmak.