Haber Detayı
2025 yılının kitapları
2025 yılının kitapları
Ana akım eserlerden, özellikle de büyük ilgi görenlerle başlayalım.
ABD’de, sırasıyla The New York Times ve The Atlantic yazarları olan Ezra Klein ve Derek Thompson tarafından kaleme alınan Abundance (Bolluk), Demokrat kanattaki birçok ana akım iktisatçı tarafından coşkuyla karşılandı.
Ancak kitabın argümanları, Trumpizme ve onun tüm işlerine yönelik bir eleştiriden ziyade, yazarların “solcu iktisat” olarak gördüğü anlayışa bir saldırı niteliğindedir.
Yazarlar, “solun” (Biden) hükümetinde, çalışan insanların (Amerika’da ‘orta sınıf’ olarak adlandırılır) ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri sunacak büyük projeleri yürütme yeteneğini kaybettiğini düşünüyor.
Onlara göre Demokratların 2024’te Trump’a kaybetmesinin nedeni budur.
Yazarlara göre ABD’nin, mevcut serveti yeniden dağıtmak yerine insanların ihtiyaçlarını karşılamak için yeniden bir şeyler üretmeye, yani “bolluğa” ulaşmaya geri dönmesi gerekiyor; ekonomi duraksamamalı, büyümelidir.
Çok sayıda varlıklı “liberal”, yalnızca kirlilik üzerindeki düzenlemelerle veya konut projelerini, yeni yolları vb. durdurmakla ilgileniyordu.
Bu liberal politikalar, kapitalizmin (veya daha doğru bir ifadeyle kapitalist tröstlerin) işini yapıp üretim sağlamasının önünde engel teşkil ediyor.
AMERİKAN KRİZİNİN GERÇEK NEDENLERİ ÜZERİNE BİR TARTIŞMA Amerika’nın artık temel ihtiyaçları karşılayamadığı ve önemli teknolojileri uygulamada geride kaldığı yönündeki yazar argümanlarında çokça doğruluk payı var.
Ancak Amerika’nın düzgün ve makul fiyatlı bir sağlık hizmeti sunamamasının nedeni gerçekten çok fazla düzenleme ve “nimbyism” (benim arka bahçemde olmasın/yerel itirazlar) mi?
Amerika’nın gençlere büyük öğrenci borçları yüklemeden yüksek kaliteli bir eğitim hizmeti sunamaması, aşırı düzenleme ve kültürel elitizmden mi kaynaklanıyor?
Amerika’nın yolları ve köprüleri planlama yönetmelikleri ve hukuki davalar yüzünden mi çökmekte?
Yazarlar, Amerika’daki konut krizi üzerinde çok duruyor ve bu krizi düzenlemelere, planlamaya karşı yerel muhalefete vb. bağlıyorlar.
Ancak bu iddialarda ne kadar doğruluk payı olursa olsun, konut krizinin gerçek nedeni yanında bu durum önemsiz kalmaktadır.
ABD’de nüfus artışı ve hane halkı oluşumu yavaşlamasına rağmen yeterli konut inşa edilmiyor.
Evet, daha fazla “şeye” ve çalışan insanların ihtiyaç duyduğu şeylerin “bolluğuna” ihtiyacımız var.
Ancak bu kitap, hedef tahtasına bolluğun önündeki gerçek engelleri (fosil yakıt devlerinin, özel sermaye patronlarının, inşaat şirketlerinin çıkarları ve Amerika’nın sağlık ve eğitim sisteminin özel sektör kontrolünde olması) değil, planlama yönetmeliklerini koyuyor.
ÇİN’İN YÜKSELİŞİ: TEKNOKRASİ Mİ YOKSA DEVLET YATIRIMI MI?
Dan Wang’ın Breakneck: China’s Quest to Engineer the Future adlı eseri, ABD ile Çin arasındaki farkları ve Çin’in neden zemin kazandığını analiz ettiği için göklere çıkarıldı.
Stanford’daki sağcı Hoover Tarih Laboratuvarı’nda araştırmacı olan Wang, iki süper güç arasındaki tezatın farklı ekonomik sistemlerden değil, “çoğunlukla engelleme konusunda uzmanlaşmış avukatlardan oluşan Amerikan elitine karşı, inşa etme konusunda uzmanlaşmış çoğunluğu mühendislerden oluşan Çinli teknokrat sınıfından” kaynaklandığını savunuyor.
Bana göre bu, en hafif tabiriyle bir zorlama.
Çin’in ABD ekonomik hegemonyasını tehdit edecek kadar yükselmesi, spekülatif finansal varlıklara ve “iş hizmetlerine” yatırım yapan bir ABD ekonomisine kıyasla, daha çok yüksek üretken yatırım oranlarından ve devlet tarafından yönetilen, devlet işletmelerinin öncülük ettiği bir sanayi stratejisinden kaynaklanıyor.
ÇİN’İN NİTELİĞİ: KAPİTALİST Mİ, SOSYALİST Mİ?
Eli Friedman, Kevin Lin, Rosa Liu ve Ashley Smith tarafından yazılan China In Global Capitalism, Çin’in temelde ABD ile aynı modda kapitalist bir ekonomi olduğu önermesiyle başlıyor.
Nitekim Çin de ABD ile aynı şekilde emperyalisttir; her ikisi de dünyaya hükmetmek için rekabet halindedir.
Bu, Batı’daki solun çoğunluk görüşü olsa da ana akım iktisatçılar arasında böyle değildir.
Onlar, Çin’i liberal demokrasisi olmadığı için “komünist” sayanlar ile Çin’in ekonomik başarısını 1970’lerin sonundaki Deng döneminden sonra kapitalizmi benimsemesine bağlayanlar arasında bölünmüş durumdalar.
Yazarlar temel olarak ikinci gruptaki ana akım iktisatçılarla aynı pozisyonu alıyorlar: Çin sosyalist değildir çünkü işçi demokrasisi yoktur, milyarderler ve büyük bir kapitalist sektör vardır.
Bu yüzden kapitalist ve hatta emperyalist olmalıdır.
Bu blogun okuyucuları benim azınlıkta kalan görüşümü bilirler: Çin kapitalist değildir çünkü kapitalist piyasalar ve şirketler yatırımlara hakim değildir ve kapitalistler hükümeti kontrol etmemektedir. 2024 yılında Çin’de bir milyon satan Xiaohuan Lan’ın How China Works kitabı alternatif bir bakış açısı sunuyor: Çin’in ekonomik başarısı kapitalist bir canlanmaya değil, beş yıllık planlama döngüleri tarafından yönlendirilen devlet yatırımlarına dayanıyor.
Ekonominin “komuta tepeleri” (bankacılık, elektrik üretimi, demiryolları, ağır sanayi, gemi yapımı, nakliye ve üniversiteler) devletin elindedir ve devlet, geniş ekonomiyi ve ulusal çıkarı kârın üzerinde tutar.
Ancak Lan, Çin’in sosyalizmin “birinci aşamasında” olduğunu ve tam sosyalizme giden yolda olduğunu savunarak diğer uca savruluyor.
Çin ekonomisinin doğasını kimin daha iyi kavradığına okuyucu karar versin: Friedman, Lin ve Smith mi yoksa Xiaohuan Lan mı?
DİYALEKTİK DÜŞÜNCE VE DEĞER TEORİSİ ÜZERİNE YENİ ÇALIŞMALAR Diğer Marksist eserlere geçelim.
Kanadalı Marksist sosyologlar Murray EG Smith ve Tim Hayslip, “diyalektik akıl yürütme” ilkelerini ayrıntılandırmayı ve popülerleştirmeyi amaçlayan derinlikli ve geniş kapsamlı bir kitap yazdılar.
Kitabın tam başlığı: Thinking Systematics: Critical-Dialectical Reasoning for a Perilous Age and a Case for Socialism (Sistematik Düşünmek: Tehlikeli Bir Çağ İçin Eleştirel-Diyalektik Akıl Yürütme ve Sosyalizm Savunusu).
Karl Marx, “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli şekillerde yorumladılar; asıl mesele onu değiştirmektir” demişti.
Smith ve Hayslip bu gözleme şunu ekliyor: “Filozoflar insan düşüncesini yalnızca çeşitli şekillerde yorumladılar.
Oysa ihtiyaç, onu büyük ölçüde geliştirmektir.” Yazarlar, insanların doğayı, insan toplumunu ve ikisi arasındaki ilişkiyi anlamalarını geliştirmeleri için diyalektik akıl yürütmenin elzem olduğunu savunuyorlar.
Yazarlar, kendi eleştirel-diyalektik akıl yürütme paradigmalarına “Sistematik Düşünme” (Thinking Systematics - TSS) adını veriyorlar.
TSS, dünya hakkında daha sistematik (bilimsel) bir görüşü teşvik eden, güncel insanlık durumu hakkındaki “nesnel gerçekleri” keşfetme yeteneğimizi ve çoğumuzun çok pasif bir şekilde etkileşim kurduğu daha geniş bir dünyaya dair bireysel ve kolektif anlayışımızı devrimcileştirme kabiliyetimizi önemli ölçüde artıran yöntemlere ve düşünme biçimlerine atıfta bulunur.
Yazarlar, biçimsel mantığın (örneğin A = A’dır ama B değildir) temel ve birçok durumda yararlı olduğunu kabul ederler.
Ancak doğadaki ve toplumdaki değişimle uğraşırken bu yetersizdir.
Bu içgörüler güncel sorunlara ve tartışmalara nasıl uygulanabilir?
Benim görüşüme göre bir örnek, diyalektik akıl yürütmenin Çin ekonomisinin ve devletinin doğasını anlamamıza yardımcı olabilmesidir.
Yukarıda belirtildiği gibi, birçoğu Çin’in kapitalist olduğunu, diğerleri ise sosyalist olduğunu söylüyor.
Benim görüşüme göre ise ikisi de değildir.
Bu nasıl olabilir?
Biçimsel mantıkta A = A’dır ama B değildir.
Dolayısıyla Çin ya kapitalist ya da sosyalist olmalıdır.
Ancak diyalektik (veya “sistematik”) düşünüldüğünde, Çin geçiş sürecindeki bir ekonomi olarak görülebilir: “arasındadır”. “Sosyalist Çin” tanımı, “kapitalist Çin” tanımından daha doğru değildir.
Katı bir biçimsel mantığa güvenirsek, bu durum kafa karıştırıcıdır.
Ancak diyalektik akıl yürütme, eşitsiz ve birleşik gelişim merceği aracılığıyla “geçiş biçimleri” kavramını kullanarak bu karmaşayı aşmamızı sağlar.
Güney Işıkara ve Patrick Mokre, modern kapitalist ekonomilerdeki eğilimleri ve dalgalanmaları açıklamak için Marx’ın değer teorisinin nasıl işlediğini açıklayan ufuk açıcı bir kitap yayınladılar.
Marx’s Theory of Value at the Frontiers – Classical Political Economics, Imperialism and Ecological Breakdown adını taşıyan kitap, okuyucuya Marx’ın değer yasasını “sınırlar” dedikleri alanlara, yani piyasalar ve ticaret, emperyalizm ve küresel çevre krizine taşıdığını söylüyor.
Işıkara ve Mokre, Marx’ın değer teorisinin 21. yüzyılda dünyanın karşı karşıya olduğu temel sorunları anlamak için neden elzem olduğunu gösteriyorlar.
Yazarlar, Küresel Güney’den emperyalist Kuzey’e ticaret ve kurumsal değer zincirleri yoluyla aktarılan değer düzeyini ölçen yeni ve çarpıcı ampirik veriler sunuyorlar.
Piyasa fiyatları, üretim fiyatları ve emek değerleri arasındaki sapmaların, farklı sermaye bileşimleri ve sömürü oranları nedeniyle uluslararası değer transferlerini anlamada merkezi bir öneme sahip olduğunu, ayrıca kapitalizmin tetiklediği ekolojik krizde rant ve birikimin merkezi rolünü açıkladığını güçlü bir şekilde savunuyorlar.
Bu haliyle kitap, “Marksist pratisyenler için bir el kitabı” niteliğindedir.