Haber Detayı

Yaprağın dönüşümü ve sanatta gerçeklik
Cemil gözel aydinlik.com.tr
14/12/2025 14:57 (1 hafta önce)

Yaprağın dönüşümü ve sanatta gerçeklik

Yaprağın dönüşümü ve sanatta gerçeklik

Goethe, 1780 yılıyla birlikte doğa bilimleriyle ilgilenmiş ve bitki bilim alanındaki çalışmaları onu “bütün bitki organlarının ilksel aynılığı” dediği bir fikre ulaşmıştır.

GOETHE’DE İLKSEL BİÇİM Goethe’nin saptadığı ilksel aynılık ya da ilksel bitki fikri kısaca şöyle özetlenebilir: Bitkide gördüğümüz yaprak, çanak yaprağı, taç yaprağı, erkek organ ya da dişi organ, aynı ilksel organın farklılaşmış biçimleridir.

Yani bitkide çeşitlilik, ayrı ayrı parçaların varlığında değil, tek bir temel formun dönüşümündedir.Goethe bu ilkeyle şunu sezmiştir ve bu erken bir sezgidir: Bitki organları farklı görünseler de hepsinin altında çalışan aynı yapısal ilkedir.

Yaprak o ilkenin en çıplak, en temel hâlidir.

Çiçek organları ise yaprağın metamorfoz geçirmiş versiyonlarıdır.

Bir başka deyişle, çiçek dediğimiz şey bile aslında dönüşmüş yapraktır.

Bu, bağımsız organların değil, aynı organın evrimsel bir akış içinde dönüşmesinin ifadesidir.Goethe’nin bu çalışması, aslında, yüzeyde bitki bilimle ilgili görünse de doğanın nasıl işlediğini kavramaya çalıştığı bir estetik-felsefi çalışmadır.

Bu çalışmalar ona doğa biçimlerinin parça parça yaratmadığını, tek bir üretici ilke doğurduğunu, çeşitlendirdiğini ve dönüştürdüğünü gösterdi.

Biçim dediğimiz şeyin durağan bir şey olmadığı, bir süreç olduğu, her görünen formun ardında o formu mümkün kılan dinamik bir oluşun bulunduğu düşüncesine ulaştırdı onu.

GERÇEĞE SADAKAT Goethe’ye göre sanatçı, gerçekliği yeniden üretirken doğanın kendi metamorfoz ilkesine benzer bir yol izlemelidir.

Sanatta sorunsal, nesnenin yüzeyde görünen biçimini çoğaltmak değil, onu olanaklı kılan içsel ilişkileri kavramaktır öyleyse.

Sanatsal biçim, doğadaki biçim gibi, görünüşün ardında işleyen o üretici devinime yaslanmalıdır.

Doğada biçim sürekli dönüşüm hâlindeyse, sanatçının biçim kurması da bu üretici mantığa benzer olmalıdır.

Sanatın gerçeğe sadakati, dış görünüşü kopyalamak değil, doğanın üretim yasasını yakalamaktır.

Bir sanat eseri ancak böyle gerçeklik kazanır.Goethe, gerçekliğin körü körüne kopyalanmasına karşıdır.

Sanat ve edebiyat yapıtlarında gerçekliğin, nesnelerin körü körüne yansıtılması olmadığını vurgulamıştır.

Elbette bu, sanatçının gerçeğe bağlı olmadığını göstermez.

Çünkü gerçeğe sadakat, dışsal benzerlikte aranmaz; doğal oluşun mantığını sezmektir sadakat.

Doğa nasıl tek bir ilkenin farklılaşmasıyla çeşitleniyorsa, sanat da tek bir duyarlığın, tek bir kavrayışın farklı biçimlerde dışavurumudur.

Bir resimde, bir şiirde ya da bir romanda karşımıza çıkan form, sanatçının o içsel yasayı kavrayışıyla belirlenen bir dönüşümdür.

SANATIN GERÇEKLİK ARAYIŞI Bütün bunları düşününce, Goethe’nin biçim anlayışının, modern estetiğin önemli bir kavşağına açıldığı söylenebilir.

Gerçeklik, kopyalanacak bir nesneler toplamı mıdır yoksa kavranacak bir oluş süreci midir?

Sanatçının görevi, bu sürecin kendi iç zorunluluğunu sezmek ve onu biçime dönüştürmek midir yoksa yalnızca görüneni olduğu gibi yeniden üretmekten mi ibarettir?Goethe’nin botanik sezgisini anlamak bu sorulara verdiği berrak yanıtlara ulaşmak içindir bu yazı kapsamında.

Bir parantez açmalıyım: Goethe’nin sezgisinin bilim tarihindeki yeri, başlı başına bir yazı konusu.

Bu tür yazılar vardır ve kuvvetli içerikleriyle dikkat çekmektedir.

Elbette Goethe modern evrim teorisini bilmezdi.

Buna rağmen, iki yüzyıl sonra bile bitki bilimciler onun “bitki organlarının homoloji” fikrine çok yaklaşmış olduğunu kabul ediyorlar.

Bugün biliyoruz ki çiçek organlarının evrimsel kökeni gerçekten yaprak benzeri dokulardır.

Parantezi kapatabilirim.

Goethe’nin bitki bilim konusundaki sezgileri, sanat ve gerçeklik ilişkisini nasıl kurduğunu düşünmemize yardımcı olmakta, bizim için önemi burada.

Eğer gerçeklik, yüzeyde sabit duran bir şey değil de Goethe’nin işaret ettiği gibi sürekli oluş hâlindeki bir süreçse, ki öyledir, o zaman sanatın gerçeklik arayışı da bu oluşa yönelmek zorundadır.

TİPİKLİK VE İLKSEL BİÇİM Goethe’nin bu fikirlerinin, Lukács’ın tipiklik anlayışını öncelediği de söylenebilir.

Tipiklik,Lukács’a göre, gerçekçi edebiyatın en yüksek başarısıdır.

Bir roman karakteri birebir gerçek hayattaki şu kişi değildir ama toplumsal ilişkilerin özünü, yani tarihsel bir dönemin belirleyici çatışmalarını taşımalıdır;taşıdığı oranda tipiktir.

Öyleyse tipiklik, gerçeğe yaklaşmanın bir yoludur; sanatın gerçeklikle organik bağını kurmaktır.

Zaten Lukács; Balzac, Tolstoy, Thomas Mann gibi yazarların başarısını burada görür.Goethe’nin ilksel bitki fikriyle ortaya koyduğusanatsal bulgu dabenzer değil midir?

Çeşitlilik, tek bir üretici ilkenin farklı formlar hâlinde görünmesidir; tıpkı edebi tiplerin, toplumsal süreçlerin farklı görünümleri olması gibi…Böylece Goethe’nin doğa anlayışı, estetik alanda güçlü bir sonuca ulaşır: Sanat gerçekliği taklit etmez, onun oluş mantığını yeniden üretir; doğanın bir parçası gibi, kendi iç zorunluluğuyla gelişen,kendi gelişim yasasına sahip bir biçimdir.

İlgili Sitenin Haberleri