Haber Detayı

Atatürk bir köye nasıl dokundu: 92 yıldır tiyatro var
Güncel odatv.com
08/12/2025 07:00 (2 hafta önce)

Atatürk bir köye nasıl dokundu: 92 yıldır tiyatro var

Atatürk’ün 1930’lardaki ziyaretinde tiyatro geleneğiyle özellikle ilgilenip “örnek köy” olarak andığı, Türkiye’nin ilk köy tiyatrosunu kuran Bademler; okuma yazma oranı yüzde 100 olan, 292 yıllık Türkmen Yörük kültürünü yaşatan özel bir yerleşim. Muhtar Alibey Şen köyün eşsiz hikâyesini anlattı.

İran'ın Horasan bölgesinden İç Anadolu ve Ege'ye gelen 13 aileden kopan, göçebe hayatından sıkılıp bir pınarın yamacında boy vermiş iki bademin etrafında yerleşen 4 Türkmen Yörük ailenin köklerini oluşturduğu Bademler Köyü bu haftanın röportaj konuğu.Her ne kadar 2012 yılında yapılan bir değişiklikle statüleri mahalleye dönüştürülmüş olsa da Bademlililer ısrarla Bademli Köyü dediği Bademler, sınırları içine girildiğinde farklılığı anlaşılan sokaklarıyla, gelenekleriyle, yaşam tarzıyla kendini anlatabildiği için röportaja konu oldu.

Ülkenin ilk köy tiyatrosunu kuran, herkesin tiyatroda görev aldığı, yurtdışına kaçırdıkları film ile Türkiye’nin ilk uluslararası ödül almasına vesile olan, okuma yazma oranının yüzde 100 olduğu, Türkmen Yörük geleneklerini 292 yıldır bir adım geriye atmadan sürdüren “özel köy” ile yaptık haftanın röportajını.Kötü sözün, suçun girmediği, köylünün kendi cebinden verdiği para ile her yanını güvenlik kameraları ile donattığı sevgi dolu köyü, muhtar Alibey Şen ile konuştuk.-Köyünüz tiyatro ile bir öğretmen aracılığı ile tanışmış…Doğrudur, ama bu Mustafa Kemal Atatürk'e dayanır. 1927 yılında Mustafa Kemal Atatürk bir genelge yayınlar askerliğini yedek subay olarak yapan kişiler okuma yazma seferberliğine katılsın diye.

Mustafa Anarat öğretmeni de cepheden tanıdığı için, Urla'ya geldiğinde köyümüze 4. öğretmen olarak atar.Bizde 335 yıldır uygulanan örf adetler vardır.

Bunların bir tanesi de bizim “keçi gezdirme” dediğimiz, ama kitapların düğün davetiyesi diye yazdığı bir olaydır.

Mustafa Anarat hocamız köye geldiğinde aslında bu gelenek yerine getirilirken tiyatro oynandığını fark etmiş.- “Keçi gezdirme” nedir?İran, Horasan üzerinden gelirken göçebe hayatımızda elbet düğünlerimiz oluyor.

Bu düğünlere davetiye bastırmak veya mail ile davet etmek o zaman mümkün olmadığından, düğünden 5-6 saat önce düğün sahibinin eşi, dostu, akrabası evinde değişik ne kıyafet varsa giyer.

Bu polis kıyafeti de olur, itfaiye eri kıyafeti de dansöz kıyafeti de.

Bunlara uygun makyaj da yapılır.

Tabii bu arada tef, darbuka veya farklı bir müzik aleti de alınır.

Göçebenin olmazsa olmazı eşek ve keçidir.

Eşek de semeri de çiçekler, elek, tencere, tavayla aklınıza ne geliyorsa süslenir.

Grubun başı eline süslenmiş keçiyi alır, gruba öncülük eder.

Gruptakiler eline de can acıtmayacak şekilde birer kargı alır, her evin kapısını çalar.

Kapıyı açanın, yolda karşılaşılanın kafasına hafifçe kargı ile vurur “Düğünüm var gelir misin” der.

İstiyorsan katılırsın.

Katılmıyorsan arkanı döner, gidersin.

Kimse kimseyi zorlamaz.

Bu işin neşeli olmasını ve düğün havasında geçmesini istiyorsanız eşeği kaçırırsınız, gelini kaçırırsınız.

Damadı kaçırırsınız.

Keçiyi kaçırırsınız.

Eşek kaçtı, gelin kaçtı.

Damat kaçtı.

O onun kafasına vurur, öbürü diğerinin ama hep acıtmadan, 4-5 saat sonra düğün yerine geldiğinizde arkanızda büyük bir kalabalık olur ve düğün başlar.-Davetler hala bu şekilde mi oluyor?Tabii tabii efendim.

Bizde 335 yıldır süren bu geleneği Mustafa Kemal Atatürk'ün görevlendirdiği Mustafa Anarat hocamız, 1928 yılında fark etmiş. "Bakın, siz ister buna düğün davetiyesi deyin, isterseniz keçi gezdirme deyin.

Ama siz bir tiyatro yapıyorsunuz.

Gelin bunu beraber yapalım" demiş, olmamış.

İnsanlar bağında, bahçesinde.Biz 4 ay öncesine kadar, 1927 yılında köye gelen öğretmenimiz 1928 yılında köylüyü ikna etmeye çalışmış olmamış, 32'de ikna etmiş diye biliyorduk.

Ama 4 ay önce öğrendik ki Atatürk “Yarım Osman” oyununu yazdırmış, 1932 yılında da bir genelge yayınlayarak, "Köylere gönderdiğimiz okuma yazma seferberliğine katılan öğretmenlere talimatımdır.

Yarım Osman oyununu öğretmenler köylülerle beraber oynasın” demiş.Ve 1932 yılında o genelgeyi emir kabul eden köylülerimiz çalışmaya başlamış ve 1933 yılında ilk oyunumuz “Yarım Osman” ı Mustafa Kemal Atatürk'ün talimatıyla, tavsiyesiyle köy meydanında oynamış.

İlk oyunumuz 1933 yılında.

O kitabın aslını bulduk.

Ve onu biz bu sene ne şartlarda olursa olsun festival havasında oynayacağız.

Bir tane siyasi oyun, bir komedi, bir çocuk ve Yarım Osman oyununu oynayacağız.-Oyun başka köylerde de oynanmış değil mi?Aynı zamanda 1000 köyde falan oynanmış.

Ama köy tiyatrosu olarak oynayan ilk biziz.

Biz tütün tarlalarında, köy meydanında, okul bahçelerinde 1933 yılından itibaren oynamışız.

Yani Bademler Köy tiyatrosu 92 yaşında dediğimizde, evet biz 92 yıldır tiyatro oynuyoruz.

Sadece 2 yıl, 80 ihtilali ve pandemide oynayamadık.-Tiyatro binanız ne zaman yapıldı?Tiyatro binamız 1962 yılında yapılmaya başlanmış. "Köyümüze yakışır olsun ve çevreye de hizmet edelim, onlarla beraber olalım" diye çok büyük bir tiyatro binası yapımına başlanmış ama başaramamışız. 1963 yılında İzmir Enternasyonal Fuarına gelen Yıldız Kenter hocamız ve Haldun Dormen hocamız bizleri fark etmiş.

Teknik ekibini göndermiş Yıldız Kenter hocamız. “Bademler'le ilgili bir şeyler duyuyorum .

Gidin bana bilgi verin” diye.Teknik ekip köyümüze gelip bilgi verdiğinde, Yıldız Kenter hocamız İzmir Enternasyonal Fuarı'nda seyirciyi selamlarken kendilerini alkışlatmamış. "Beni alkışlamayın.

Gidin Bademler köyünü alkışlayın.

Bademler Köyünde güzel şeyler oluyor” demiş.

O sayede 4 yıl boyunca fuara gelen sanatçılardan destek bulmuşuz.

Ama teknik ekip bizi hiçbir zaman yalnız bırakmamış.

Duvarları çıkmışız, kulislerimizi yapmışız, depolarımızı yapmışız.

Ama başaramamışız. 1968 yılında DYO boyalarının sahibi Durmuş Yaşar, bir su anlaşması doğrultusunda yardım etmiş, çatımız kapanmış ve 1968 sonundan itibaren Bademler Köy Tiyatrosu'nda görev alıyoruz.-Görev alıyoruz diyorsunuz?Bizimkisi bir görevdir.

Bademler Köyü'nde bir yarış yoktur.

Görevimiz, bir öncekinden aldığımız görevi; bu muhtarlık olur, kültür sanat olur, oyunculuk olur ne olursa olsun alnımızın akıyla, Allah'ın izniyle bir sonraya vermektir.

Bademler köyünde herkes tiyatro oynar.

Eğer tiyatro oynamadıysan senin problemin nerede diye sorarlar.

Oynadığınız rol, görev, neyse size yapışır.

Lakabınız olarak kalır.

Ömür billah o lakabı taşırsınız.

Ölürsünüz, mezar taşınızın önüne doğum, ölüm yılı, ruhuna Fatiha, isim yazılır.

Mezar taşının arkasına lakabınız yazılır.

Tiyatroda hangi rolde parladıysan o lakabın olur ve o yazılır mezar taşına.-Bir de kadınların gelinlik “göyneği” ile gömülmesi varmış…Evet, düğünün ertesi günü damadın annesi, sadece kadınların katıldığı törende geline bu göyneği giydirir.

Bu yedi katlı bir elbisedir. “Sen benim artık evladımsın” der ve ona bağlılığını anlatmak için gelininin önünde takla atar.

En az üç takla atmak zorundadır.

Ve ona gönül veren oradaki kadınlar sırayla takla atar.

Artık o elbiseyi o kadından başkası giyemez.

Ölünce de o elbise ile gömülür.-Tiyatroda sadece sizin köylüler mi rol alıyor?Aralık ayı başında anonslarımızı yapar, “Bu yıl tiyatroda görev almak isteyenler buyursun gelsin” deriz.

Kaç kişi gelmiş ise herkese görev verilir.

Dışarıdan ne kadar fazla kişi gelirse o kadar seviniriz biz.

Çünkü kalabalıkla yapılan bir iştir.

İlla rol almaları önemli değildir.

Temizlik işi olur, suflör olur, ışıkçı olur, ses düzeni olur, kostümcü olur, dekorcu olur.-Kostümcünüz, ışıkçınız profesyonel değil mi?Dikiş bilen kostümcümüz, marangoz dekorcumuzdur.

Bütün işleri kendimiz yaparız.

Mesela kardeşimin eşi Eylem bu işin okulunu okumuş.

Köyümüzde yaşıyor.

O da yönetmenlik yapar.

Ama bu işten hiç kimse para almaz.

Yani oynayan da dekoru yapan da temizlik yapan da yönetmen de yönetmen yardımcısı da para almaz.Aralık ayı başından 27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününe kadar 4 ay boyunca haftanın 5-6 günü akşamları 3-4 saatinizi ayırabilirseniz, köy tiyatrosunda en az 8-10 oyun oynamaya müsaitseniz, çevre ilçelere turnelere gidebiliyorsanız, İstanbul, Ankara, Antalya gibi yerlerden davet geldiğinde bizimle gelebilirseniz, siz de tiyatromuza gelin, hep beraber oynayalım.

Biz çapraz oyun oynarız.

İzlemeye gelemeyenin müsait olmaması bizim sorunumuz.

Biz oyun saatlerimizi herkese göre ayarlarız.-İzleyiciden para alıyor musunuz?Sembolik ücret alıyoruz.

Burayı çevirmek lazım.

Belediyemiz sağ olsun elektriğimizi suyumuzu ödüyor.

Ama mesela biz çalışırken kahve alıyoruz, çay alıyoruz, demliyoruz.

Girişe bir kutu koyuyoruz.

Onun içine atıyorlar.TÜRKİYE’NİN İLK OYUNCAK MÜZESİ-İlk oyuncak müzesini kurduğunuz iddiası da var?Evet, Türkiye'nin ilk çocuk oyuncakları müzesini biz kurduk.

Ben bunu söylediğimde, “Sunay Akın’ın müzesi ne oluyor” diyorlar.

Sunay Akın hocamız yılda iki üç defa köyümüze gelir.

Yeni gösterilerini köyümüzde yapar.

En son 2 ay önce geldiğinde bu sözleri hatırlattım, “ Muhtar o soranlara, Bademler Köyü Çocuk Oyuncakları Müzesinden aldığım kıvılcımla meşalemi yaktığımı söyle” dedi.-Bademler Oyuncak Müzesini kim ne zaman kurmuş?

Arkeolog Dr.

Musa Baran, 1982 yılında kurmuş.

Kendi evini müzeye çevirmiş.

Halamın eşidir kendisi.

Musa Baran Efes Antik Tiyatrosu kazısında çalışan ve sonra da Efes Müzesini kuran ve müze müdürlüğü yapan kişidir.

Bu işe o kadar çok gönül vermiş ki evini Çocuk Oyuncakları Müzesi'ne çevirmiş.-Ne yönden baksak bir farklılık görüyoruz köyde… 2 bin 650 nüfuslu bir köydesiniz şu anda.

Bizim köyümüzde kahve bir tanedir.

Ve bu kahveye kadın, erkek, çoluk çocuk herkes girer.

Bizde küfür, hakaret yoktur.

Art niyet, kötü düşünce yoktur.

Herkes beyni ile kalbinin arasındaki o ince çizgide gider.

Mesela herkesin evinde televizyon vardır, ama biz maçlarımızı çoluk, çocuk, kadın, erkek tek televizyondan seyrederiz.Türkiye genelindeki binlerce köyün içerisinde bugüne kadar iki defa en temiz köy yarışması yapıldı.

İkisini de biz kazandık.

En son 2012.

Türkiye geneli en temiz köy.

İddia ediyorum bir yarışma daha olsun biz yine kazanırız.Özgürlüğümüzün karşı tarafın özgürlüğünde bittiğini bilen bir toplumuz.

Ve belki size en temiz köy yarışması çok cazip gelmeyebilir ama bizde temizlikçi de yoktur.

Herkes kendi evinin önünü temizlediğinde köy zaten temiz olur.

Yani o düşünceyle hareket ederiz.

Mesela okuma yazma oranımız yüzde 100, suç oranımız sıfır.

Bizde suç yoktur.-Ünlü bir suçunuz olmuş ama…Evet, 1959 yılında kötü bir olay olmuş.

Köyümüz 292 yıl önce pınarın çevresinde kurulurken, köylüler bu pınarın başına bir sulama havuzu yapmışlar.

Ama tapular dağıtılırken evi oraya en yakın olana düşmüş bu ortak havuz.

Çocuklar büyüyünce biri “Suyu artık köylüye vermeyelim” demiş, buradan kavga çıkmış ve bir cinayet işlenmiş.

Necati Cumalı da 1960 yılında bu olaydan yola çıkarak Susuz Yaz kitabını yazmış.

Metin Erksan 1962 yılında bunu sinemaya uyarlamış. 1963 yılında filmi çekilmiş.Köyümüze gelen misafirleri biz evimizde misafir ederiz.

Dışarıdan gelene, “Kardeş karnın aç mı?

Yatacak yerin var mı?” deriz.

Buyur eder, evimizde yatırırız.

Özel tiyatrolar geldiğinde de evimizde misafir ederiz.

Biz de onlara, “Biz evimizde sizi barındıralım, yiyelim, içelim, saz çalalım, sohbet edelim hep beraber, ama bizim köyde oynadığınız oyunlardan para toplamayın.

İnsanlar bedava seyretsin” deriz.

Tiyatroda para bize ters geliyor.Metin Erksan da bu filmi çekmeye, Hülya Koçyiğit, Erol Taş, 7 yardımcı oyuncu ve 40-41 teknik ekiple gelmiş köyümüze. 170-172 köylü filmde rol almış ücretsiz.

Ve bu teknik ekip, 46 gün diyen var, 48 gün diyen var, evlerimizde yatıp kalkmış.

Bu Berlin Film Festivali'nin film olarak, senaryo olarak ve çekim olarak dikkatini çekmiş, festivale davet etmişler.

Devletimiz göndermemiş, yasak.Köyden 1962 yılında Almanya'ya işçi olarak gidenlerden müsait olanlar Türkiye'ye çağırılmış.

Bu film kesilerek, onların valizlerine, çantalarına, ceplerine konmuş, Almanya'ya ulaştırılmış.

Almanya'da bunlar eklenmiş ve festivale katılmış.

Yani kim ayarladı bizim için önemli değil.

Yasak olan bir olayı oraya götürüp orada yarışmaya katılmak önemli.

Gururla söylüyoruz efendim.

Türkiye Cumhuriyeti'ne uluslararası ilk ödülü getiren köydür burası.1963 Berlin Film Festivali Altın Ayı birincilik ödülünü biz almışız.

Siz bizden habersiz filmi kaçırdınız diye filmi yasakladılar.

Film daha 5-6 yıl önce serbest oldu.

Bu filmi yılda bir defa seyretmeyince biz biz olmayız.

O kadar önemlidir bizim için.-Yasaklara karşısınız…Bizim köyümüzde çok yasak yoktur.

Ama 3-4 kelime yasaktır.

Bizde "Kör" diyemezsiniz.

Gözü görmüyor diyeceksiniz. "Sağır" diyemezsiniz. "Kulağı duymuyor" diyeceksiniz. "Topal" diyemezsiniz. "Ayağı aksıyor" diyeceksiniz. "Deli” diyemezsiniz. "Özel insan" diyeceksiniz.

Muhtarlık binasında Atatürk ve Mahmut Türkmenoğlu'nun haricinde köyümüzün iki tane özel insanının fotoğrafı asılı.

Her yıl onların hayrını yaparız biz köyde.

Bu yıl 10 Kasımda Atatürk'ün hayrı vardı.

Başka bir yerde Atatürk'ün hayrını gördünüz mü?Berrin Tuncel BirerOdatv.com

İlgili Sitenin Haberleri