Haber Detayı

‘Bir fotoğraf savaşı durdurmaz ama kamuoyu tepkisini yönlendirebilir’
Kelebek hurriyet.com.tr
07/12/2025 07:00 (2 hafta önce)

‘Bir fotoğraf savaşı durdurmaz ama kamuoyu tepkisini yönlendirebilir’

Dünyanın dört bir yanında, çatışma bölgelerinde fotoğraf makinesiyle gerçeğin peşinde koşan ünlü savaş muhabiri ve fotoğrafçı Coşkun Aral yaşadıklarını kitaplaştırdı. ‘İmkansız Coğrafyalar’ vesilesiyle Aral’la bir araya geldik; hafızalara kazınan karelerinin ardındaki hikâyeleri, savaşlardaki tanıklıklarını ve yaşadıklarının ondaki izlerini konuştuk.

Savaş muhabirliği denince akla gelen ilk isimlerden biri.

Dünyanın en zorlu bölgelerinde türlü vahşete, yıkıma, dönüm noktalarına tanıklık etmiş bir gazeteci.

Savaş muhabiri, fotoğrafçı, seyyah, belgesel film ve televizyon yapımcısı Coşkun Aral yeni kitabı ‘İmkansız Coğrafyalar’da karşılaştığı insan hikâyelerini, savaşın görünmeyen yüzünü ve kişisel tarihinin olduğu kadar modern tarihin de dönüm noktalarını anlatıyor.

Aktif gazeteciliği bırakan Aral’la hayatını, mesleğini ve ‘İmkansız Coğrafyalar’ı konuştuk. ◊ Çocukluk yıllarınız meslek seçiminizde etkili oldu mu?

Travmalarla büyümüş bir çocuktum.

İdolüm olan dayım idealist bir doktordu, ben de ona yardımcı olurdum.

Bu süreç hem sağlığın hem de yaşamın kıymetini çok erken anlamama neden oldu.

Siirt’teki Mücadele gazetesinde geçirdiğim çıraklık dönemim de bunu pekiştirdi.

Yaşananları fotoğrafla aktarmak ve bunu dünya boyutunda yapmak...

Bu yüzden hep gazeteci ve doktor olmak istiyordum. ◊ Gazeteciliğe adım atışınız nasıl gerçekleşti?Yaklaşık 13 yaşımda Mücadele gazetesinde stajyer gibi çalışıyordum. 1970’lere geldiğimizde, 68 rüzgârı Güneydoğu’yu da etkisi altına almıştı.

Türk, Kürt, Arap kimliklerinin, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün etkisiyle şekillenen siyasi mücadelelerin arasında büyüdüm.

Bu ortam beni sürekli sorgulamaya itti ve gazetecilik benim için bir seçenek değil, zorunluluk haline geldi.

Liseyi bitirdiğimde zaten gazetecilik yapıyordum.

Silahın ve terörün yoğun olduğu bir yerde büyüdüğünüzde anlatacak çok şeyiniz oluyor.

İstanbul’a geldiğim yıllar da ayrı bir kaostu; 68 rüzgârının etkileri sürüyor, 12 Mart darbesinin ve sıkıyönetimin ağırlığı hissediliyordu.

Profesyonel gazetecilik hayatım 1974’te Günaydın ve Gün gazetelerinde başladı. ◊ O günden bugüne birçok olaya tanık oldunuz, birçok ölümsüz kareye imza attınız. ‘İmkansız Coğrafyalar’ı yazma kararını nasıl aldınız?

Bizim gibi kitap okuma alışkanlığının zayıf olduğu ülkelerde özellikle fotoğraf kitapları hâlâ lüks sayılıyor.

Benim derdim, özellikle gençlerin, yaşadıkları pek çok şeyin aslında başka coğrafyalarda da yaşandığını bilmesi. ‘İmkansız Coğrafyalar’ı da bir fotoğraf kitabı olarak değil, yaşadığım tanıklıkları anlatan bir kitap olarak düşündüm.

Hafızam tazeyken  kendi dilimle anlatmak istedim.◊ 1982 Lübnan savaşıyla ilgili bir yorumunuz özellikle dikkatimi çekti. “Savaş kurumsallaşıyordu” diyorsunuz.

O günden bugüne savaşların medyayla ilişkisi sizce nasıl değişti?

Bugün dünyada iki tür toplum var: Bilgi toplumu ve ilgi toplumu.

Bilgi toplumu yaşanmışlıklardan ders çıkarır; bilgiyi alır ve kendi yaşam kalitesini yükseltmek için kullanır.

İlgi toplumuysa, tıpkı çocukların bağırarak dikkat çekmeye çalışması gibi, sadece ‘görünmek’le meşguldür.

Biz maalesef uzun süre ilgi toplumunda kaldık.

Bugün savaşların medyayla ilişkisine baktığımızda işte bu fark çok net ortaya çıkıyor.

Bilgi toplumunda medya, insanların yaşam kalitesini korumak ve geliştirmek için bir araçtır.

Bizdeyse çoğu zaman ilgi toplumu refleksiyle kullanılıyor.

Yani haberciliğin özü olan sorgulama, doğrulama, belgeye dayandırma geri planda kalıyor.

Çözüm çok basit: Sorgulama becerisi çocuk yaşta kazandırılmalı.

Cinsiyet ayrımı olmadan, kız-erkek birlikte büyümeli, birlikte eğitim almalı.

Medya değişebilir; dijital olur, kâğıt olur, hologram olur...

Önemli olan mesajın doğruluğu ve belgesel temele dayanması.◊ Kitapta bahsettiğiniz ülkelerden sizi en çok zorlayan hangisiydi?İnsan olmaktan utandığım yerler, kin ve intikam duygusunun toplumları esir aldığı savaş bölgeleri...

Lübnan bunun başlangıcıydı.

Ama en vahşetlisini sorarsanız; Ruanda’daki soykırım (1994).

İki ayda 800 binden fazla insanın öldürüldüğü bir katliama tanıklık ettim.◊ Gitmediğiniz ülke var mı?Tonga, Tuvalu, Vanuatu...

Sanırım böyle 10-15 tane küçük devlet var.◊ Çekim yapmanıza izin verilmemesi gibi durumlar bir yana, sizin çekmeyi tercih etmediğiniz anlar oldu mu?

Evet, oldu.

İki-üç farklı bölgede öldürmelere tanıklık etmem, idamları çekmem söylendi.

Birilerinin ölümüne karar veriliyordu ve benden bunu fotoğraflamam isteniyordu.

Çekmedim.◊ Beyrut’ta yaşadıklarınız, özellikle çocuk ölümleri tüyler ürpertici.

Bunca ölüme, travmatik ana şahit olduktan sonra gündelik hayatınızda sorun yaşıyor muydunuz?

Siirtli biri olarak zaten şiddetin ve silahların gölgesinde büyüdüm.

O coğrafyada ölümün ve öldürmenin nasıl normalleştirildiğini yaşadım.

Sonra bunun nedenlerini sorgulamaya başladım.

Çocukluğum sağlık sorunlarıyla geçti.

Ortaokulda, İstanbul’da, Güneydoğulu olduğum için hep ‘öteki’ gibi görüldüm.

Bedensel sorunlarım nedeniyle engelli algısına da maruz kaldım.

Bu bir tür erken bağışıklık kazandırıyor insana.◊ Bugün tekrar gitmeye çekineceğiniz bir yer var mı?

Yok.

Girebilsem Gazze’ye girerim.

Denedim ama giremedim.

Filistin dramında şu andaki teknolojiyle bazı şeyler çok daha iyi aktarılabiliyor.

Çok olmak isterdim orada.

Bir fotoğraf savaşı durdurmaz ama savaşı kitlelere aktardığı zaman ortak bir tepkiyi, kamuoyu tepkisini yönlendirebilir.◊ En son ne zaman sahaya çıktınız?

Sahada olmayı özlüyor musunuz?Bundan iki yıl önceki depremde, dördüncü gün sahadaydım.

Ancak dizlerimden dolayı dönmek zorunda kaldım.

Sizin gibi genç gazetecileri görünce sahaları özlüyorum.

Sizler için de dileğim şu: Bugün yazamadıklarınızı, gösteremediklerinizi yarın gösterebilir hale gelmeniz.◊ Gittiğiniz yerlerden anı toplamayı sevdiğinizi söylüyorsunuz.

Bir koleksiyonunuz var mı?Vardı...

Ama bir süre önce Şirince’deki evime hırsız girdi, çok şey gitti.

Afrika’daki ilk köle ticareti döneminden kalma zincir demirleri vardı, kölelerin ayaklarına vurulmuş olan...

Onlar gitti ama duranlar var.

Mesela Ruanda’daki katliamdan sonra vücudunun yarısı başka yerde olan bir adamın elindeki küçük İsa figürü...

Bunlar belki bir gün bir müzede yer bulur.

Belki kızım uluslararası bir müzeye verir, bilmiyorum.

Aral’ın fotoğrafları yabancı basında da kullanıldı.

Kitaptan... ‘Kaçırılan Uçak’“Birtakım sakallı kişiler uçağın içinde gidip geliyordu.

Pilot nihayetinde anons yaptı ve mikrofonu alan kişi amaçlarının Türkiye’deki askeri rejimi protesto etmek olduğunu, uçağı İran’ın başkenti Tahran’a indirdikten sonra Sovyet Kızıl Ordusu’na karşı savaşmak üzere Afganistan’a gideceklerini duyurdu.

F2 Nikon makinemi çıkardım.

Koltuk hizasından, koridordan geçen ve hava korsanı olduğunu tahmin ettiğim kişileri çektim.

Fotoğrafını çektiğim kişiye gazeteci olduğumu, kendileriyle görüşmek istediğimi söyledim.

Makinelerimle beraber kokpite girebileceğimi söylediler.

Kokpitte ‘Uçakta bir başka gazeteci arkadaşım da var’ dedim.

Osman Arolat röportajı yaptı, ben fotoğrafları çektim...”

İlgili Sitenin Haberleri