Haber Detayı
Bazı yolculuklar valizle değil bir duyguyla başlar
EBRU Erke’yi Hürriyet’teki yazılarından tanırsınız.
Gastronomiyi bir bilim gibi değil, bir duygu gibi anlatır.Aslında her şey onun başka bir mesleği varken başladı.Gıda mühendisliğinden mezun oldu, uzun yıllar özel sektörde çalıştı.Ama bir yerden sonra içindeki ses ona şunu fısıldadı.“Senin yolun mutfaklardan değil, hikâyelerden geçiyor.”İşte o ses onu önce radyoya götürdü.Beslenme üzerine programlar yaptı, yemek kitapları hazırladı.Ve bir gün kelimeler bir kapı açtı.Gastronomi sadece “yemek” değildi; bir ülkenin hafızasıydı, kültürüydü, kimliğiydi.BİR FİNCAN ÇAYLA BAŞLAYAN HİKÂYE Ebru’nun çayı anlatma hikâyesi bir fikirden değil, bir duygudan doğdu.Bir gün sırt çantasını alıp Hindistan’a gitti.Rutin bir seyahat gibi başlayan yolculuk, Assam’ın sisli tepelerinde başka bir şeye dönüştü.Orada, dünyanın en iyi çay masterlarından biriyle iki ay geçirdi.Yaprakların nasıl toplandığını, oksidasyonun nasıl bir ritim tuttuğunu, toprağın nasıl karaktere dönüştüğünü öğrendi.O günlerde çay ona sadece bir içecek gibi gelmemeye başladı.Doğayla yapılan bir anlaşma, bir felsefe, bir sabır işi gibi geldi.Ve hikâye tam orada başladı.ÇAY YALNIZCA İÇİLMEZ AYNI ZAMANDA ANLATILIR Türkiye çay konusunda dünyada benzersiz bir konumdaydı aslında.Dünyanın çay ülkeleri arasında çok sayıda ödülümüz yoktu belki ama kültürümüz vardı.Rize çay bardağından kahvaltı sofralarına, misafirlik geleneğinden sabah uyanma ritüellerine kadar çay bu ülkenin kimliğiydi.Ebru tam da bunu fark etti.Türkiye’nin çayının bir hikâyeye, bir kimliğe, bir markaya ihtiyacı vardı.Ve Ebru’nun çay aşkı başka bir hikâyeye dönüştü.ÜÇ KADININ GÜÇ BİRLİĞİ BİR İŞ FİKRİNE DÖNÜŞTÜPANDEMİ öncesi dünya çay ülkelerini dolaştığı belgesel sırasında Sri Lanka’da, Japonya’da, Tayvan’da hep aynı şeyi gördü.
Çay, aslında bir ülkenin kendini anlatma biçimiydi.Türkiye’ye geldiğinde Rize’de Aytül Turan ve Yasemin Serdar ile tanıştı.İki kadın, iki amatör çay üreticisi.Sadece hobi olarak ürettikleri yeşil çay, dünya standartlarında bir kaliteye sahipti.Ebru, bu çayı Çırağan’ın genel müdürü Bay Radtke’ye tattırdı.O an, hikâyenin kırılma noktasıydı.“Bizim için bir çay koleksiyonu hazırlamalısınız” dedi.Ebru Çin’den tamamen kendi imkânlarıyla makine getirdi.Üretimi standardize etmek için Aytül ve Yasemin’le birlikte çalıştı.Hindistan’daki hocası Parag’ı Rize’ye davet etti.Toprak analizi yaptı, bitki sağlığına baktı, hasadı optimize etti.Ve Karadeniz’in topraklarıyla Asya’nın ortodoks çay tekniklerini birleştiren bir sistem kurdu.Bugün Chaika’nın ürettiği yeşil çaylar yüksek kateşin değerleri, zengin antioksidan yapıları ve rafine aromalara sahip.Anadolu’nun bitkileriyle yapılan harmanlar, fitoterapistlerin danışmanlığıyla oluşturulan sağlık odaklı içerikler, hiçbir aromanın kullanılmadığı saf ürünler...Şahane bir öykü değil mi?BU YOLCULUK BENİ DE DEĞİŞTİRDİEBRU Erke; “Bu yolculuk beni bir gastronomi yazarı olmaktan çok, bir çay öğrencisine dönüştürdü” diyor.Ve ekliyor.“Hayatımda hiçbir şey çay kadar beni dönüştürmedi.
Çay bir karakter.
Ve o karakteri ancak onunla aynı nefesi alarak anlayabiliyorsunuz.
Türkiye’nin çayına dışarıdan bakınca eksik olan tek şeyin değer olduğunu gördüm.
Türkiye’de çay içilmiyor; yaşanıyor aslında.
Ama markalaşmamış, kimlik kazanmamış bir kültürden söz ediyoruz.
Sri Lanka’da, Japonya’da, Tayvan’da gördüğüm şey şuydu.
Her çay ülkesi kendi hikâyesini dünyaya anlatıyordu.
Bizim ise bir hikâyemiz vardı ama adı yoktu.
Ben bu hikâyeyi anlatmaya çalışıyorum.
Çünkü biliyorum.
Bir şeyi dünya standardına taşımak istiyorsanız, tesadüfe bırakmazsınız.”MEĞER EN ÇOK PİZZA ROMA’DA DEĞİL NEW YORK’TA SEVİLİRMİŞPİZZA denince akla elbette İtalya gelir.Roma’nın taş fırınları, Napoli’nin ustaları, incecik hamurlar, mozzarella...Ama görünüşe bakılırsa mesele artık sadece “İtalya’nın alametifarikası” olmaktan çıkmış.Dünya standartlarında pizzacıların en çok bulunduğu şehir,Şaşırmayın; Roma değil, New York.Chef’s Pencil’ın kapsamlı araştırması da bunu doğruluyor.Evet, Avrupa’nın en iyi pizzalarının hâlâ Roma’da yapıldığı tartışmasız...Ama liste detaylarına bakınca çok ilginç bir tablo çıkıyor.“Küresel 50 En İyi Pizza” sıralamasında Londra, Paris’i geride bırakmış.
Londra’da 16 elit pizzacı var.Paris’te bu sayı 14.Üstelik Chiswick’teki Napoli on the Road, “Avrupa’nın İtalya dışındaki en iyi pizzacısı” seçilmiş.Madrid ve Kopenhag listeye altışar mekân sokmuş.Brüksel ve Moskova beşer pizzacıyla takip ediyor.PEKİ PİZZAYI EN ÇOK KİM ARIYORAraştırmanın en eğlenceli kısmı belki de burası.Google aramalarına bakılmış...Ve sonuç...Dünya çapında pizzayı en çok arayan şehir Philadelphia.Bu yılın başında açıklanan Top 50 listesine göre dünyanın en iyi pizzası artık New York’ta servis ediliyor.Bu, İtalya dışındaki bir pizzacının ilk kez “dünyanın bir numarası” olarak kabul edilmesi anlamına geliyor.Yani pizzanın göç hikâyesi, artık gastronomik bir liderliğe dönüşmüş durumda.