Haber Detayı
Son emir, son gülümseme, son bakış En yakınındakilerin kaleminden Atatürkün veda günleri
Atatürkün silâh arkadaşlarından Kılıç Ali ile son başbakanı Celâl Bayarın hatıraları, Onun son günlerine ayrı ayrı pencereler açar: O günlerde Atatürk enginar istemişti. Bu, içtenlikle arzulayıp sipariş ettiği ilk ve son yemektir. Ne yazık ki, onu tadına varmak kendisine nasip olmadı.
Atatürkün yakınında yer alanların,1938den sonra yayımlanan kitaplara yansıyan hatıralarında Atatürkün insani yanları da yer alır.
Hizmetkârı olarak Atatürkün sürekli yanında bulunan kişilerden biri olan Cemal Granda, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevini Atatürkün ölümüne kadar sürdüren Hasan Rıza Soyak, Güney Cephesi Kahramanı ve yakın silah arkadaşı Kılıç Ali ile son Başbakanı Celal Bayar gibi isimlerin hatıraları Atatürkün son günlerine farklı açılardan ışık tutuyor.SON ANLARICemal Granda, daha Atatürkün önce garsonu, sonra yakın hizmetkârı olarak başladığı görevini 1927den 1938e kadar sürdürdü.
Anlatan: Cemal Granda.
Yazan: Turhan Gürkan Atatürkün Uşağı İdim kitabı, 1971 yılında çıktı.
Kitap, 2019da Atatürkün Uşağının Gizli Defteri başlığı ile yayımlandı.
Kitapta, Grandanın Atatürkün son anlarıyla ilgili olarak şu anlatımı yer alıyor:9 Kasımı dalgın bir halde geçiren Atatürk, dakikadan dakikaya sönmeye başlamış.
Gelen haberlere göre artık umut kalmamış. (...) Gözyaşlarımızı tutamıyorduk.
Artık hayat bize zindan gibi görünmeye başlamıştı.
O geceyi uykusuz geçirdik. (...) 9 Kasımı 10 Kasıma bağlayan gece Atatürkün harareti 37.5, nabzı 132, solunumu 33 imiş.
Rengi tamamen solmuş.
Gırtlağından bir ara Hı.. . hı.. hı... diye bir ses çıkarmış.
Doktor Mehmet Kâmil Berk başucunda bir yandan gözyaşlarını akıtırken, bir yandan da ıslattığı bir pamukla Atatürkün ağzına su vermeye uğraşıyormuş.SON İSTEĞİ ENGİNARKılıç Ali, milli mücadelenin başlangıcından ölümüne kadar Atatürkün en yakınında bulunan isimlerden biriydi, silah arkadaşıydı.
Hulusi Turgutun Atatürkün Sırdaşı - Kılıç Alinin Anıları kitabında, Atatürkün 8 Kasımda ikinci ağır komaya girmeden önceki hasta yatağındaki son günleri şöyle anlatılır:O günlerde Atatürkün canı enginar istemişti.
Mevsimi olmadığı için Hasan Rıza Soyak, Hataydan telefonla enginar sipariş etmişti.İkinci ponksiyonun (vücuttan iğneyle sıvı çekme) ertesi sabahı odasına girdiğimde bana sordu:- Yahu doktorlar bana niçin enginar yedirmiyorlar?Ben de kendisine enginar mevsimi olmadığı için Hataya sipariş edildiğini ve bu günlerde geleceğini söyledim.
Memnun oldu.
Bu enginar yemeği Atatürkün yanında bulunduğum uzun yıllar içinde içten arzu ederek sipariş ettiği ilk ve son yemekti.
Maalesef bunu yemek kendisine nasip olmadı.BİR TARİH GÖÇÜYORKılıç Ali, Atatürkün vefat anını da şöyle anlatır: Hayatına herhangi bir şekilde kastedilmemesi için icabında canımızı bile fedaya hazır olduğumuz Atatürk, gözümüzün önünde güpegündüz, fani hayata veda edip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük bir acz içinde duruyor ve kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. (...) Hasan Rıza Soyak ve İsmail Hakkı Tekçe ile birlikte ellerimizi kavuşturmuş, son saygı durumunda duruyorduk.
Hasan Rıza dayanamadı, büyük üzüntü içinde şöyle dedi:-Kılıç bak, koskoca bir tarih göçüyor!Saat tam dokuzu beş geçiyordu.
Atatürk birdenbire gözlerini açtı.
O güzel mavi gözlerini son olarak bize yöneltti.
Ve hemen kapadı. (...) O güzel gözler artık ebediyyen kapanmıştı.Atatürkü kurucusu olduğu cumhuriyetin 29 Ekimdeki yıl dönümünün ardından vefatının 87. yıl dönümünde de yine özlem, sevgi ve şükran hisleri ile anıyoruz.
Vefatının ardından oluşan matem havası zaman içinde dağılırken, Atatürke Türk halkının duyduğu büyük sevgi ve bağlılık ise aradan geçen zamana rağmen hiç eksilmedi.VEKİLİ OLMADIİsmet Bozdağın Bilinmeyen Atatürk-Celal Bayar Anlatıyor kitabında, Atatürkün son günlerinde yerine vekil getirilmesi konusu ile ilgili şu ifadeler yer alıyor:Meclis Başkanı Abdülhalik Renda ve bakan arkadaşlarım Dolmabahçe Sarayının Başyaver Odasında toplandık. (...) Anayasanın emirlerini, vekilin vazifeye başlamasının muhtemel mahsurlarını saydım. (...) Dedim ki: Bu anlattığım sebeplerle Abdülhalik Beyin vekil olarak vazifeye başlaması bazı mahsurları ihtiva ediyor. (...) Bugüne kadar işleri şahsi sorumluluğum altında yürüttüm.
Bugün birlikte bir karar alarak bundan sonraki işlerin ortak sorumluluğumuz altında yürümesini istiyorum. (...) Bundan böyle de işleri vekilsiz yürütelim.
Ben başvekil olarak hiçbir büyük icraata girişmeyeceğime size söz veririm.
Cumhurbaşkanının imzasına ihtiyaç gösteren acele işleri, imzalanmış gibi yürütmeye devam edelim. (...) Karar ittifakla alındı.
Böylece komadaki Atatürkün yanı başında son Bakanlar Kurulu toplantımızı yapmış, nefes alıp verdiği sürece kendisine vekil göstermeyi şanına yakıştıramadığımızı karara bağlamıştık.GÖZLERİNDEN VEDA İŞARETİNİ ALDIMBayar, aynı kitapta Atatürk ile komaya girmeden önceki son görüşmesini ise şöyle anlatıyor: Veda için elimi uzatırken bu sefer: Bilançoyu zengin buldum dedi.
Memleket için hayırlı muvaffakiyetli işler başarıldığını gördüm.
Seni ve vekil arkadaşlarını tebrik ederim.
Sağ eli yorganın dışında duruyordu.
O dünyanın en güzel ve hastalıktan büsbütün incelmiş ellerini, bu en büyük Türkün elini iki elimle kuş okşar gibi tuttum, yeryüzünün en büyük tazim ve sevgi duyguları ile öptüm ve yanağımı yasladım.
Ağlıyordum.
Ben Başvekilliğimi, O Cumhurbaşkanlığını unutmuş gibiydik.
Konuşmuyorduk.
Artık kelimelerin bir değeri kalmamıştı.
Gözlerimle gözlerinden veda işaretini alarak ayrıldım.SON 29 EKİMKılıç Ali; Son Günleri kitabında da, 29 Ekim 1938deki anısını şöyle anlatır: Cumhuriyet bayramı münasebetiyle her taraf elektriklerle donanmıştı.
Fakat her tarafta bir sükunet, her tarafta bir teessür ve sessizlik vardı.
Millet içten içe ağlıyordu.
Bu arada Kız Kulesi de donanmıştı.
Fakat buradan atılan fişekler ve patlayıcı maddeler Atatürkü rahatsız etmiş olmalı ki zile basıp sofracı Kamili çağırdılar.
Ben de yine arzu ettiklerini paravanın arkasından takip ediyordum.
Sofracıya Bu patırdılar nedir? diye sordular.
Zavallı Kamil de, aklınca Atatürkün hüzün duymamaları ve müteessir olmamaları düşüncesiyle Gök gürlüyor Paşam! diye cevap verdi.
Atatürk, bu çocuğun verdiği cevabın samimiyetini anladılar ve gülerek ona; Haydi enayi dediler ve tekrar yataklarına uzandılar.KAYNAK: MİLLİYET/ Aydın Hasan