Haber Detayı
57 Yaşında Aramızdan Ayrılıp, 87 Yıldır Yaşayan Büyük Atatürk’e…
Yıllardan 1938, aylardan Kasım, günlerden Perşembe! O gün bizim en büyük yasımız! Yıllardan 2025, aylardan Kasım, günlerden Pazartesi! Bugün bizim özlemle anma günümüz! Doğumunun üzerinden 144 yıl geçmiş. Aramızdan ayrılalı 87 yıl olmuş. 57 yaşında aramızdan ayrılmış. 87 yıldır yaşıyor. Gel de hem reçete, hem derman, hem ilaç, hem umut, hem çare, hem çözüm olan bir lideri hakkını vererek anlatmaya çalış...
Değerli Okur!
Bugün benim içimden geçenleri sizlerle paylaşma günüm…Her 10 Kasım geldiğinde kendi iç dünyamda yürür, kendi iç denizimde yüzmeye çalışır, içimde giderek büyüyen sızıyı, burukluğu yine ve yeniden yaşar, bağıra çağıra ağlama duygumla baş etmeğe çabalarken yapamadıklarım için kendimle hesaplaşırım…Yaşamın değerini bilecek kadar ölümü, özgürlüğün ve barışın değerini bilecek kadar savaşı gören bu büyük lidere her gün, özellikle de 10 Kasım’da saygımı, şükranımı O’nu içinde büyüten, yaşayan herkesle yazarak, konuşarak paylaşmak isterim…Her 10 Kasım’ın bizim için hüzün ve hasret olduğunu, O’nu görmesek de hep hissettiğimizi, gün geçtikçe daha çok anıp aradığımızı, bunun başka coğrafyalarda görülmeyen özel bir duygu olduğunu anlamaya- anlatmaya özen gösteririm...Saydığım ve sayamadığım tüm bu nedenlerden ötürü hüzün çöker içime…Hayatımıza en çok değer katan, aydınlığı, devrimleri, ilkeleri, umudu, kendi adıma varlığımı borçlu olduğum o ışık saçan gözlerin hüznü çöker içime…O zorlu koşullarda; yürüyerek değil koşarak kurduğu aydınlık yapının, çağdaş eğitimin, laik yaşam biçiminin ve onurlu dış politikanın değerini bilememenin hüznü çöker içime…O’nun çöküşten dirilişe, karanlıktan aydınlığa giden uzun yolun zorlu dönemeçlerindeki başarı öyküsünün arka planının ve ülkenin kaderini değiştirirken tükenen kısa yaşamının hüznü çöker içime…Acelesi varmış gibi; kadını, gençliği, eğitimi cumhuriyet projelerine oturtarak ülkenin temeline en güçlü harcı koyan büyük Atatürk’ün aramızdan ayrılışının her yıldönümünü yediden yetmişe herkesin evinden- ailesinden birinin kaybı gibi görmesinin hüznü düşer içime…Akşam sofralırında kağıt, kalem, kara tahta, tebeşirle çizip anlatarak planladığı, bariyerleri, barikatları aşarak kurduğu Cumhuriyetin geldiği yeri görünce, emanet ettiklerine ihanet etmenin üzüntüsü çöker içime…Hala yaşamımızı, günümüzü, geleceğimizi aydınlatmayı sürdürdüğünün mutluluğu derken…Bu toprakların yetiştirdiği en büyük lider Mustafa Kemal’i düşünürken, elimizden hoyratça alınmaya çalışılan Cumhuriyet’i özlerken, bunun ilk ateşini yakan, derinleştiren, zenginleştiren Gazi’yi anarken, bunca yıldır, onca saldırıya rağmen yıkılmayan ve her daim sırtımızı dayayacağımız yüce dağın adının GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK olduğu gerçeği yerleşir içime…Bizi biz yapan değerlere verdiği emeğin, kamusal yaşama katkılarının, bağımsızlığın, seçme seçilme hakkının, bilimi öne çıkaran adımlarının, operayı- baleyi, tiyatroyu- orkestrayı, heykeli, konservatuarı, modern eğitimi bizimle tanıştırmasının mutluluğu yerleşir yüreğime…Geçen yıl 10 Kasım nedeniyle çıkan ilanlarda, İstanbul Eczacı Odası’nın; “En güzel ilacımız sen oldun!” mesajı, Mektebim Koleji’nin; “Herkesin biri duruşu vardır.
Bizim duruşumuz saygı duruşu!” şeklindeki ilanı düşer aklıma…Ona duyduğumuz minnetin giderek arttığını görünce, ona yapılanlar karşısında duyduğumuz sızının tavan yaptığını fark edince, onun devlet adamlığına ve kişilikli dış politikasına ne kadar muhtaç olduğumuzu anlayınca, bunca yıla rağmen bilgi ve umut dağıtmaya devam etmesinin aydınlığı düşer içime…Aradan geçen bunca yıla rağmen; Atatürk sevdalılarının, bilinçli Cumhuriyet âşıklarının, bu güzel ülkenin yiğit, yurtsever, devrimci delikanlılarının, güneş gözlü kızlarının deniz gibi dalga dalga yayılarak, gökyüzü gibi sonsuza dek çoğalarak artmasının sevinci düşer içime…O’nun dağılmış bir imparatorluktan bir ulus devlet kurulmasına öncülük ve önderlik ederken, Kurtuluş Savaşı’nın en can alıcı adımlarını atarken, o koşullarda ortaya attığı öğretilerinin hala umut, çözüm, çare oluşunun gururu düşer içime…Modernleşme hedeflerini, kültür ve aydınlanma devrimini, çağdaş uygarlığı birbirini tamamlayan somut adımlar olarak görmesindeki isabet, “Türk milleti çalışkandır!
Türk milleti zekidir!” diyerek, ulusuna özgüven aşılamasındaki öngörü düşer içime…Aydınlanma devriminin kilit adının, yaşama da koşullara da yüreklice kafa tutan, gerçeği on ikiden vuran bir kahramanın adıyla bütünleşen; vatan, ulus, yurtseverlik, değişim ve sürekliliği temsil eden Kemalizm öğretisinin derinliği düşer içime…Çanakkale’de, Anafartalar’da, İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da toprağı vatan yapmaya çalışırken; Ulusunun yazgısını değiştirmek için Samsun’a çıktığında 38 yaşında olan, Bağımsızlık savaşını kazanıp Türkiye Cumhuriyet’ini kurduğunda 42 yaşını süren, Devrimleri gerçekleştirdiğinde 50’li yaşlarda, aramızdan ayrıldığında 57 yaşında olan Gazi Mustafa Kemal’in 15 yılda gerçekleştirdiği müthiş destan düşer içime…Tarih sayfalarını çevirirken; 10 Kasım 1929’da: “Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır.
Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin, milletin saadet ve selameti için feda eden vatan evlatları çoktur.” Şeklindeki sözleri düşer içime…Hitler faşizminden kaçarak Atatürk Türkiye’sine sığınan kültür, bilim ve sanat insanları için yıllar sonra Berlin eyaleti eski başbakanının; “Atatürk’ün kurduğu modern Türkiye, Alman kültürünün yaşaması için bir liman oldu.” Şeklindeki açıklaması gelir aklıma…Askerine siviline, kadınına erkeğine, gencine yaşlısına, köylüsüne kentlisine, sporcusuna öğretmenine özgüven ve kişilik aşılayan, dünyadaki pek çok ülkenin ders kitaplarında yer alan, hakkında en çok yazı yazılan, kitap hazırlanan lider olan, başı dik, onurlu, inançlı ve kararlı adımlar atarak savaşın ve barışın eşsiz kahramanı olarak tarihe geçen Büyük Atatürk’e sahip olmanın gururu yerleşir belleğime…Vatan kurtarmanın, devlet kurmanın, mazlum milletlere örnek olmanın ulaşılmaz ustasının 57 yıllık ömrünü ulusunun hizmetine sunma özverisi, şarkılara- türkülere eşlik etmesi, adını tarihe onurla, şerefle yazdırması gelir aklıma…Yurt nedir?
Özgürlük nedir?
Vatan nedir?
Bağımsızlık nedir?
Toprak sevgisi nedir?
Sorularına yanıt bulduğum onurlu bir yaşam gelir aklıma…Tüm resmi görevlerinden istifa ederek, yani kendi rütbelerini kendisi sökerek, unvanlarından kendi özgür iradesiyle ayrılarak mücadelesini başlatan başı dik, özgüveni tam bir lider gelir aklıma…Ürkeklikten uzak, atak, öncü ve cesur atılımlarıyla Türkiye’nin askeri, siyasi, iktisadi, diplomatik ve politik olarak önünü açan, batıdan ve doğudan icazet ve emir almadan, onlara ve oralara ödün vermeden doğru bildiği yolda dimdik yürüyen bir önder düşer aklıma…Eğitimle henüz yeni tanışan bir ulus, parasız, yalvarmayan, küçük düşmeyen, onurlu, başı dik ve devrimlerle taçlanan bir Türkiye ve sırtımızı bir kaya gibi dayadığımız Mustafa Kemal düşer aklıma…Ülkemizin yoktan varoluş destanına bakarken; Pek çok şeyi göz ardı ederek, pek çok şeyi göze alarak ölümüne çıkılan bu yolun yorulmaz yolcusu, mazlum milletlerin esin kaynağı Gazi düşer aklıma…Ülke ve bölge dengeleri tek tek değişirken, belalı bir coğrafyada Kurtuluş Mücadelesi verilirken, yetişmiş insan gücü savaş meydanlarında telef olurken, eğitimi, kadını, gençliği bir kültür devrimi olarak ele alışı düşer aklıma…Cumhuriyeti sadece siyasal proje değil, toplumsal bir devrim olarak gören; O koşullarda; “Harika Çocuklar Yasası” çıkarılarak; İdil Biret’lerin, Suna Kan’ların eğitim almaları için yurtdışına gönderildiği yıllar gelir aklıma…“Efendiler!
Hepiniz vekil olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz.
Fakat sanatkâr olamazsınız.
Hayatlarını büyük bir fedakârlıkla bu sanata vakfeden çocukları sevelim.” Şeklindeki ulaşılmaz sözleri düşer aklıma…Elini sorunların üstüne de, vatanın bağrına da yüreklice, yiğitçe koyan ve geçmişle, gelecekle, bugünle derdi olan vazife kuşağına liderlik ederken; “Benim sözlerim bilimle çelişirse bilimin dediğini yapın” diyen ve görüşünü net, yalın ve kıvrak olarak dile getiren bir lider düşer aklıma…Veeee sadece 122 milyon lira olan bir bütçeyle; “İktisatsız istiklal olmaz” diyen, “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” diyebilen, “Yurtta barış, dünyada barış!” gibi evrensel bir söz söyleyen aşılmaz ve aşınmaz Gazi Mustafa Kemal Atatürk düşer aklıma…Her 10 Kasım sabahı saat 9’u 5 geçe!
Anıtkabir’e akan yüzbinler! 9 aylık bebekten 90’lık dedeye- nineye kadar birbirine dayanarak, tutunarak gelenler!
Seyir halindeki araçlar!
Mahkemedeki mübaşir!
Karakoldaki çavuş!
Okuldaki öğretmen!
Sınıftaki öğrenci!
Dağdaki çoban!
Denizin dibine inip Atatürk resmi açan dalgıç! “Emanetin baş tacımızdır” diyerek sahaya çıkan futbolcu!
Mahalledeki esnaf!
Mutfağındaki kadın!
Fabrikadaki emekçi!
Gözyaşlarını sessizce akıtarak ayağa kalkanlar düşer aklıma…Emek verenlerin, omuz verenlerin, bedel ödeyenlerin, sahip çıkanların, dimdik duranların sayısız ve sınırsız oluşunun mutluluğu düşer içime…Memleket sevmenin ne olduğunu yaşayarak ve yaşatarak anlatan Gazi Mustafa Kemal’in saygın anısı önünde Anadolu bozkırlarından ve Kars yaylalarından toplanmış çiçeklerle eğilmek düşer aklıma…Okurun sabrını ve köşemin sınırlarını zorlayarak yazının sonuna gelmem gerekirken yazacaklarımın sonuna bir türlü gelemediğim gerçeği düşer aklıma…Özetle: Türk ulusunun şeref madalyası, tarihin ve tüm dönemlerin en büyüğü, her çözümün adresi BÜYÜK ATATÜRK!
Terk etmedi sevdan bizi diyor, seni ve yaptıklarını ellerim kızarıncaya kadar ve ayakta alkışlıyorum…