Haber Detayı
Dostluk Nedir?
Pek çok kişiden duyuyor ve bizzat yaşıyorum. Neyi mi? Açıklamaya çalışayım!
Uzun süredir özlediğiniz, değer verdiğiniz, aynı duyguları paylaştığınız birkaç dostunuzla bir araya gelip biraz ülke gündeminden uzaklaşmak, başka konulara dalmak, sanattan, modadan, kültürden, sinemadan, kitaptan, müzikten söz etmek isterseniz kısa sürede bunun çok zor, hatta mümkün olmadığını anlıyorsunuz.
Bir iki ayaküstü laftan sonra yine masaya işsizlik, ekonomik sorunlar, mutfaktaki yangın, hayat pahalılığı, gençlerin arayışları ve kadın cinayetleri yatırılıp duruyor.Güç ve fikir birliğine açık, dinamo görevi gören duyarlı kimlikleriyle, özellikle gençlere yönelik yardımseverlikleriyle, özel gün ve geceleri atlamayan bellekleriyle; “Sahip olduğumuz haklar sahipsiz kalmasın!” diyerek kolay olmayan iklimlerde ve ortamlarda bile; “Sen yapabilirsin, ben inanıyorum!” şeklinde özgüven aşılayan, böylece içinizde ve anılarınızda yer etmiş dostlarınızla buluşmuşsunuz, geçmişi deşecekken, eşleri çekiştirecekken(!) güne ve sorunlara dalıp gidiyorsunuz…Birileri durmadan topu diğerine, o da havaya fırlatıyorsa!
Bir ömür harcanan o zorlu yolda alın teriyle hak edilen sıfatlar, emekler yok sayılıyorsa!
Çetele tutmanın, hesap sormanın sonu gelmiyorsa!
Gel de bu koşullarda buluştuğun dostlarınla modadan konuş, fıkralara gül, keyif yap ve eğlen.
Gel de ülke bu koşullarda iken özlenen buluşmalarda sudan sabundan konuş, sanata dal.
Hele de suya sabuna dokunan yazılar yazan biriyseniz…Kuşkusuz ki bu buluşmalarda konular bunlarla sınırlı kalmıyor.
Umutsuzluk, çaresizlik, öfke, hayal kırıklığı, hırpalayan gerçekler, yakıcı sorunlar, zorunlu ayrılıklar, uçsuz bucaksız özlem duygusu, karmaşık duygular masaya ve sohbete damgasını vurup duruyor…Vaha yok, umut bitmiş, ruh sakin değil, coşku bu toprakları terk etmiş, aydınlık çok uzakta ve siz dostlarınızla buluşuyorsunuz.
Sonra da zor dostum, bu koşullarda zor deyip o buluşmadan meyus melül ayrılıyorsunuz…Neden mi?
Şundan…Tam içiniz kararmışken o sırada aklınıza; Adını andığınızda, anılarınıza daldığınızda belleğinizde yer eden, yüreğinize yerleşen, iyiliğin-cömertliğin, özverinin, karşılıksız sevginin adı olan dostlarınız geliyor ve bir an dalıp gidiyorsunuz…Çünkü insan bazen öykülerine yaslanır, bazen anılarına sığınır, bazen başından geçenleri anlatır, onlarla teselli bulur, onlarla yaşlanır.
Bu bir bakıma dünü güne, günü yarına, bugünü geleceğe hatırlatma-geçirme-aktarma çabasıdır.
Temeli de günümüzde sayıları çok çok azalan dostlara ve dostluklara dayanır…Konuştuğunda, anlattığında, eleştirdiğinde, şaka yaptığında, kızdığında, üzüldüğünde, güldüğünde bile samimi, yalın, kendi gibi ve sahici olan, günü geldiğinde, ya da gelmeden haksız bir vedayla çekip gittiğinde de sizi eksik, yalnız bırakan, yüreğinizde sızısı her daim devam eden dostlar özlemle aranır…Yine giden bazı dostlar için allak bullak duygular, pişmanlıklar, keşkeler, utançlar, 'niye yaptım?' sorusu insanın kalbine çöreklenir.
Ve o iç çekişler yuva yaptığı ve yerleştiği o yürek denilen derin kuyudan çok güç çıkar!
Bu duruma kalp dayansa da, can yanar, acı giderek katmerleşir, eksiklik artar, anılar büyür de büyür.
Nasıl sorusu, niye sorusu, zamanı mıydı sorusu burgu gibi dönenir durur.
Kalbin üstüne tonlarca yük biner, merhem çok uzaklarda kalır, insanın içini kemiren yaralar büyür de büyür…Kuşkusuz ki; Yaşamı kolaylaştıran ve çekilir kılan şeylerin başında koşulsuz sevgi duymak, yüreğini, ekmeğini, zamanını, enerjisini paylaşmak gelir.
Tüm bunların sonunda bir gün unutulmak, yapılanları hiç yaşanmamış saymak, ansızın çekip gitmek, ya da o dosyayı sonsuza dek kapatmak da vardır…Umut veren iki örnek…Konuyu tam da iç karartıcı bir tümceyle noktalayacakken iki özel örneğe tanıklık etmem mi?
Gel de yazma!
İlki mahallemizden.
Yılların eczacısı Gürsel Tanyer anlatıyor; “Türkmenistanlı yardımcım Gülbahar hanım çalışmak için yanıma geldiğinde bana şunu sordu; “Size nasıl hitap etmemi istersiniz?” “İçinizden ne geliyorsa öyle seslenin!” dedim. “Ben annemi 4 yaşında kaybettim, size anne diye hitap edebilir miyim?” demez mi? “O gün bugün anne-kız gibiyiz kendisiyle!” Bu örnekten yola çıkarsak demek ki kan bağına bazen gerek kalmıyor, can bağı yetiyor değil mi?İkincisini konuşma yaptığım Heybeliada Lions Kulübü'nde “Atatürk ve Cumhuriyet değerlerini” anlatırken, söz isteyen bir hanımefendiden duydum; “Benim kızım ikinci çocuğunu 10 Kasım’da dünyaya getirdi.
Hastaneye giderken, 9 yaşındaki diğer torunum annesine yol boyu yalvarıp durdu. "Ne olur, kendini tut, bugün doğurma kardeşimi, o yaşam boyu hep üzülecek 10 Kasım’da doğduğu için." Torunumun bu duyarlılığı hepimizi çok etkiledi, çok duygulandık, o gün bebek doğdu, fakat ailesi onu 11 Kasım’da doğdu şeklinde nüfusa kaydettirdi.” Duyarlı gencimizin Atatürk sevdasına ve vefasına bakar mısınız?Önemli Not: Son zamanlarda gelen okur iletilerinde; “Dostluk konusunu işleyin” şeklinde yoğun istek ve taleple karşılaştım.
Kıramadım, tam yazarken tanık olduğum bu iki olay dostluk, vefa, anlayış, empati adına o kadar içime işleyip umut verdi ki yazmadan, okurlarımla paylaşmadan geçemedim…