Haber Detayı
Ocağına incir dikilen kanlı baykuş
Ocağına incir dikilen kanlı baykuş
Toplumsal çürüme, insanoğlunun toplum olarak yaşadığı mağara günlerinden beri, yakamızı bırakmıyor vesselam.
Yazılı tarihin ilk yazıldığı günlerden kalan tabletlerde bile, bunun izlerini açıkça görebiliyoruz.
Zaten Sümerler sadece edebiyat yapmak için değil, alınan satılan malların verilen borçların, yapılan ödemelerin kayıt altına alınabilmesi için yazıyı icat etmişler.
Türkiye’nin müzelerindeki Hitit, Asur, Urartu ve bilumum Yunan yazıtlarında, toplumda biraz da olsa, bir düzen tutturup, gönül rahatlığı içinde yaşayabilme arzusunu görürüz.
MEZAR DA ÇALINIR MI?
Pamukkale’mizin tarihi şehri Hierapolis mezarlıklarındaki bir muhteşem anıt mezarın üzerindeki, “taşa kazınmış mesaj” hâlâ aklımdadır.
Yaklaşık olarak şöyle diyordu, mezarda yatan adamcağız: “Her kim bu mezardaki cesedi atıp ta kendi cesedini buraya yerleştirirse, Zeus’un laneti üzerine olacağı gibi, Hierapolis belediyesine ceza da ödeyecektir!” 2200 sene öncesinden kalan bu mesaj, insanoğlunun bir türlü düzene giremeyeceğinin tarihi bir belgesi olarak, bir mermer lahit üzerinde, Denizli’nin Pamukkale’sindeki Hierapolis mezarlığında sopsoğuk mermerde durmakta.
Elbette mesajı bırakanın cesedinin dışarı atılıp, yerine bedavadan bir mezar kazanıldığına dair bir kayıt yok elimizde.
Ama o kadar uğraş ve masraf ile mezarınıza böyle bir yazı yazdırmak zorunda kalmışsanız, içinde yaşadığınız toplumun, insani ve sosyal bakımdan oldukça problemli olduğunu göstermiş olursunuz.
DESTANLARIN BİZE ANLATTIKLARI Gılgamış Destanından, Hinduların Mahabbarata anlatılarına, oradan bizim halk hikayelerimize ve türkülerimize kadar, toplumsal çürümeden şikayetler ve yakınmalarla doludur insanlık tarihi.
Yani mağarada yaşadığımız günlerdeki Güneş tanrılarından, ay tanrısına, oradan Gök tanrısına, Zeus’a, İbrahim’in tek tanrısına, yaratılan binlerce krallıklara, konulan Anayasalara, medeni kanunlara, ceza kanunlarına, idam cezalarına rağmen, hemen her ülkede hapishaneler tıklım tıklım dolu oluyor!
Bu Türkiye’de de böyle, ABD’de de Almanya’da da Endonezya’da da!
İnsanoğlu ve insankızı nasıl bir yaratıktır ki bir türlü düzene giremez bu kadar çabalara rağmen?
Nasıl oluyor da 10 bin senedir bir türlü adam gibi bir toplum yaratamıyor insanlık, hiçbir yerde üstelik!
Bir yanda yapay zekâ yaratan insanoğlu, bir yanda da aynı yapay zekâyı, kendi türünden en fazla insanın ölümüne sebep olabilecek yolları arayan aynı insanoğlu.
Uzaydan bakanlar varsa, ki vardır, kahkahalarla gülmektedirler dünya denen fani aleme bakarken.
Demektedirler ki, “Bunlar nasıl yaratıklar ki ellerinde var olan muazzam kaynakları sadece 8 milyar gibi küçücük bir nüfusa bile yetirememekteler?” Tüm dünyanın zenginliğini 8 milyarın binde biri ele geçirirken, nasıl oluyor da geri kalan binde 999 pasifçe seyredebilmekte, diye kafalarını kaşımakta, bizim uzaylı seyircilerimiz şu anda.
ABD gibi dünyanın en zengin ülkesinde, Elon Musk diye bir adam, şu anda 1 trilyon dolarlık biri olurken, onun evinden sadece üç-beş sokak ileride, yüzlerce kişi bu soğukta gecelerini sokaklarda geçirebilmekte diye, hayretler içinde kalmaktalar. 29 SAATLİK YOLDAKİ VARLIK VE YOKLUK Buna benzer bir duyguyu, bizzat kendimiz konser için gittiğimiz Brezilya’nın en güneyindeki Florianapolis kentinden, Arjantin’in başşehri Buenos Aires’e yaptığımız 29 saatlik otobüs yolculuğunda yaşamıştık.
Bu kadar upuzun bir süre içinde sağımız ve solumuz hep yeşildi.
Konya ovası gibi kahverengi hiçbir arazi geçmedik, çünkü her taraf muz çiftlikleri ile dolu idi.
Ama Brezilya ve Arjantin’in hiç bitmeyen ekonomik ve sosyal problemlerini görünce, hayretler içinde kalmış ve bu tersliği nasıl beceriyorlar diye kafamızı kaşımış ve bir türlü anlayamamıştık.
Aynı duyguları, Hindistan, Endonezya, Filipinler, ABD turlarımızda da yanımızda taşımak zorunda kalmıştık.
Çünkü bu “fani Dünyanın fani sahipleri, insanoğulları” bir türlü adam gibi yaşamayı beceremiyorlardı.
SAVAŞSIZ SADECE 150 SENE Geçenlerde dinlediğim bir Sam Harris kitabında, insanlığın 3500 senelik yazılı tarihi süresinde, sadece toplam 150 sene gibi kısa bir dönemde birbirimizle savaş etmediğimizi öğrenince, insanoğlu hakkındaki yargılarımda haklı olduğumu düşündüm.
Ayrıca, 1955 senesinde doğmuş biri olarak da 70 senelik hayatımız süresince, hemen her dönemde dünyanın bir yerlerinde savaşlar olmaktaydı: Soğuk savaş günleri, Vietnam, Kamboçya, Cezayir, Kongo, Rwanda, Rodezya, Angola, Küba, savaştan bile daha kötü darbelerin olduğu Türkiye, Şili, Arjantin, El Salvador, Paraguay, Nikaragua, Endonezya ve daha niceleri.
Aslında uzağa gitmeye gerek de yok.
Günümüzdeki Gazze, Suriye, Irak, Afganistan işgalleri ve savaşları da dünyanın insanoğlu manzarasında öyle fazla gurur duyacak sayfaları oluşturmuyor.
BIRAKALIM GAM VE KEDERİ, YOLA DEVAM!
Ama “umut fakirin ekmeği” diyen atalarımız gibi, biz de daha güzel günlere umut ile geleceğe bakalım ve 1980’lerin karanlık darbe günlerinde çokça dinlediğimiz şu türküyle kendimize bir umut aşısı yapmayı deneyelim: “Bırak gam, kederi yaralı gönlüm, yüce dağdan duman çekilir bir gün, Çapa vurulmadık bu topraklara, ilkbahar da tohum ekilir bir gün, Gün olur dikleşir eğilen basın, yaşam boyu akmaz kan ile yaşın, Matem müjdeleyen kanlı baykuşun, ocağına incir dikilir bir gün, Unuttu dediğin dost seni anar, alnının terini sofraya sunar, Sana kutsal gelen bin yıllık çınar, fiske vuruşuyla yıkılır bir gün”