Haber Detayı

Yazar ve yazgı
Cemil gözel aydinlik.com.tr
08/09/2025 10:31 (3 ay önce)

Yazar ve yazgı

Yazar ve yazgı

Samuel Beckett’in incelemesinden, 1930’ların Fransa’sında Marcel Proust’un çok az okunduğunu öğreniyoruz.

Modern zamanın en önemli yazarlarından birinin kendi vatanında az okunması garip gelebilir insana, oysa az okunmak büyük bir yazarın başlangıçtaki yazgısı.

Onlar, çağların kalabalığı içinde duyulmayan bir ses, yalnızca birkaç kulakta yankılanan bir fısıltıdırlar, başlangıçta.

YAZGISI SESSİZLİK OLANIN GÜRÜLTÜSÜ Kuşkusuz bir emek işi Proust okumak.

Hakkını vermek zaman işi.

Proust’un erkek kardeşinin şöyle söylediğini okumuştum: Diyesiydi ki, Kayıp Zamanın İzinde romanını okuyabilmek için insanlar ya bacağını kırmış olmalı ya da hasta… Tek sorun bu değildi ama.

Proust’un yapıtı, edebiyat tarihinin o güne kadar alışılmış olan tüm yollarının dışında bir yol açıyordu.

Proust, artık edebiyatın başka türlü yol alacağını müjdeliyordu ama bunu kavramak zaman alacaktı.

Onun her bir cümlesinden bir bilinç kalıntısının, kurguladığı her bir anın en küçük parçasından bütün bir zamanın derinliği taşmaktaydı.

Bu yüzden onun yapıtında zaman, geçmişle şimdinin, düşle gerçeğin iç içe geçtiği bir sonsuzluk durumuydu.

Böyle bir yapıt, çoğu okur için kolay hazmedilir olamazdı.

Nitekim, kitabı basması istenen ilk yayıncı, bu şaşkınlığı yansıtmış; uyumaya çalışan bir adamın yatakta debelenmesinin neden otuz sayfa anlatıldığını asla anlamamıştı.

Oysa Proust için o “otuz sayfa” yalnızca bir hareketin değil, zamanın betimiydi.

Onu gerçekten kavrayacak olan da ancak zaman ve sabırlı okur olacaktı.“Anlaşılmaz olaylar içinde boğulduktan, acılar içinde kıvrandıktan, bir türlü yüzeye varamamanın verdiği sinir bozucu sabırsızlık duygusuyla boğuştuktan sonra nihayet yediyüzyirmi sayfanın sonuna geldiğinde insan, bu yazının ne anlattığı konusunda en ufak, ama en ufak bir fikre bile sahip olamıyor.

Bütün bu sayfalar ne anlatıyor?

Ne anlama geliyor?

Nereye varıyor?

Anlamak imkânsız.

Bir şey söylemek imkânsız.”Bir başka yayıncının söyledikleri bunlar.

Nitekim Proust, kendi yapıtını, kendi parasıyla bastırdı.

YAYIN DÜNYASININ KÖRLÜKLERİ Yayın dünyasını yönetenlerin ezici çoğunluğunda pek bir değişiklik olmamış gibi görünüyor.

Dün, Proust’u reddedenler, uzun bir cümlede kaybolan zamanı anlamaktan acizdi; bugünse başka körlükler var: Kitapları yalnızca satış listelerindeki sıralara göre değerlendirmek, bu körlüklerden biri.

Değil mi ki risk almak yerine “garantili” isimlere yatırım yapan yayıncılık sektörü, aslında geleceğin edebiyatını suskunluğa mahkûm ediyor.

Bugün algoritmaların önerdiği kitaplar, okuru tekdüze bir güvenlik alanına çekiyor.

Piyasanın dar mantığı, okurun hızlı ve kolay tüketim alışkanlıkları, ideolojik korkular ve çağın hız tutkusu da bunda pay sahibi.

Kitap artık yalnızca bir sanat yapıtı değil, satılması gereken bir meta.

Yani estetik bir güdüklük, yeninin doğuracağı riskleri göze alamama, ekonomi ve piyasa mantığı gibi birçok etken karşımıza çıkmaya devam ediyor.

Oysa edebiyat, daima alışkanlıkları bozarak ilerlemişti ve bunu yaşatacak olan da yalnızca yayıncıların değil, okurlarında cesaretidir.Proust bu ablukayı yarıp çıkmasını bilmişti.

Jean Paul, bir dâhiyi baskılamak mümkün olsaydı o zaten bir dâhi olamazdı derken yanılmıyordu.

Kitapların yazısını belirleyenlerYazarın yazgısı, çoğu zaman kitabının da yazgısıdır: reddedilmek, anlaşılmamak, sessizlik suikastı… Ama kitabın, yayımlandığı andan itibaren, yazarından ayrıldığı da unutulmamalı; Zaman ve okur, yazarın da kitabın da yazgısını değiştirme gücüne sahiptir.Ernst Bloch, kitapların yazgısı üzerine düşünen ender filozoflardan biri.

Ona göre çok sayıda önemli yapıt genel suskunluk içinde boğulma yazgısına kurban gitmişti.

Çoğu, yazarları öldükten sonra keşfedilmişti.

Oysa bunların içinde dönemlerine uyan isimler çok fazladır.

Yani keşfedilmemeleri, dönemlerinin ötesinde ya da gerisinde olmalarıyla ilişkilendirilemez.

Bloch, 1920’li yılların, birçok önemli adın hiç keşfedilmeden kaldığı “altın yıllar” olduğunu söylüyor.

Çok sayıda örnek sıralıyor.

Sadece biri: Schopenhauer’un İstenç ve Tasavvur Olarak Dünya isimle dev yapıtı bile yayımlandıktan 30 sene sonra satılmadığı gerekçesiyle kâğıda dönüştürülüyor.

Ama Bloch’a göre bu suskunluk nihai değildir.

Eğer kitap içinde keşfedilmeyi bekleyen bir umut kıvılcımı taşıyorsa, mutlaka zamanın sınavından geçecektir.

Tıpkı Kafka’nın, Melville’in ya da Hölderlin’in uzun bir sessizlikten sonra geri çağrılması gibi.Bloch, bu konuda söyleyeceği her şeyi bir Latin atasözüne bağlayacaktır: Kitapların, okuyucunun kavrayışına göre değişen yazgısı vardır.

Proust örneğinin de gösterdiği gibi yayınevi yöneticileri, yazınsal yeteneğin kaderini ancak bir süre gölgeleyebilir.

Kitapların yazgısını piyasa değil zaman ve okur belirler.

İlgili Sitenin Haberleri