Haber Detayı
Her şey bir fotoğrafla başladı
Bir kadın, bir anne, bir çocuk, bir yazar ve bir seyirci Hepsinin hikâyesi iç içe geçiyor. Édouard Louisnin annesinin yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri, Kemal Aydoğan rejisi ve Onur Ünsalın etkileyici oyunculuğuyla Moda Sahnesinde tiyatroseverlerle buluşuyor. Oyun, 25 Ekimde seyircisine meramını sahnede anlatmaya başlayacak. Ama öncesinde, ufaktan yolluk olur niyetine ortaya karışık seyirci mesaimden, sizin payınıza düşeni anlatayım!
Beni anın büyüsüne götür / Muhteşem bir gecede / Yarının çocuklarının / Değişim rüzgârında hayal kurduğu yere. 1965te gitarist Rudolf Schenker tarafından kurulan Alman heavy metal grubu Scorpionsın 1990 tarihli Crazy World albümünde bulunan Wind of Change / Değişim Rüzgârı.
Rotamız: Moda Sahnesi.Fondaki değişim rüzgârını adeta belleğimize bir çağrı kıvamında yankılatan ise ki burada bir parantez açmak gerekir -saygılar modunda- oyunculuk hamurunun hastası olduğum, sahnede oyun oynamanın oyunculuk hanesinde, bedeni ve algısıyla rolünü, adeta yeniden yaratım sürecinin inşasını ilmik ilmik seyircinin önünde işleyen, bunu işlerken de eğlenen ve o anı yaşatan Onur Ünsal. (Es notu: Oyunculuğunun yanı sıra iyi de şarkı söylüyormuş, ki az sonra sahnede hem şarkı söyleyip hem de muazzam oyunculuğunun tüm kaslarını bonkörce sergileyecek ve seyredenleri mest edecek!) Moda Sahnesinin yeni oyunu, 29.
İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında merhabasını verecek olan, adıyla müstesna oyun: Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri.
Ajandaya not: Oyunu, 25, 26, 29, 30, 31 Ekim, saat 20.30da Moda Sahnesinde seyredebilirsiniz.
Hayatı bir tiyatro rolü gibi öğrendim...
Ben olana kadar oynadım ve ne kadar çok oynarsam, o da o kadar çok ben olacak diyen, ilk kitabı ve aynı zamanda bir otobiyografi olan Eddynin Sonu adlı romanı Fransada 300.000 kopya satarak büyük yankı uyandıran ve edebiyatseverlerin Can Yayınlarından çıkan (Babamı Kim Öldürdü, Değişmek, Şiddetin Tarihi gibi) kitaplarından aşina olduğu; tiyatroseverlerin ise -ilk defa- Moda Sahnesinin 2020de yine muazzam bir yorumla sahneye taşıdığı, ve -bence- Türkiye tiyatrosu arşivinde de özel bir yere sahip olan Babamı Kim Öldürdüden seyir defterine aldığı, bu oyun özelinde de İstanbula teşrif ederek kelamıyla dinleyenleri derinden etkileyen; sınıf, kimlik ve toplumsal adalet meselelerini sahici ve cesur bir dille ele almasıyla -hatta bu açık sözlülüğünden dolayı doğduğu ülke Fransada pek çok kişinin memnun olmadığını dile getiren- çağdaş edebiyatın en çok tartışılan yazarlarından Édouard Louisnin kaleme aldığı 80 sayfalık kitabı Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümlerini tabiri caizse ayaklandıran, cana getiren üstat Kemal Aydoğan; tek kelimeyle diyebileceğim, yapmış yine yapacağını!
Noktasız cümlelerimin arasında, biraz soluklanmak iyi gider niyetine fonunuzdaki Scorpionsın sesini açmanızı salık veririm!
Zira Onur ara ara yükseltiyor melodisini -ki oyunda soluklanabileceğiniz bir an yok!
Kerameti kendinizden menkul; ağlamak ve gülmek arasında bir yerlerde, geçmişinizle ve aslında çokça bugününüzle yüzleşebileceğiniz, hesaplaşabileceğiniz ve belki de anlama kotasını yeniden harmanlayabileceğiniz bir hikâye bu İşte tam da burada yine oyunun fonundan bir kuple sarkıtarak geliyorum Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri seyirliğimden payıma düşüp de size kalan merama.
Her şeyin başka türlü olabileceği Ve sahne Sahne ortasında -birazdan hikâyesine tanık olacağımız- bir ev çatısı ve içinde bir duvarı kaplayan, siyah beyaz bir kadının yüz fotoğrafı –şimdilerin selfiesi Bu fotoğraf hikâyenin öznesi elbet ama bizim de bütün gece değişim rüzgârına yakalanmamızı salık verecek bir kadraj anı Ve evin içindeyiz, eşyaların üzeri beyaz çarşaflarla kaplanmış.
Birazdan tek tek kaldırılan çarşafların altından çıkan -oyunu fotoğrafik bağlamda bir adım daha biz seyircilere yaklaştıran oyun enstrümanları; anlayacağız ki geçmişle konuşma zamanı yani bugünden geçmişi anlama vakti gelmiştir.
Scorpions şarkısının yavaştan kesilmesiyle sahneye giren (Louisnin, Onurun bedeninde yeniden vücut bulduğu) karakter/imiz alıyor sözü: Her şey bir fotoğrafla başladı.
Onu özgürce, geleceğe doğru coşkuyla ilerlerken görmek, babamla paylaştığı hayatı düşünmemi sağladı.
Fotoğrafı görünce, o yirmi yıllık yıkımın doğal bir şey olmadığını, dış etkenlerin -toplum, erkeklik, babam- sonucu olduğunu ve her şeyin başka türlü olabileceğini hatırladım.
Bundan sonrası tam bir Moda Sahnesinin kendine özgü hemhali / yorumlaması; Kemal Aydoğan ve Onur Ünsal arasındaki organik bağın tiyatro cephesinde ses bulması; biz seyirciler için seyrin içinde kaybolmak!
Aydoğan ve Ünsal ikilisinin ve Moda Sahnesi ekibinin diğer oyunlarından nasibinizi yeterince almışsanız, tecrübeli ve şerbetlisiniz demektir.
Ezcümle, kafa yakan patlangaçlara, kırılmalara hazırlıklı olmalısınız!
Bu hikâyenin oyun halini tecrübe etmek ve o, 90 dakikada bir ömrün dökümünü yaparken ki ahvali yaşamak; inanın, benim için çok özel bir buluşmaydı; çevirisinden uyarlamasına, dekorundan kostümüne, ışığına ve afişine kadar iyi bir oyunla hasbihal oluyoruz.
Burası net!
Aydoğanın reji yaklaşımı, bu fotoğrafı bir bellek nesnesine dönüştürüyor.
Ve Kadın doğulmaz, kadın olunur diyen Simone de Beauvoirın cümlesi, prova defterinden sahneye sızıyor.
Louisnin varlığımın yok-mekânı dediği o ev, Bengi Günayın detaylı, fakat ifşası delici dekorunda yalnızca bir mekân değil, (annenin) emeğin, tahakkümün, yeniden üretimin sessiz sahnesi oluyor.
Her şeyin yoksul ama eski olmayan olduğu bu evde, eşyaların bile patriyarkal bir şiddet biçimi olduğunun seziliyor oluşu Günayın -kanımca- bize sakinden selamıdır!
Diğer çevirilerde olduğu gibi bu metinde de Ayberk Erkay, yine yazarın gölgesinde beliriyor; o yüzden de bu hikâye bir anda ben, sen, o olmaktan çıkıp, benim, senin, onun hikâyesi oluyor.
İrfan Valının ışık tasarımında, metnin karanlıkla aydınlık arasındaki geçişlerini, anın dokümanter ritminde işleyişi takdire şayan bir tercih.
Onur Ünsalın şarkıların -diline yakıştırmayı bildiği- çevirisindeki emeği, üstüne yormadan yorumlaması ve Damla Pehlavanın vokal koçluğu; pcfgnin kostümdeki ve İlknur Alparslanın afişteki ince işçiliğine; saygılar.
Kostüm tasarımını ilk gördüğümde, burada bir tersinelik durum söz konusu diye düşündüm ve Moda Sahnesinin (her biri kafa açıcı, yeni adresler işaret etmesi bakımından da kıymetli) prova notları bölümünü okuyunca şu cümle tebessüm ettirdi: Fakat siz oyuna gelmeden şu çiçekli etek meselesini es geçmeyin.
Ve çiçekli kumaş etrafında her şey, sıkı sıkıya aldatmacayla dokunmuştur diyen, oyunun okuma listesinde olan Rebekka Endlerin kitabına bir bakın.
Bahsettiği İletişim Yayınlarından çıkan, Çiğdem Canan Dikmen çevirisi, Eşyaların Patriyarkası.
Mesaj alındı sanırım!
Onur Ünsalın bedeniyle yeniden kurduğu Édouard Louis dünyasında, değişme isteği bir estetik değil, varoluşsal bir eylem hâline geliyor; Louis, annesinin hikâyesinden yola çıkarak işçi sınıfı, yoksulluk, eril şiddet ve toplumsal cinsiyetin zincirleriyle örülmüş bir hayatı canlı kanlı hâliyle görünür kılıyor.
Ünsal, Louisnin metnini yalnızca anlatmıyor, onunla bedensel bir diyalog da kuruyor, zaman zaman annesi / Monique oluyor, zaman zaman Louis; bazen de ikisinin arasındaki anlatıcı boşluğu dolduruyor.
Bir fotoğraftan doğan bu hikâye -genç bir kadının, Moniquein fotoğrafı: Gülümseyen, özgür, cilveli bir an.
Ve Louis soruyor, Ben doğmadan önce özgür olduğunu unutmuş muydum?
Bu sorunun yankısı sahne boyunca dolaşıyor.
Meraklısına not: Aydoğandan ve prova notlarından öğrendiğim, Louisnin de yakın kadrajında olduğu- Didier Eribonun (İletişim Yayınlarından çıkan, İmre Özkoray çev.) Halktan Bir Kadının Yaşamı, Yaşlılığı ve Ölümü kitabını acilinden okumalı!
Onun hayatını anlamak için yazıyorum Senin hikâyeni anlatmaya bir kadının hikâyesini anlatma niyetiyle başlamıştım ama şimdi farkına varıyorum ki senin hikâyen, kendi yaşamının ve babamla birlikteki yaşamının seni mecbur bıraktığı var olmayışa karşı, bir kadın olma hakkını elde edebilmek için mücadele veren bir varlığın hikâyesiymiş. diyen Louis, yazarlık mesaisinde ailesi hakkında iki kitap yazdı.
İlki, Babamı Kim Öldürdü; babasının bir iş kazası sonucu işsiz kalması ve devletin yardımlarını kesmesinin ardından yaşadığı çöküşü anlatıyordu.
Ardından, annesinin zorlu hayatını anlatan -bugün artık tiyatroda da dikizine düşebileceğimiz- Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri geldi.
Louis bir röportajında, Ailemin hayatı sessizlikler ve yanlış anlamalarla doluydu diyor.
Son kitabı L'Effondrement / Çöküş ise 38 yaşında ölen kardeşinin, işsizlik ve alkol yüzünden yarım kalan hayatını konu alıyor.
Yazılarımın tamamı politiktir ve hayatımın tamamı da öyledir diyen Louisnin söylediği şu meram, bugün 1992 doğumlu genç bir yazardan pek de duymaya alışık olmadığımız bir diyalog: Bana edebiyatın asla gerçeği açıklamaya çalışmaması, sadece gerçeği yakalamaya çalışması gerektiği söylendi, ama ben onun hayatını açıklamak ve anlamak için yazıyorum...
Bana edebiyatın kendini asla tekrar etmemesi gerektiği söylendi, ama ben sadece aynı hikâyeyi tekrar tekrar yazmak istiyorum, gerçeğinin parçalarını ortaya çıkarana kadar ona geri dönmek, içinde delik deşik kazmak, ta ki gizli olan her şey sızmaya başlayana kadar...
Çünkü artık edebiyat denen şeyin anneminki gibi hayatlara ve bedenlere karşı inşa edildiğini biliyorum.
Çünkü bundan sonra onun hakkında ve onun hayatı hakkında yazmanın, edebiyata karşı yazmak olduğunu biliyorum.(Es notu: Ailesinde üniversiteye giden ilk kişi olarak École Normale Supérieuree giriyor.
Daha sonra siyasal bilimler üzerine yüksek lisans yapıyor. 2013te doğum adı olan Eddy Bellegueuleü arkadaşları, Édouard demeye başladığında lisedeydi; onlara göre Eddy yalnızca Édouard'ın kısaltması olabilirdi. 2013'te lisede kendisine verilen bu takma ismiyle ilk ismi, Jean-Luc Lagarce'ın yazdığı Alt tarafı Dünyanın Sonu adlı oyundaki karakterin ve aynı zamanda bir arkadaşının ismi olan Louis'yi soyisim olarak alıyor ve ismini Édouard Louis olarak değiştiriyor.) Oyun çıkışı, gecenin yorgun sokağındaki Moda Sahnesi yokuşundan aşağıya doğru sürerken ayaklarımı, kafamda deli soruların önsözü, Louisnin oyundaki şu cümleleriydi: Bu fotoğrafa bakarken dili yitirdiğimi hissettim.
Onu bütünüyle özgür, tüm bedeniyle geleceğe doğru yol alırken görmek, aklıma babamla paylaştığı yılları, maruz kaldığı aşağılamaları, yoksulluğu, yirmi beşle kırk beş yaşları arasında, başka kadınlar hayatı, özgürlüğü, yolculuğu, kendini tanımayı tecrübe ederken, eril şiddet ve sefalet tarafından yaşamından koparılmış, neredeyse yok edilmiş yirmi yılı getirdi.
Fotoğrafı görmek bu yok edilmiş yirmi yılın doğal bir şey olmadığını, ondan bağımsız dış güçlerin –toplum, erillik, babam– eylemlerinin bir neticesi olduğunu hatırlamamı sağladı, demek ki her şey başka türlü olabilirdi.
Ve sonra, ben de Louisnin bir daha geri dönmedim dediği eve, validemin yamacına iliştim.
Kafamda deli soruların dinginleştiği düzlemde de fotoğraf netleşti: Her şey bir fotoğrafla başladı diyordu Louis, annesinin 20li yaşlarındaki gençlik fotoğrafına bakınca Hikâyeyi bize sarkıttığında ise annesi 45 yaşında; seyirci-ben de şimdi 45 yaşındayım; o nedenle de bu gece-bu oyunla birlikte, her şey bir oyunla başladı cümlesini şiarıma dönüştüreceğim günlerin ilkiydi belki de kim bilir!
Seyirci / ben, bu dönüşümün tanığı değil, ortağı olmuştum.
Çünkü Louisnin şu cümlesi: Bana edebiyatın duyguların gösterisine dönüşmemesi gerektiği söylendi ama ben yalnızca duyguların ortaya çıkmasına izin vermek için yazıyorum, tiyatroda bizzat yaşamaya başlıyordu.
Düşündüm de Scorpionsın ses ettiği meleği, bu hikâyede payıma düşmüş olabilir miydi; neden olmasın!
Zira Theodor W.
Adornonun Negatif Diyalektikteki (Metis Yayınları, Şeyda Öztürk çev.) şu cümlesiydi oyun boyunca kafamın içinde dönüp duran: Istıraba ses vermek bütün hakikatlerin önkoşuludur. (İç ses: İlk fırsatta validemle geleceğim dediğim: 25 yıllık gastecilik, kültür-sanat mesaimde, ilk ve tek oyun; nasıl çarptığını / çarpıştığımı anlatabilmek adına bu notu da buraya iliştireyim.) Yazıya veda busemi, ekibin prova notlarından verip izninizle yavaştan huzurlarınızdan uzayacağım: Merhaba değişme isteği, bakmaya hazır mısın ve kaçak olmaya?