Haber Detayı
Bir sahne değil, bir hafıza
30 yıldır İstanbulun gece kültürünün kalbinde atan Roxy, 26 Eylülde yeni sezonunu İlhan Erşahin ve Barış K ile açtı. Beyoğlunun 90lardan bugüne uzanan değişimini, müzikle direnen bir mekânın hikâyesini Roxynin yaratıcısı Cem Selcen anlatıyor.
Beyoğlunda 90ların başında kültür, sanat ve gece hayatına yeni bir soluk getiren; semtin kaderini adeta yeniden yazan Roxy, 30. yılını kutluyor.
Cahit Sıtkı Tarancı üstadın Yaş otuz beş!
Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün. dizlerinin şiarında bir dönemin ruhu ve rengi: Roxy Sadece bir kulüp değil, bir çağın nabzı.
Yaşadığımız dünya bağlamında büyük bir başarı örneği olan Roxynin arkasındaki isim Cem Selcen ile geçmişten bugüne, fonunda İstanbul/Beyoğlu olan bir harita çıkardık 30 yıl sonra hâlâ aynı sorunun etrafında dönüyoruz: Bir mekân nasıl olur da bir dönemin ruhuna dönüşür?
Hazırsanız, 1994ten bugüne Roxy defterini açıyoruz! (Es notu: Fotoğraflar; Cahit Berkay, İzzet Öz, Teoman, Özge Fışkın.) Hayatlarına dokunmuşuz demek ki 20. yüzyılın en etkili sanat eleştirmenlerinden Clement Greenberg, Sanat, kavrayış veya bilgiden ziyade, kendiliğinden açıklığa ve duyguya ve duygu çıkarımlarına dayanan bir meseledir ve sanatın gerçekliği yalnızca deneyimde açığa çıkar, deneyim üzerine düşünmede değil der ve ekler: Modernizm, sanatı sanata dikkat çekmek için kullandı.
Üstadın tarifinden yola çıkarak kişisel ve kültür-sanat rotanızın kadrajından 2024-2025 yılı Z raporundan nasıl bir fotoğraf çıkar?
Kısa ve uzun vadede dünyaya ve kültür sanata dair öngörünüz ne olur?
Sanat, Ortaçağdan beri, dünya savaşları dahil en kötü zamanlarından birini yaşıyor.
Elbette üretim niceliğiyle ilgili değil bu ve olması gerektiği gibi birçok yönü var.Savaş zamanı nicelik hem teknik olanaklar hem de siyasi baskı nedeniyle azalsa da yapıtlardaki derinlik ve hayattaki karşılığı daha derindi.
Sanat bir anlamda hayata müdahale ediyor, oluşturduğu çevrede toplumun değişmesine de yarıyordu.
Şimdinin her şeye sinen simülasyon ve kullanılmışlık duygusunun temeli, bir yandan yapıtların gerçekle ilinti kurmayı bırakıp bir akıl cambazlığı gösterisiyle ve koca metinler tutan alt gönderileriyle hayattan uzaklaşmaları ise bir yandan da bu hem kendi cemaatleri hem de alıcılar tarafından inşa edilen konfor alanının ortadaki sanatçıya yeterli ve korunaklı gelmesi olabilir.
Ben bu hayatın pop bir süsü olmaya meyilli sanattan mesut değilim.
Olanaksızlık yüzünden gerçeğe dokunamamayı sorun eden değil de onun etrafında oyun oynayan, hesapta çocuksu ama kurnaz da duruştan uzak durmaya meylediyorum.
İnsanlık kuantum çağında yeni bir gerçeklik inşa edip ayakları tekrar yere basarsa belki yeni işler akımlar çıkar, bilemiyorum.
Şu sıra herkes kendi girdabına kapılmış dönüp duruyor sanki.
Mesela, Banksy duvara, göstericiyi elindeki hukuk kitabıyla döven bir hâkimi çizdiğinde, gösterilen ilgi üzerine biraz daha konuşmalı bence.
Duvara bantlanmış muz üzerine de Gelelim, 1.500den fazla etkinlik, 1.200.000den fazla müziksever / sanatsever katılımcı ve 40tan fazla ülkeden sanatçıyı sahnesinde ağırlayan, bu yıl 30. yılını kutlayan Roxye Geçmişten bugüne bakınca, Roxy ile ilgili nasıl bir fotoğraf beliriyor kafanızda?
Bize bu yolculuğun hissiyatını anlatır mısınız?
Roxy, en temelde analog bir kulüptü en yüksek vaktinde.
Şu telefonlar da, hatta internet de yoktu ortada.
Google 1998de kuruldu, Roxy 1994te... 90ların, herkesin özlediği zamanların en önemli özelliği hem toplumu saran eski tip liberal bir yükselişin içinde olunması hem de şu telefonların olmamasıydı sanırım.
İşte, tam o sınır zamanda yakaladığımız duygu, hepimizin içinde olduğu samimi, gerçek, aile tadında ama eğlence kulübü de olmaktı.
Şimdi insanların katmer duygulardan kalabalığa katılacak güçlerinin kalmadığı zamanlarda zor artık.
Maalesef duygularımız telefondan arta kalan kadar.
Gençler eğleniyor mu?
O da hafifçe karanlık yanları olan bir hikâye.
Dolayımlılık -eğer ki eğlencenin düsturuyla ilgili değilse konu- sizi eğlenceden dışarı atar.
Gerçek neşe ve yaşam zevki hem tutkuyu hem de olan biten karşısında saf olmayı gerektirir.
Hokkabaz eskiden sihirliydi.
Gerçekten bu ömürlük maceraya gelince, para kazanmaktan çok hayata kendince değer katmış olmak ve hep birlikte, zamanın dertlerine karşı tatlı tatlı eğlendiğimiz bir yerimizin olması bize her zaman gurur verdi, arada aksasa da devam ediyor garip şekilde.
Belki de gece hayatı için bir rekordur bu süre.
Hele ki bizim gibi her şeyin iki günde değişiverdiği, neyin ne olduğunun tam da belli olmadığı bir ülkede.
Geçenlerde 30. yaşımızı kutlarken mekân yine enfes insanlarla doluydu.
Ne gurur verici dedim, onlar, bizi buraya gelerek onayladılar; bunu ömre vurunca biz de onaylanmış olduk yaptıklarımızla.
Onların hayatlarına dokunmuşuz demek ki.
Roxy her seferinde gençlere ulaşmayı bildi Ulus Bakerin, (Birikim Yay.) Beyin Ekran kitabında sevdiğim bir sözü var: Belki de tarih zamanın aşınma biçimidir ve onun yüzünden varoluş biteviye eskimektedir.
Öznemiz Roxyden yola çıkarsak (ki siz de burası bir sahne değil, bir hafıza diyorsunuz) sizce, bir mekânın tarihsel hafızası, sanatçıların ve dinleyicilerin kolektif belleği üzerinde nasıl bir etki yaratır?
Bize tarih oldunuz diyorsunuz yani!
Beyoğlu belgeseli yapan birçok tarihçi arkadaş da habire aradığına göre haklısınız.
Neyse ki henüz müze değiliz.
Ulus Bakerin şahane sözü, bir şiir tabii.
Varoluşun biteviye eskidiğine katılıyorum elbette ama zaman aşınmaz, onun karşısında biz ve yarattığımız tarih aşınır.Buradan mevzumuza dönersek, bir süredir tarih, özellikle bizim müzik işinde o kadar da eskiyemedi.
Düşünün memlekete konsere gelen ve hemen bileti tükenen grupların çoğu eskilerden.
Yerlerini yeni bir şey almadı pek.
En son 90lar başında bir yükseliş var akılda kalan, sonrasında hatırlayacağınız, geleceğe bugüne kalan bir ses pek de yok.
Dolayısıyla ne buradaki öznemizin ne de o zamanki müziğin yerine konacak bir şey yok ortada.
Hafıza meselesi ise çok önemli.
Bizim gibi yıkmayı, yok etmeyi bir enerji olarak içselleştirmiş toplumların insana güven vermeyen bir telaşla yaşıyor olmasının en büyük nedeni, bu yaşam hafızasını korumayı bilmemesi.
Siz, sevgilinizle ya da bir arkadaşınızla çok güzel bir şey yaşadığınız yeri çocuğunuza devredemiyorsanız; sizin anılarınız da şehrin elden ele geçerek kalıcılaşan duygusu da parçalanıyor demektir.
Buna 500 yıllık bir fırın da babanızdan size kalan bir sembol bar da dahildir.
Roxy her seferinde gençlere ulaşmayı bildi.
Öyle ayakta kaldı ama bazen toplum da bu önemi görüp sahip çıkarak yaşamalı.
Kulübü açmak her gün bir sınav artık.
Sadece para değil yaşam devredilir miras olarak.
Tanpınarın, Biz kimiz?
En önemli sorumuz budur, deyişinin altlarında bu da var.
Niye kendini tarif edemez bir toplum?
Ya da her gün daha eksilir.Sanatsa, geleceğe uzanacağım derken gelenekselle bağını kurmuyorsa, ya da mahsusçuktan kuruyor gibi gözüküp, özencik mekânların, reklam ajanslarıyla yaratılmış paralı trendlerin peşinde dalgalanıp duruyorsa, daha olmadan aşınmış olmayı kabul ediyor demektir.
O ayrı.
Son Contemporary işi ortada.
Zaman, anılar ve kolektif deneyimler Roxyi yaşayan bir varlık haline getirdiğine tanık oluyoruz.
Müzik ve mekân arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Sizce bir müzik mekânı, şehrin ruhunu kaydederken aynı zamanda onu nasıl dönüştürür?
İşte bu önemli soru ve her şeyden önce bu, bir mekânın yapabileceğinin çok ötesinde elbette.
Yaşama yukardan değil de içinden bakarak çalışanlar olmadığı sürece o ruh parçalanmaya devam edecektir.
Yine de herkesin paylaştığı bir duruş da olmalı.
Bizim Roxy Müzik Günleri, bu misyon için hâlâ ayakta mesela.
Oraya memleketin her yerinden genç müzisyenler taşınıyor her yıl yüzlerce.
Yerel olan müzisyenlere de ayrıca sahne sağlanıyor elden geldiğince.
Ama tüm misyonlar gibi bu iş de destek istiyor.
Biz bu şehrin kültürel üretimde yeri olan, bir simge noktasıysak mesela belediye bunun neresinde, bakanlık hangi bütçeler ve teşvikler veriyor?
Ortada duranın değerli olduğu görülüyorsa ona sahip çıkmak gerek ki o değer kalsın.
Herkes başka havada ve her anlamdaki boş vermişlik ve bıkkınlıkla sarılmış kirlilik her yere bulaşıyor.
Mekân ve müzik olayına gelince, ben müziğin mekânda biriktiğini biliyorum.
İnanıyor değilim.
Biliyorum.
Mesela, mekân boşken çalınan müzik, oraya bir köşeye birikir ve sizin içeri girmenizi bekler.
Siz de uyanık bir dinleyici iseniz onu hemen hissedersiniz.
Tıpkı mekânda daha önceden yaşanmışacı gibi, neşe gibi Bütün bunlar mekânı doldurur.
Mekân sizi sararken bütün o duygulara sizinkini de katar.
Duygular, havaya yayılan organik bir organizma gibi yaşar ve hayata karışır.
İnşallah gelecekte bir gün, bir mekân yıkılırken bunları da düşünür insanoğlu.
Bu, nerdeyse madde keskinliğinde, dokunulabilir netliktedir mekânın içinde.
Roxy, başlangıcından bugüne birçok müzisyenin kariyerine ev sahipliği yaptı. 30 yıl boyunca ayakta kalmak, adeta bir direniş örneği.
Bu direniş sadece mekânın varlığıyla mı sınırlı, yoksa onun ürettiği kültürel ve sosyal etkiyle de mi ölçülmeli?
Roxynin tarihine baktığınızda, mekânın toplumsal hafızaya katkısı ile ticari sürdürülebilirlik arasında bir denge kurmak zor oldu mu?
Bu dediğiniz denge çok zor elbette.
Doğru zamanda hayattaydık, çünkü yaşam biçimini anladığımız kadarıyla samimi ve açık şekilde paylaştık.
Bu müzik, bu içecek, bu keyif derken aileden biri olmaya özen gösterdik.
Saygılı olduk ve içeri giren herkes eşit oldu.
Tabii biz geçmişteki gücümüz nedeniyle, içimize sinmeyeni ne kadar yapmamaya çalışsak da ticari olarak ayakta kalmak, hele şimdi nerdeyse imkânsız.
Bizim asıl yükseliş dönemimizdeki sektörden, ki bizim nesil kurdu temelini, şimdi bahsetmek mümkün değil.
Gösteri merkezleri, çoğunlukla bunu bir reklam amacıyla kullanan holdinglerin elinde.
Banka gibi yönetiliyorlar.
Az daha küçük bazıları ise anlaşılmaz yatırımcıların yeni buluşma alanı.
Bizim gibi bağımsız yerlerin sayısı benim görebildiğim üçü geçmiyor artık.
Yaşam ve eğlencenin de tarihi demek Sizinle, 25 yıllık gastecilik mesaimde üç defa röportaj yaptık.
Beyoğlu Cumhuriyeti tanımınız ve şu cümlelerinizi hatırlıyorum: Herkes nasıl yaşayacağına ve hayatında nelerin önemli olduğuna karar vermeli.
Eğlenmekten korkmaya gerek yok!
İlla başkaları gibi eğlenmeye de gerek yok!
Buralarda onu daha keyifli ve daha iyi yaşatmaya çalışan bir şey var.
Buradan hareketle sorum; Roxynin başlangıcından bugüne neler değişti?
Sözümün hâlâ hayatta kalmasına gösterdiğiniz özen için teşekkür ederim.
Tümüyle aynı şeyi söylüyorum ve daha keskin bir şekilde evet, Herkes nasıl yaşayacağına ve hayatında nelerin önemli olduğuna karar vermeli!
Hem de hemen!
Çünkü siz bunun için geciktikçe başkaları bu kararı sizin adınıza vermiş oluyorlar bile.
Beyoğlu Cumhuriyetinin son 30 yılı, bildiğiniz gibi, bu sadece Türkiyenin en sembol ve kozmopolit bölgesinin değil, ülkedeki değişimin, yaşam ve eğlencenin de tarihi demek.
Benim gördüğüm bu konuda en az altı, yedi yeni kitap hazırlanıyor şu sıra.
Mekânlar değişti.
Biz başladığımızda Tünelde Gramafon caz çalardı, Sefahathane zaten bizimdi, Beyoğlu Sineması, sonra Hayal Kahvesi, Caz Stop, Kemancı ve sonra Roxy.
Bu ana eksenin etrafında da onlara benzer birçok mekân vardı.
Hepsi de arkadaşlarımızdı.
Şimdi nerdeyse hiçbiri değil.
Hem yerler hem o yaratıcı, öncü esnaf gitti.
Bu süreci sosyologlar incelemeli ne kadarı toplumun, ekonominin ne kadarı yöneticilerin tercihi diye.
Biz direniyoruz evet, bu güzel bir duygu.
Şanlı bağımsız kulüp direnişi herhalde sadece bu ülkeye dairdir.
Bu arada kusura bakmazlarsa müzisyenlerdeki değişimi de atlamamak isterim.
Her şeyden önce bu türden bağımsız, yeni müziği ve müzisyenleri destekleyen kulüpler tersine müzisyenlerin de desteğini hak eder.
Müzisyen oraya farklı davranır.
Ama çok yeni gençlerimizi ayrı tutarak konuşuyorum, maalesef bugünlerde bambaşka inanılmaz mali standartlarla geliyorlar mekâna.
Ne biletle ne başka bir satışla karşılanamayacak bedeller çok normal onlara için.
Bu her tarafı azaltan hatta yok eden bir şekil.
Sanki o müzik ve konser verme tutkusunun yerini çok da eğlenmedikleri başka standartlar alıyor.
Müzik galiba böyle bir şey değildi.
Sahneye o sırada kulüpte olan bir müzisyenin misafir olarak katılması eğlenceyi yükseltirdi.
Şimdi kimseyi istemiyorlar, çalıp gideyim.
Gerçekten ne oluyor?
Müzisyen kulüpte kalır, eğlenir, dostluk eder, sevdiği bir şey olursa istenirse katılırdı.
Buradan geleceğim nokta şu: Elbette, sadece müzisyenle ilgili değil, bu karışık zamanlarda, gerçek, hep birlikte yaşadığımız eğlencemizi kaybettik.
Zaman maddenin bir yüzüyse, eğlenmek de yaşamın bir yüzüdür.
Düğünler bile aynı değil bence.
Dünya şartlarında kültür-sanat mesaisi, hele de gece hayatında bir mekânın yaratıcısı ve sürdürücüsü olmak eminim çok zorlayıcı ve yorucudur. 30 yıl bir adreste farklı coğrafyadan insanları, başka hikayelerin/seslerin tınılarıyla hemhal etmek müthiş zevkli ama bir o kadar da streslidir.
Bugün kişisel Roxy arşivinize baktığınızda aklınıza gelip de tebessüm ettiğiniz, şaşırdığınız, enteresan gelen veya absürt veyahut bu da varmış diyerek teyit ettiğiniz neler var?
Bizde gereksizce zor.
Çünkü gece hayatına ve eğlenceye bakış açısı maalesef değişmedi.
Bu iş, hayatın vazgeçilmez bir parçası değil de hemen kurtulunması gerekli bir kötü alışkanlık olarak görüldüğü sürece de kolay olmayacak.
Maalesef gece hayatıyla barış içinde değiliz.
Anılara gelince o kadar çok ki doğal olarak.
Sahnesi ayrı, koca koca müzisyenlerin sahneye misafir çıkacakları için heyecan içinde bekleşmelerinden (mesela, Nigel Kennedy), tuvaletin kapısını bulamadığı için altından içeri geçmeye çalışanlara, insanlar sahnede beklerken tuvalette uyuyakalan şarkıcıya kadar.
Evlenme tekliflerinden bar arkasında bulaşık yıkayan memleketin en zenginlerinden birinin kızına kadar.
Roxy Müzik Günlerinde ödülü bir bardak içecek sanıp reddeden, sonra gerçekte bin dolar olduğunu duyunca ne yapacağını bilemeyenlere kadar.
Asıl olan burada tüm o ağır toplumsal üretim süreçlerine zıt kendimiz olup eğlendiğimizdir kalan.
Mükemmel olsun değil elbette ama müzikle biraz sallanıp dans da edemiyorsak kimiz biz?
Kültür ve müzik aracılığıyla gerçekleşen direniş, siyasi veya ekonomik direnişten farklı mıdır? 30 yıllık Roxy tarihine baktığınızda, mekân bir tür direniş laboratuvarı olarak görülebilir mi?
Bu bağlamda Z raporunda Roxynin arşivinde neler kayıtlı?
Yaşamak için ilk elden neye ihtiyaç duyuyorsak doğal olarak o önemlidir Sonraki her şey bırakın siyasi ve ekonomik kavramları, ahlak bile sonraki bir kurgudur.
Gerçi günümüzde ekonomik çıkarını düşünmenin, ahlaktan da insani etikten de çok daha önemli olduğunu beyan edip duruyorlar o da ayrı.
Konuya dönersek kültürel derinliği olmayan siyasi ya da ekonomik direniş ancak yüzeyde durur ve biraz havalandı mı uçar gider.
Çünkü asıl direnişi kültürel olan yapar.
Çünkü ruh oradadır.
Sevmek, özlemek, özgür hissetmek nasıl sadece ekonomik kavramlarla açıklanamazsa Şimdinin aymaz politikasında payları olduğu söylenip suçlanıyor olsalar da; mesela, 68 hareketini müzikten ayrı düşünebilir misiniz?Roxyye dünyayı değiştirelim diye girişmedik.
Temiz kalarak, söylediğimiz şeyde samimi olmaya gayret ettik, destek gerekene elimizden geldikçe kapı açtık ve başta iyi müzik için olmak üzere, adam gibi esnaf olmak için de kavga verdik.
Tonla paraya karşı istemediğimiz müziği içeri sokmamaya çalıştık.
İçeri giren ünlü ya burada bize niye farklı davranılmıyor dediğinde bir yerde de eşit ol ne büyük olanak dedik.
Roxy, namusuyla ve iç duygusuyla kültürel bir iş yapmaya çalıştı 30 yıldır; hâlâ da çalışıyor.
Bunun değerini sizin gibi görenler olunca da biz de gururlanıyoruz.
Bu toplum, her zamanki kültürel karmaşasından bir zenginlik çıkaracağına parçalanarak başka başka yerlere yuvarlanırken, içine sinen bir noktada durmaya çalışmak evet bir direniş olmalı.
Buradan bir şey almış insanlar olması da bu direnişin mirası herhalde.
Roxyden çıkanlarla bir festival yapmak isterdim İngiliz toplumbilimci Anthony Giddens, Mekânlar, modern yaşamın ritüellerini deneyimlediğimiz ve yeniden ürettiğimiz sahnelerdir der.
Sizce günümüz müziksever ahalisi, günlük koşturmacalarından, fanilik mesaisi kaygılarından veyahut dijital çağın yarattığı baş dönmesinden, zeitgeist/zamanın ruhunu yakalayabiliyor mu?
Daha önce dediğim müzisyenlerin para ilişkisi değildi aslında derdim: Gitsin kazansınlar helâl olsun, önemli iş yapıyorlar, toplum da onları iyi tutsun.
Asıl can sıkıcı olan dünyayı ve mekânları ele alış şekillerinin bozulması; doğal olarak buna kendi işleri de dahil oluyor tabii.
Şimdi 70lerin bir grubunun samimiyetini yakın zamanın gruplarında bulamıyorsak burada bir soru/n var demektir.
Tıpkı öteki sanatlarda olduğu gibi.
Bu çağın bir yüzü ama o sorunun cevabı belki de çok yakındadır.
Şehir evet, mekânlardan oluşur, binlerce yıl eskinin ormanlarında ay ışığında yapılan ritüellerin hayaletleri olsa da şimdi o mekânlar bizi canlı tutar.
Sistemin artık sonsuzlaşan yabancılaştırmasının, sevk ve idare toplum kavramlarının karşısında, az da olsa içinde eriyerek dans etmek hâlâ insana yakın bir noktadır.
Onu sadece seyretmek bile birçok sözden fazla iyi gelir insana.
Roxy güzergâhında düşünürsek, bugünün sanatçıları için mekân ne ifade ediyor?
Sınırların ve tanımların giderek silikleştiği bir çağda, Roxy olarak bugün hayal kırıklığınız veya sizi yoran neler var?
Yukarıda dediğiniz gibi mekân derken şehir diyoruz bir şekil.
Şehre kendi sevdiğiniz, koruduğunuz mekânlarla bastığınızda yaşamınıza güveniniz artar, sözünüz duruşunuz farklı ve güçlü olur.
Bu yüzden iktidarlar senin elinden onu almak isterler.
Seni güçsüz bırakmak ve daha iyi sevk ve idare etmek için.
Beyoğlunda mesela en yakınından son 30 yıldır değişenleri bir toplayın alt alta.
Bu şehir, o şehir midir?
Hayır, nostalji değil.
Yaşamdan tat almak için durmak dinlemek bakmak gerek bazen de dans etmek.
Hayır, sınırlar silikleşmedi, sorun onu nereye koyduğunuz.
Aksine geride bir yerde şimdi flu durması istenen güçlü bir duygu var.
Ona benim de sizin de ihtiyacınız var.
Hayal kırıklığı meselesine gelince burada bu şehirde çok şey var onu yaratan ama çok güzel, ömrümüzün değdiğini düşündürecek de çok şey var.
Bizim hayal kırıklığımız, bizim nesle özgü artık.
Yaşadığımızı yenilerin yaşayamaması.
Tersten bakınca demek ki biz yaşamışız e bu da güzel.
Masa başında veya kafanızda var olan proje veya hedefler veyahut hayal/isteklerinizden bahseder misiniz?
Kendi şahsıma masamda bekleyen romanımı artık yazmak isterim.
Daha çok yazmak ve daha çok gezmek.
Roxy içinse ayakta kalıp savaşını sürdürmesini.
Bizden çıkan gençlerle bir festival yapmak isterdim.
Bir de 1994te ilkini yaptığımız büyük o büyük Beyoğlu Festivalinin ikincisini yapmak.
Sokakların o zamanki gibi sanat ve müzikle dolduğu, her sokaktaki esnafın ayrı bir eğlence düzenlediği, kafelerde, mekânlarda hayatın keyiflerinin konuşulduğu o festivali yapmak ve geleneksel hale getirmek isterdim.
Son zamanlarda sizi etkileyen, iyi gelen kültür sanat-edebiyat hemhalinde neler var?
Kafamda son zamanlarda ikinci kez gördüğüm ve üzerine bir kitap da yazdığım Floransadayım hâlâ.
Orada gördüklerim, önceden ne göreceğimi bilsem de beni değiştirdi.
Davutun önünde resmen baygınlık geçirdim.
Caravaggiolar, Tizianolar karşısında ise taş kesildim.
Son zamanlarda gezdiğim güncel sanat işleri ise, mesela Bienal bende ham cesaret ve akıl cambazlıkları izlenimi dışında bir etki yaratmadı.
Yeni kuşaktan çocuklar var elbette, müzikte epey yeni grup var ve kişilikli olarak yerler tutuyorlar.
Ama sanki şu an değil de ancak yakın başka bir gelecekte yeni bir şey çıkacak gibi.
Resim yine de bir yerde tutunuyor ama edebiyat epey bir hayal kırıklığı.
Dolayısıyla benden yeni bir öneri pek çıkmayacak.
Bu ara Moris Fransez (Kabalcı Yay.) Spinozanın Taosu Kierkegaard, Stendhal (aşka dair), Cioran (Çürümenin Kitabı, Metis Yayı.) vs. okuyorum, biraz da yeni roman için okumalar.
Son zamanlarda dinlediğim gruplardan Hissikablelvuku ve Sof Analog ilginç.