Haber Detayı
Üretim kapitalizmine dönüş mü sosyalizme açılma çağı mı?
Üretim kapitalizmine dönüş mü, sosyalizme açılma çağı mı?
ABD hegemonyacılığı ile birlikte neoliberalizm de çöküyor.
Bu gerçeği artık herkes görüyor.
Sabah gazetesinden Kerem Alkin, bugün önemli tespitlerin olduğu bir yazı yazdı.
Başlığı, “Finansal Kapitalizmin Çöküşü, Üretim Kapitalizminin Dirilişi.” Alkin yazısında, “1980'lerin başlarından itibaren Atlantik kanadını etkisi altına alan 'neoliberal' ekonomik anlayış, Reaganizm, Thatcherizm, G7 ekonomilerine artık 'sanayi sonrası toplum' düzeyine geçerek, yeni bir refah dönemi vadediyordu.
G7 ekonomileri adım adım 'sanayizleşirken' (deindustrialization), finans, hizmet ve tüketim merkezli bir modele geçildi.” diyor. 21. yüzyılın ilk çeyreği geride kalırken, ekonomik krizlerin istisna olmadığını, neoliberal sistemin doğası haline geldiğini belirten Alkin, şunları söylüyor: “Atlantik dünyası, 'finansal kapitalizm'in tarihi bir hata olduğunu, hiçbir zaman 'üretim kapitalizmi'nden kopulmaması gerektiğini daha yeni yeni idrak etmiş durumda. (…) Finansal kapitalizmin çöktüğü ve üretim kapitalizminin yeniden dirildiği önümüzdeki dönemde, yalnızca sermayeye değil, esas yeni nesil üretim aklına sahip ülkeler öne geçecekler.” TABLO ÇOK DAHA BÜYÜK VE GENİŞ Öncelikle belirtelim, Sayın Alkin’in dediği gibi finans kapitalin sonuna geldik.
Sanallaşan ekonomi bir balon oldu ve patladı.
ABD ve Avrupa’nın küreselciler ve vatanseverler (gerçekçiler-milliyetçiler) arasındaki bölünme, aslında neoliberalizmle üretici güçlerin arasındaki bölünmenin bir yansıması.
ABD’de bile devlet kapitalizmi seslerini duyuyoruz.
Emperyalist mafya-gladyo-tarikat rejimi çöküyor.
Millî devletler pekişiyor ve korumacılık geri dönüyor.
Millî paralarla ticaret eğilimi gelişiyor, yeni para ve banka sistemlerinin kurulmasının önü açılıyor.
ABD’nin dünyanın jandarması olduğu tek kutuplu dünya yerine çok kutupluluğa geçiliyor.
Fakat tüm bunlar da basit bir üretim kapitalizmine geri dönüş işaretleri görmüyoruz.
Sayın Alkin’in yazısında tek gördüğümüz şey, “kapitalizmin” varlığı.
Onun seçeneğinde de ya üretim kapitalizmi var ya da finans kapitalizm.
Bu haliyle yazısı, insanlığı kapitalizm dışında seçenekler olmadığına ikna etmeyi hedefliyor.
Buna da “yeni nesil üretim aklı” diye parlak bir isim buluyorlar.
İster finans, ister üretim kapitalizmi… Varsa yoksa kapitalizm yer alıyor kitaplarında.
Oysa, tablo çok daha büyük ve geniş.
Evet, küreselleşmenin millî devletleri yıkıma uğratma girişimleri yenilgiye uğradı.
Bu ideolojik bir zaferi de getiriyor.
Düşünsel alanda Kamucu Milliyetçiliğin ve Bilimsel Sosyalizmin yükselişe geçtiğini her geçen gün daha fazla görüyoruz.
Üretim gücü artık Asya’ya kayıyor ve üretimin başını çeken devletlerin esas olarak kamucu ağırlıkta olduğunu görüyoruz.
Daha paylaşmacı, daha adil paylaşmayı öne çıkaran bir karakter görüyoruz.
Elbette insanlık toptan bir değişimin eşiğinde değil.
Fakat kapitalizmden kapitalizm beğenme dönemi de geride kalıyor.
Özetle, kapitalizme geri dönüş yolları kapalı.
Dünyada yükselen devrimcilik, kamuculuk ve milliyetçilik, sosyalizme açılan atılımları da bağrında taşıdığını bize gösteriyor.
Tablo bize, “Millî Demokratik Devrimler ve Sosyalizme Açılma Çağı”nda olduğumuzu ve bu konuda güçlü bir atılımın eşiğinde olduğumuzu gösteriyor.
Olmayan aşıyı nasıl vurulalım?
Sabah gazetesinin bugün birinci sayfasında iyi niyetli bir çağrı vardı: “Grip aşısı zamanı geldi.” Haberde, “Sonbahar ve kış, enfeksiyon hastalıklarının artışa geçtiği kritik bir dönem.
Uzmanlar, ‘Grip aşınızı olun.’ çağrısı yaptı.” deniyor.
İçerikte Doç.
Dr.
Hüsrev Diktaş’ın risk gruplarına uyarılarda bulunduğu yer alıyor.
Grip zamanı, sağlık haberleri de zamanıdır.
Bir haberi yapmadan, biriyle konuşmadan önce, bilgiye sahip olmak, onun üzerinden gerçekle buluşan başlık atmak gerekiyor.
Bunu şu yüzden söylüyoruz...Aydınlık gazetesi olarak 19 Ekim’de sürmanşetten önemli bir haber duyurmuştuk: “Grip kapıda aşı yok!”Özlem Konur Usta arkadaşımız haberinde şuna dikkat çekti: “Grip vakalarıyla birlikte aşıya talep de arttı. 65 yaş üstü ve kronik hastalıkları olan risk grubu grip aşısına erişemiyor.
Eylül ortasından bu yana eczanelerde aşı yok.
Eczacılar uyardı: Aşıya erişilememesinin nedeni üretimdeki sorun değil zam beklentisi ve stokçuluk.” Sabah’ın haberi üzerine belki aşı gelmiştir diye eczacılara konuyu sordum.
Aşıların gelmediğini, durumun aynı olduğunu, hatta aşı mevsiminin geçtiği uyarısında bulundular.
Bir eczacı geçmiş dönemlerde zam kaynaklı sorunlar yaşandığını ama bu kadar büyüğünün ilk kez olduğunu ifade etti.
Konuyu şöyle özetledi:“İki aşı var.
Biri ABD’li biri Fransız menşeli.
Sağlık Bakanlığı bu yıl bu iki firmadan 2,8 milyon kutu aşı alacak.
Bu önceden belli.
Birinde 1,2; birinden 1,6 milyon kutu. 1,2 verecek olan eylülün başında çıktı, ilk dağıtımlarını yaptı, eylülün ortasında bitti, sonra biraz daha geldi, galiba onlar tamamladı.
Diğeri üretiminde bir gecikme olduğu için hiç piyasaya çıkmadı.
Bir kutu bile vermediler.
Dolayısıyla eylül ortasından beri aşı yok.
Bir sebebi bu, üretimdeki gecikme.
Diğer sebebi de zam beklentisi. 26 Ekim’de zam geleceği söyleniyor.
O zamdan sonra piyasaya aşı sürülür.
Ama grip aşısının zam odaklı olması garip çünkü eylül, ekim, kasım aylarında vuruluyor.
Her yıl ekim gibi zam beklentisi oluşuyor.
En baştan o zamma göre planlayıp piyasaya sürebilirlerdi.” Hal böyle olunca olanı değil olmayanı yazmak daha önemli hale geliyor.
İnsanlara aşı olmayı öğütlüyoruz ama piyasada aşı yok.
Malzeme vermeyip yemek yap demeye benziyor.
Gazetecilikte öneri yapmadan önce durum hakkındaki bilgilerimizi güncellememiz gerektiğini bize bu örnekte bir kez daha hatırlatmış oldu. *** ‘Seçme’ delegelerle bir kongre yapılamaz, CHP’ye yazık oluyor YALÇIN BAYER-HÜRRİYET CHP İstanbul İl Kongresi 19 Ekim Pazar günü yapıldı.
Kongrede bazı il delegelerinin serzenişleri şöyle: Yine tek aday, salonda aleyhte tek bir konuşma yok.
Kongre, İl Başkanı Özgür Çelik ve belediye başkanlarının ortak oluşturdukları liste ile yapıldı.
Delegeye soran yok; itiraz eden olursa, “Memleket virajda, muhalefetin zamanı mı eleştirileri ile karşı karşıya kalıyoruz” deniyor.
Tek liste tek aday olmasına karşın nasıl bir ‘pazarlık’ dönüyorsa, saatlerce listeyi kongre delegelerine sunamadılar.
Dolayısı ile salonda protestolar oldu.
Kurultay delegelerine bakıldığında ağırlıklı isimlerin belediye başkanları ve yakınlarından oluştuğu dikkat çekiyor.
Parti emekçileri bir elin beş parmağını geçmedi dersek yeridir.
Bir il delegesinin tarafıma söylediği laf şöyle: “Belediye başkanlarının gözlerinin doyması için kaç makam koltuğu yeter!” CHP’nin artık neredeyse geleneksel hale gelen il başkanlığı seçimleri için bir çözüm bulması gerekmiyor mu?
Gerekiyor da kim düşünüyor, kim eline kalem alıp bir şeyler yazıp, genel başkana sunuyor!
Bunlar üzerinde kafa yorulmazsa CHP’ye yazık olacak! *** Londra bağlantılı kara para ağı HİLAL KAPLAN-SABAH MİT krizi, 17-25 Aralık kumpas süreci gibi pek çok kritik dönemeçte, Tekdağ'ın ve Altaylı'nın yönettiği medya FETÖ'ye karşı vazifesini yerine getirmişti.
Özellikle Altaylı'nın o dönemde yazdığı yazılar ve gazeteye attırdığı manşetlere bakılırsa, golf sopası üzerinden nasıl FETÖ'nün operasyonel elemanına dönüştüğü daha net anlaşılır.
Ciner-Tekdağ ikilisi için dönüm noktası 15 Temmuz hain darbe girişimi oldu.
Darbe girişiminin akamete uğratılmasının ardından, Ciner-Tekdağ ikilisi değişen rüzgâra hemen ayak uydurmaya çalıştı.
Medya grubuna yerleştirilen FETÖ'cüler birer birer gönderildi.
Bu isimler daha sonra FETÖ davasında yargılandı ve hapis cezası aldı.
Bu gazetecilerin çoğu Kenan Tekdağ'ın onayıyla işe alınmış Ciner Medya çalışanlarıydı.
Darbe girişimi sonrası Ciner, Akın İpek gibi bazı FETÖ'cülerin soluğu Londra'da almasına benzer bir yol izledi.
Medya grubunu Tekdağ'ın yönetimine bırakan Ciner Türkiye'deki şirketlerini kademeli olarak yurtdışına taşımaya başladı.
Görünen o ki, Türkiye'deki kara para ve bununla beraber bir ayağı dışarıda olan siyasi oluşumların merkezi ABD'den sonra Londra sermayesine doğru kaymış durumda.
Ekrem İmamoğlu'nun siyaset sahnesine çıkmasıyla, Londra merkezli finansal oluşum daha da belirgin hale geldi.
Örneğin, eski Habertürk çalışanı olan Murat Ongun üzerinden hem Altaylı hem Tekdağ, İmamoğlu ile derin ilişkiler geliştirdi.
Hatta iddia o ki, Turgay Ciner, Can ailesinden önce, medyasını Ongun aracılığıyla İmamoğlu'na satmak istedi.
Anladığım kadarıyla Can-Tekdağ-Ciner soruşturması, buzdağının görünen ucu.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve Başsavcı Akın Gürlek, ülkemizde daha önce eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir yapılanmayı ortaya çıkarmaya gayret ediyor.