Haber Detayı
‘Artık kendime duyarsız değilim’
25 senedir tiyatro, sinema ve ekranda birçok iş yaptı. Şimdiye kadar ‘Altın Portakal’ ve ‘Altın Koza’ dahil birçok ödül kazandı. Bu hafta yeni filmi ‘Bildiğin Gibi Değil’ vizyona girdi. Alican Yücesoy’la buluşuyoruz; neden liseden atıldığını, yeni filmini, aşkı ve hayatını konuşuyoruz.
Onunla ilk röportajımız...
Dışarıdan biraz daha mesafeli ve cool bir duruşu var.
Ama tanışınca yerinde duramayan, kıpır kıpır biri olduğunu anlıyorsunuz.
Hep yakışıklıydı ama olgunlaştıkça daha yakışıklı olmuş.
Alican’la başlıyoruz muhabbete, dünden bugüne her şeyi konuşuyoruz...◊ 25 senedir oyunculuk yapıyorsun.
Bunca zaman içinde ne kadar az röportaj vermişsin.
Hazırlanırken aradım, taradım, çok fazla bilgiye ulaşamadım...
Gazeteye röportaj vermeyi 10 sene önce bıraktım.◊ Şimdi buradayız ama...Seninle bunu yapmayı çok istedim, çünkü işini çok iyi yaptığın çokça duyduğum bir şeydi.◊ Teşekkürler ama seni bu karara iten neydi?Birkaç sebebi var ama en büyük sebebi, bende bardağı taşıran damlalardan biri, gazete röportajı yapan insanların kalitesinin aslında gittikçe düşmesiydi.
Beni o kadar rahatsız etmeye başladı ki bu durum...
Kalifiye olmayan insanlarla röportaj yapmak o kadar acı bir şeydir ki.
Bir de çarpıtma hikâyesi vardı, okuduğumda hiç konuşmadığım şeylerle karşılaşıyordum.
O zaman editöre de kurulmaya başlıyorsun çünkü o noktada herkes birbirine atıyor topu.
Onun için yapmak istemiyordum.◊ Olay öyle bir yere geldi ki sana soru sormaya korkacağım...
Hayır, korkma, sor (gülüyor).◊ Dediğim gibi hakkında çok az şey var.
Alican’ın iç dünyasını yeni tanıyan birine nasıl anlatırsın?
Bunu 10 sene önce yapmış olsaydık sadece “İyi insan olmak istiyorum” derdim.
Artık sadece gerçek bir insan olmaya çalışıyorum.
Ona da yaklaştığımı düşünüyorum.
Bazen aptalca şeyler yapan, aptalca şeyler söyleyen, birinin kalbini kırabilen, sonra da gidip meşrebince özür dilemesini bilen biriyim.
Kalbi kırılan, kırıldığını söyleyen, kendine ait duyguları olan biri olma çabasındayım.◊ 40’lardan sonra hayat senin için nasıl değişti?Kendimi biraz daha sakin moduma geçmiş gibi buluyorum.
Daha sakinleşmiş bir yerdeyim.◊ Törpülenen şeyler var mı?Törpülenen şeylerden biri öfkelenmeye başlamak.◊ Normalde tam tersi olmaz mı?20’lerden beri öfkelenmek benim için yok olmuş bir şeydi.
Bunun acısını da çok yaşadığımı düşünüyorum.
Birine kızacağım zaman ‘O da insan, aman’ deyip yersiz bir hümanizmle, hayatıma bu tavrın bende açtığı yaraların farkında olmadan devam ediyordum.
Biri beni kırdığında da onun beni kırdığı gerçeğini kabullenmek yerine, onu içimde affedip hiçbir şey paylaşmadan hayatıma devam ediyordum. 20 senelik bir zamandan bahsediyorum.
Şimdi öyle değilim.
Bazen insanlar beni öfkelendiriyor.
En azından şu an maruz kaldığım ya da hissettiğim bir şeye karşı duyarsız davranmıyorum.
Artık kendime duyarsız değilim.‘Acılı, ne yapsam elimde kalan bir dönemdi’◊ Bu hafta vizyona giren ‘Bildiğin Gibi Değil’ filmini hiç fikri olmayan birine nasıl anlatırsın?Film, geçmişi aile üyelerinin hepsinin farklı hatırlaması üzerinden ilerliyor.
Bu, filmin komedi yönünü diri tutuyor elbette.
Bununla birlikte güçlü ve sarsıcı bir final bekliyor seyirciyi.
Kardeşlerin, kuzenlerin beraber izlemesi seyir zevkini oldukça yüksek tutacaktır bence.
Çok eğleneceklerini düşünüyorum.◊ Kaç kardeşsiniz?Bir erkek kardeşim var.◊ Kardeş olmak sana ne ifade ediyor?“Hayatta neyle ilgili çok şanslısın” dersen, cevabım kardeşim olması olur.
Güvende hissetmemin ve hayatta kalmakla ilgili hep bir coşku bulabilmemin en büyük sebebi o.◊ Filmde çocukluk travmaları da ortaya çıkıyor.
Senin en büyük travman neydi?Aile içi travmalarla ilgili bir tespitim yok.
Vallahi normal bir aileydik, aile içindeki rollerin eşit dağıtıldığı, eril bir babanın olmadığı, paylaşımcı, müşterek hayat yaşayan bir çiftin çocuklarıydık.
Ama okul travması dersen çok var.◊ Sebep?İyi bir öğrencilik hayatım yoktu, çok iyi geçmedi.◊ Yaramaz mıydın?Öyle denirdi.
Hiperaktif bozukluğum vardı.
Tabii 80’li yıllarda hiperaktif bozukluk bugünkü gibi tanısı çok konulan bir durum değildi sanırım.
Ve bunu tespit ettiklerinde de insanlar ne yapacağını bilmiyordu.
Benim jenerasyonum “Eti senin, kemiği bizim” denilen, öğretmene güven duyulan bir jenerasyondu.
O yüzden sağ olsunlar okullarda etlerimizi de yeterince kullandılar.
Eğitim hayatım konservatuvara kadar çok başarılı geçmedi.
Hep sancılı, acılı, anlaşılamadığımdan emin olduğum, ne yapsam elimde kalan bir dönemdi.
Benim için tek okul konservatuvar oldu.◊ Filmde Hazal Türesan ve Serdar Orçin’le başrolleri paylaşıyorsunuz.
Instagram’da birbirinize yorumlarınız çok samimi.
Bu üçünüz arasında bir iş dostluğu mu yoksa gerçek mi?Bizim Serdar’la tanışıklığımız çok eski, birkaç defa birlikte çalıştık.
Birbirimizi sever- dik ama bu film ilişkimize seviye atlattı.
Ha- zal’laysa ilk defa bu işte tanıştım.
Tuhaf bir şey yaşadık.◊ Ne gibi?Mesela ilk sahneyi çekme hikâyemiz bizim için çok özeldi.
Normalde sahnelerde birkaç prova alınabilir ama öyle bir an yaşandı ki, o provanın içinde dedik ki: “Bir dakika, bunun kaydını hemen alalım.” Bir şey oldu ve ortak bir tecrübe yaşadık.
Bu da o noktadan sonra acayip bir yakınlık kurmamıza sebep oldu.
Bu kesinlikle gerçek.‘Son yıllara kadar olmazsa olmazım tiyatroydu’ ◊ Çok iyi bir oyuncusun, iyi işler yaptın; dizilerin, tiyatro oyunların, popüler ve bağımsız sinema filmlerin var.
Yakışıklısın, sarışın, mavi gözlüsün.
Ama jön dediğimizde aklımıza gelen 3-4 isim oluyor.
Onlar arasına girmemek senin tercihin miydi?Bu bir tercih miydi, bilmiyorum.
Ama şöyle olduğunu düşünüyorum, bahsettiğin 4-5 kişiyi konuşmaya başlasak, aynı isimleri söylerken buluruz kendimizi.
Bu oyuncular çok kıymetli oyuncular ve hepsi bir alana özellikle odaklanıp o alanda kendilerini çok geliştirdiler, o alanın bütün gerekliliklerini yaptılar.
Benim hikâyem öyle gelişmedi.
Tiyatroyla başladım ve özellikle son yıllara kadar olmazsa olmazım tiyatroydu.
Yüzde 70’imi oraya aktarırken, kalan yüzde 30’umla televizyon ve sinema işleri yaptım.
Bu, arkadaşlarımın enerjilerinin çoğunu televizyona aktarmalarıyla alakalı olabilir. ◊ 20’lerinde de yakışıklıydın, şu anda da yakışıklısın.
Niye bunun ekmeğini yemedin?Ne yapabilirdim daha fazla?◊ Niye fiziği hiç ön plana çıkarmadın?Hiçbir zaman kendimi başkalarının gözünden göremedim.
O yıllarda kendimi dediğin gibi görüp ‘Ben de fena değilim, şu vücuda bak’ falan deseydim belki başka şeyler yaşayabilirdim.
Ama ben işimi yapmaya odaklıydım, onun gereklilikleri neyse onlarla vakit harcıyordum.
Ve belki dediğin şeyin de işle ilgili hayatıma çok fazla faydası olurdu ama herhalde ben onu yönetmeyi bilmedim.
Belki de öyle yönetileceğini de bilemedim, bilmiyorum.‘İnsanın erkek versiyonunun geç olgunlaştığını düşünüyorum’◊ Son dönemde işlerinde günümüzün ıssız, umursamaz, çapkın erkek modellerini canlandırıyorsun...Son 20 yılımızın erkek modeli aslında.◊ Sen ne kadar o adamlar gibisin?Ben de dahil olmak üzere insanın erkek versiyonunun geç olgunlaştığını düşünüyorum.◊ Hangi anlamda?Her anlamda; çağa adapte olma anlamında, ilişkilerde, düşünce yapısında, hal ve tavırlarında...
Bence 30’lu yaşlara kadar deli gibi, abuk sabuk bir canlı oluyor erkek. 30’dan sonra toparlama ihtimali var da yok da.◊ Sen toparladın mı?Artık öyle biri olmadığımı düşünüyorum.
Ben özellikle bu coğrafyada yaşayan her erkeğin hayatının bir döneminde o kaybolmuşlukta olmasa da ona yakın derecede, ya da benim oynadığım bazı karakterlerdeki tiplere yakın derecede, o kişiler olduklarını düşünüyorum.
Bu bir ‘erkek olma hastalığı’ gibi.
Bundan ne kadar çabuk kurtulabilirsin, artık gündemi daha önemli şeyler olan bir dünyanın içinde ‘erkek olma’ tanımını kendi içinde ne kadar kabul edeceksin, etmeyeceksin ve bunu değiştirmek için bireysel bir çaban olacak mı bunlarla alakalı.
Bu da kişinin gelişimiyle alakalı.
Yani özetle, dünyadaki yerini erkek olarak mı insan olarak mı görüyorsun, bu kadar.◊ Aşk hayatın ne durumda?Aşk hayatım gayet iyi.
Hayatımda biri var, çok mutluyum.
Bizim sektörden değil.◊ Romantik misin?Bence tadında romantik biriyimdir.
En azından hödük biri olmadığımı biliyorum.‘Liseyi açıköğretimle bitirmek zorunda kaldım’ ◊ İstanbul’da doğmuş ama Bursa’da büyümüşsün.
Üniversiteye kadar orada okumuşsun...
Evet, babamın işi sebebiyle Bursa’ya gittik.◊ “Bir sabah kalktım, oyuncu olmak istiyorum dedim” demişsin.
Nasıl oldu bu?Beni serserilikten liseden attılar, ‘örgün eğitim göremez’ tasdiknamesi verdiler.
Liseyi açıköğretimle bitirmek zorunda kaldım.
Evdeydim, saçma sapan bir hayatım vardı.
Bir süre bir yerde çalıştım ama orada da daraldım.
Elektronik okumuştum, okuldan atılmadan bir süre önce öğretmenimiz bizi çok fazla tiyatroya götürmeye başlamıştı.
Bursa’da Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda ‘Bir Garip Orhan Veli’yi izledim.
Mükemmeldi, o kadar etkilendim ki, gerçekten büyülendim ve o benim aklımda kaldı.
Atıldıktan sonra hep aklımdaydı, uykularıma giriyordu.
Bu işi yapmak çok istiyorum diye düşündüm ama hiçbir fikrim yoktu.◊ Sonra ne oldu?Annem “Tiyatrocular disiplinli olurlar, kültürlü insanlardır” dedi.
Bende önce o ışığı hiç görmedi (gülüyor).
Sonra da “Benim arkadaşım var.
Devlet Tiyatrosu’nda Melike Ergüzen.
Onunla görüş” dedi.
Melike Abla beni çalıştırdı.
Tiyatroya bulaşmasaydım hiç hoş bir hayatım olmazdı, şu an başka bir hayat yaşıyor olurdum.
O, bununla taban tabana zıt, korkunç bir hayat olurdu.
İki okulun sınavına girdim: Bilkent ve Haliç.
Müşfik Hoca orada olduğu için Haliç’e gittim.