Haber Detayı
Belediye başkanı bir dede, komünist bir amca, aktivist bir anne... Bask'tan Filistin'e direniş.. Javier Bardem'in bilinmeyen öyküsü
Gazze’de yaşanan soykırım ve işkenceler dünyanın vicdanını kanatıyor. Böyle bir atmosferde Javier Bardem, Emmy Ödülleri kırmızı halısına kefiye ile çıktı ve “İsrail hükümetiyle iş yapan şirketlerle çalışmayacağım” dedi. O an, Hollywood’un ışıkları altında bir aktörden çok daha fazlası vardı…
Tolosa’da belediye başkanlığı yapmış büyükdedenin gölgesi, Franco rejimine kafa tutmuş komünist bir amcanın cesareti, Meclis’ten “No a la guerra” (Savaşa hayır) tişörtüyle atılan bir annenin sesi ve Bask ile Filistin’in birbirine bakan yaralı hafızaları.Bardem’in baba tarafından büyükdedesi Carlos Doussinague Casares, 1924–1926 yıllarında Tolosa belediye başkanıydı.
Tekstil fabrikasıyla, siyasi konumuyla dönemin muhafazakar düzenini temsil ediyordu.
Aynı aileden çıkan Juan Antonio Bardem, Franco döneminde Komünist Parti üyesi bir yönetmen olarak filmlerinde rejimin ikiyüzlülüğünü teşhir etti, sansüre uğradı, hapse girdi.
Kamera onun için yalnızca sanat değil, direnişin silahıydı.Kariyeri boyunca Franco diktatörlüğü altında Komünist Parti üyesi bir yönetmen olarak film çekti. 'Muerte de un ciclista' ve 'Calle Mayor' gibi eserlerinde sınıf farklarını ve iktidarın ikiyüzlülüğünü perdeye taşıdı.O, Javier Bardem’in amcası…Anne Pilar Bardem ise oğlunun hayatındaki en güçlü figürdü.
Oyuncuydu, ama en çok politik cesaretiyle iz bıraktı. 2003’te Irak işgalini protesto etmek için Meclis’e “No a la guerra” tişörtüyle girip yaka paça dışarı atılması hala hafızalardaki yerini koruyor.Batı Sahra için kampanyalar yürüttü, sol hareketlerin yanında durdu.
San Sebastián Film Festivali’nde 1995’te 'Nadie hablará de nosotras cuando hayamos muerto' filmiyle yeniden doğdu, Goya ödülünü kazandı.Oğlunu yalnız büyüttü ve hep “korkularını gizleme, duygularını söyle” telkininde bulundu.Javier Bardem bu üçlü mirasın tam ortasında büyüdü.
Çocukluğunda Franco sonrası okul düzeninde cetvellerle vurulan ellerin, zorunlu marşların baskısını yaşadı.
Ressam olmak istedi, Madrid’de Güzel Sanatlar’da resim okudu, ama geçim sıkıntısıyla kamera önüne geçti.
Sanatı, aileden miras aldığı politik sorumlulukla buluşturdu.Seçtiği roller de bunu yansıttı: Before Night Falls’ta diktatörlük altında ezilen yazar Reinaldo Arenas’ı canlandırdı ve ilk Oscar adaylığını aldı.
No Country for Old Men’de Anton Chigurh rolüyle Oscar kazandı, şiddetin soğuk yüzünü tarihe kazıdı.
Mar adentro’da yaşam hakkını savunan Ramón Sampedro, Biutiful’da kenar mahallelerin görünmez yüzleriyle izleyici karşısına çıktı.Kariyerinin zirvesinde bile “politik sinema” damarını sürdürdü.Ama Bardem yalnızca rollerinde değil, hayatın kendisinde de politik oldu.
Katolik gelenekten gelse de bugün kendini agnostik olarak tanımlıyor; Katolik Kilisesi’nin eşcinsel evlilik karşıtı tutumuna karşı “eşcinsel olsaydım, inat olsun yarın evlenirdim” diyecek kadar açık sözlü.
Greenpeace’le Antarktika’ya gidip denizaltıyla dalış yaptı, BM’de okyanusların korunması için çağrı yaptı.
Yani onun politik çizgisi yalnızca Filistin değil, gezegenin bütünü.Ve bugün kırmızı halıda taktığı kefiye, yalnızca bir aksesuar değil; Bask ile Filistin arasında kurulan bir empati köprüsü.
Franco’nun İspanyası’nda dili yasaklanan, kimliği bastırılan Bask’ın belleğiyle Gazze’nin kuşatma altındaki hayatı birbirine bakıyor.
Bardem için Filistin meselesi, uzak bir coğrafyanın trajedisi değil; kendi ailesinde dedeye karşı amcaya, anneden kendisine uzanan “otoriteye karşı çıkma” çizgisinin güncel yankısı.Bir yanında kraliçeye eşlik eden belediye başkanı büyükdede, öbür yanında Komünist Parti üyesi olup hapse giren amca, ve Meclis’ten atılan “savaşa hayır” diyen anne… Bugün Hollywood’un kırmızı halısında, kefiyesiyle “soykırım” diyen Javier Bardem.O, kamera önünde bir aktör, ama hayat sahnesinde üç kuşağın çelişkisini ve iki halkın ortak belleğini taşıyan bir muhalif olarak politik duruşunu bir kez daha kuvvetlendirdi.Gözde SulaOdatv.com